Bundan bir yıl önce 14 Nisan 2009 tarihinde Kürt sorununda barış, demokrasi ve çözüm diyen Kürt halkına karşı, tarihin en büyük tasfiye hareketi başlatıldı. O gün başlayan ve hala devam eden bu tasfiye hareketi; devletin ve AKP iktidarının Kürt sorununa barışçıl çözüm konusunda en ufak bir niyetlerinin olmadığının en açık delili oldu. Süregelen bu saldırılarla, […]
Bundan bir yıl önce 14 Nisan 2009 tarihinde Kürt sorununda barış, demokrasi ve çözüm diyen Kürt halkına karşı, tarihin en büyük tasfiye hareketi başlatıldı. O gün başlayan ve hala devam eden bu tasfiye hareketi; devletin ve AKP iktidarının Kürt sorununa barışçıl çözüm konusunda en ufak bir niyetlerinin olmadığının en açık delili oldu.
Süregelen bu saldırılarla, büyük mücadeleler sonucu kazanılan demokratik siyaset zemini Kürtlere kapatılmak istenerek, adeta dağlar adres gösterildi. Bu nedenledir ki dağlar son yılların en yoğun katılımına tanıklık etti.
Devletin ve AKP hükümetinin mutabakatı ile gelişen sivil-siyasi alanı tasfiye planı ile Kürtler bir nevi dize getirilmeye, boyun eğmeye zorlandı, onurlu barış ve demokratik çözüm mücadeleleri yenilgiye uğratılmak istendi.
Çözümsüzlük ve savaş siyasetindeki bu ısrarda öyle ileri gidildi ki, iş seçilmişlere uzandı. DTP kapatıldı. Eş başkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a siyaset yasağı getirildi, yüzde 70-80’lere varan halkoyuyla seçilen belediye başkanları ve DTK Eş başkanı Hatip Dicle tutuklandı. Bir yandan demokratik siyaset zemini Kürtlere kapatılırken, Örgütlü Kürtler tutuklanarak örgütsüzlük dayatıldı. Üstelik bu saldırıların yapıldığı zaman dilimi uygulamanın ne denli planlı olduğunun göstergesiydi.
Ne zaman ki Ergenekon veya darbe tartışmalarına istinaden operasyonlar yapılmış ise buna paralel olarak Kürtlere, Kürtlerin siyasi iradelerine de yöneldiler. Bu durum bile Kürtlerin nasıl bir güç dengesi ve iktidar kavgasına kurban edilmek istendiğinin, nasıl kullanılmak istendiğinin göstergesidir. Bu yaklaşımla adeta zalim ile mazlum aynı kefeye konularak, bu ülkenin vicdan ve adalet terazisi ile oynandı. Buradan da anlaşılacağı gibi aslında Türkiye’nin batısı uygulanamayan darbe planları ile sarsılırken, Kürtler kendilerine karşı uygulanan bir darbe ile etkisizleştirilmeye çalışıldı.
Üstelik bu tasfiye ve darbe hareketi ne zaman başlatıldı? KCK’nin 13 Nisanda ‘İlk defa çatışmasızlık ortamında Kürt sorununun çözümünün olanakları açığa çıkmıştır’ açıklamasının ertesi gününe denk getirildi. Bu tutumla adeta ‘çatışmasızlık içerisinde Kürt sorununun çözülmek istenmediği’ ilan edilmek istendi.
Bu plan ne zaman devreye konuldu? AKP iktidarının önceleri adına demokratik açılım sonraları ise ‘milli birlik’ projesi dediği süreçte oldu? AKP iktidarı, demokratik açılımın kısa vadesindeki hedefinin Demokratik-legal siyaset zemininin Kürtlere kapatılması ve siyasi iradelerini teslim almak olduğunu sonraları bizzat açıkladı.
Bu plan ne zaman devreye konmuştur? 29 Mart yerel seçimlerinde DTP’nin 98 belediyeyi almasının ardından gerçekleşti. Çünkü devlet ve AKP iktidarı açığa çıkan Kürt iradesinden korktu. Kürtlerin legal siyasal alanda gösterdiği başarılardan korktu. Burada açığa çıkan iradenin kendilerini Demokratik çözüm ve barışa zorlamasından korktu. Kürtlerin eski Kürtler olmadığını görmekten korktu. Halkımız üzerindeki gücünü yeniden kazanmak için, çözümsüzlüğün ve şiddetin yarattığı nimetten mahrum olmamak için; ‘Son siyasetçi kalana kadar’ bir yönelim sürecini uygulamaya koydu. Ola ki yasal siyasal alanı etkisizleştirerek dağlardakini tasfiye etmeyi böylece Kürtlerden toptan kurtulmayı hesapladı.
Tüm bu uygulamalara bir de tutukladıklarını mahkemeye çıkarmama stratejisi ile yaklaştı. Tam bir yıldır cezaevlerinde bulunanlar niçin ve hangi kanıta istinaden tutuklandığını hala bilmiyor. Çünkü henüz iddianame bile hazırlanmadı. Bu yaklaşımla Kürt siyasetçilerine karşı bir tür ‘rehin politikası’ uygulandı.
Ama bir yıllık süreç gösterdi ki evdeki hesap çarşıya uymuyor. Kürtler büyük bedeller sonucu kazandığı demokratik siyaset zeminini ne terk etmeye yanaşıyor, ne de çözümü dayatmaktan vazgeçiyor. Örgütsüzleştirme, iradeyi teslim alma, siyaset alanını kapatma ve çözümsüzlüğü dayatma uygulamalarına karşın bu halkın bir yıldır gösterdiği ısrar, direnç, barış ve çözüm ısrarı bu planı büyük oranda boşa çıkardı. Ancak AKP iktidarı bu defada şiddeti, operasyonları gündemine getirdi. Bu yüzden sınırlara on binlerce asker ve teçhizat yığdı. Kimi yerlerde operasyonlar yapılırken, gencecik insanların ölüm haberleri gelirken diğer yandan başarısızlığı 30 kez kanıtlanmış sınır ötesi operasyon için hazırlıklar yapılıyor, suikast planlarından bahsediliyor, ülke yeniden bir şiddet sarmalına doğru itiliyor. Doğu’yu savaşın sıcağına teslim etmek için çabalayanlar Batı’yı da faşizmin kollarında büyütmeyi umuyor.
Barış ve çözüm elimizi uzatıp tutacağımız kadar yakın iken, savaş ve ölümde aynı mesafede tutuluyor. Bu nedenle hepimize yazık oluyor. Çünkü kardeşliğimiz barışa mahkûm, birliğimiz demokrasiye mahkûm; bizler ve Türkiye’nin geleceğini düşünenler barış ve demokrasiye mahkumdur. Bunun dışındaki seçenekler ölüm ve gözyaşıdır, düşmanlık ve parçalanmışlıktır. Yapmayın bunu, bırakın arkadaşlarımızı, vurmayın dağları, açın siyasetin, barışın ve çözümün önünü.