6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının üzerine 38 yıl geçmiş olacak. ‘Üç Karanfil’le’ yine anılıp, selamlanacaklar, halkının ‘Üç Fidan’ diye çağırdığı gençlerinin ‘gülümseyen onurlu yüzlerini’ hatırlayacağız. Tabii ki 12 Mart’la başlatılan toplumsal, ekonomik ve siyasi tasarımın günümüze varan takvimi de önümüze düşecek. ‘Talimatla’ gelen idam cezalarının aslında yargısız infaz olduğunu, tarihin […]
6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının üzerine 38 yıl geçmiş olacak.
‘Üç Karanfil’le’ yine anılıp, selamlanacaklar, halkının ‘Üç Fidan’ diye çağırdığı gençlerinin ‘gülümseyen onurlu yüzlerini’ hatırlayacağız.
Tabii ki 12 Mart’la başlatılan toplumsal, ekonomik ve siyasi tasarımın günümüze varan takvimi de önümüze düşecek.
‘Talimatla’ gelen idam cezalarının aslında yargısız infaz olduğunu, tarihin aynası yüzümüze tuttukça, onlar için kurulan kirli tezgahların, çirkin pazarlıkların bezirganlarının isimlerini de yüksek sesle konuşmakta yarar var.
Soğuk savaş ideolojisiyle katılaşmış Türkiye’nin ‘antikomünizmle’ boğulmuş zamanlarının yaşayan taşeronlarını da gözden geçirmek gerek.
12 Eylül’ün öncüsü 12 Mart’la ülkeye yerleştirilen ‘baskı rejimi’, ketlenen toplumsal hareketler, azılı sol düşmanlığı ve kontrgerilla yapılanmalarıyla Türkiye’de siyaset ve demokrasinin yolu da kapatılmış oldu.
Sistematik resmi işkencelerin yerleşmesi, siyasi ifade ve düşüncenin suçlaşması, hukuk dışılığın olağanlaştırılması sağlandı..
Başbakan yardımcısı Sadi Koçaş, ‘Kendine solcu diyen herkesi tutuklatacağım’ demişti.
İftira, karalama, ihbar ve ispiyonun, yıllarca süren iddianame hazırlıkları, insan hakları ihlalleri 12 Mart’la kurumsallaşmaya başlamıştı.
Deniz ve Yusuf’u 25, Hüseyin’i 23 yaşında darağacına götüren mahkeme kararının sahibi Tuğgeneral Ali Elverdi, 86 yaşında geçen cumartesi günü hayatını kaybetti.
Siyah, gri belgesel görüntülerindeki bulanık sima Elverdi’nin, Ankara Merkez Cezaevi’nde (Ulucanlar) idamları bir kavak ağacına yaslanıp, sigara içerek izlediği yazılmıştı.
Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Ali Elverdi, 12 Mart döneminin dimağlara kazıdığı bir isimdi.
Devlet kurulumundaki siyasi ve askeri ‘sol’ unsurların tasfiyesini yapan 12 Mart yönetimi, 27 Mayıs’ın idamlarını bedellemek için yaptıkları ‘kan davası’mutabakatıyla üç gence ölüm cezasında anlaşmıştı.
Elverdi ‘anayasal düzeni değiştirmek ve bozmak’ suçlamasıyla verdiği idam kararını yıllar sonra bile ‘vatana ihanet’ gerekçesiyle meşrulaştıracaktı.
Yargıç olmamasına rağmen kırdığı kalemiyle üç genç için verdiği karar ‘eylemlerinden değil’ düşüncelerinden dolayı ‘ölümdü’.
Bu hukusuzluğu daha sonraları ‘ibret-i müessese’ diye adlandırmıştı.
27 Mayıs kadrolarında yer alan Elverdi, 1963’te Talat Aydemir’in darbe girişiminde de ilginç ‘kilit’ bir rol oynamıştı,
Gezmiş, İnan ve Aslan’ın idam kararları 24 Nisan 1972’de TBMM’de oylanırken 276 milletvekili ‘Evet’, 48 milletvekili ‘Hayır’ demişti.
İdamlar Resmi Gazete’de yayınlandığı gece aceleyle infazları Elverdi’nin yetkisiyle gerçekleşti.
İdamları onaylayan Süleyman Demirel’in lideri olduğu Adalet Partisi’nin, sonraki iki dönem milletvekili Ali Elverdi olmuştu
Seçim propagandasında ‘Deniz Gezmişleri, komünistleri ben astım’ sözleriyle oy avcılığı yapmıştı.
Türkiye ise Nihat Erim hükümetinde yer alan OECD, Dünya Bankası ve NATO uzmanlarıyla kendine biçilen yeni rolüne ısınmaya başlayacaktı.
Küresel kapitalizmin sermaye birikimine imkan verecek darbelerle kurduğu ‘model’ ülkeler arasına girerken,12 Eylül’le köklü ‘neoliberal’ dönüşümümüz gerçekleşti.
Öte yandan ‘siyaset engelli’ zihniyetimiz darbelerin kattığı otoriter eğilimlerle ‘despotlaşarak’ bugüne kadar geldi…
38 yıl sonra bile Deniz, Hüseyin, Yusuf’un anma etkinliklerini yasal bulmamak, isimlerinin caddelere, sokaklara verilmesine suç duyurusunda bulunmak bu despotizmi ‘faşist damar’ olarak karşımıza çıkartıyor.
Şimdilerde ‘Üç Fidan’ın’ tüketim kültüründe popüler dizilere ‘renk’, kartpostallara ‘imge’ olan hayatlarının yanındaki ‘karanlık hikayemize’ dönüp bakmak galiba yegane ahlaki vecibemiz.