Vakti zamanında az biraz şiire bulaşmış biri için ne büyük mutluluktur bu; duygularımı ifade etmem hayli zordur. Kendi halinde, kargacık burgacık kaleme alınan ve yalnızlıkla, özlemekle, inanmakla müteşekkil dizelerin, dilden dile dolanması, afişleri süslemesi, marş olup akması kalabalıklar arasında ne büyük sevinçtir, hele kötü şiirler yazdığını düşünen biri için. Belli olmuyor demek ki, şiir için […]
Vakti zamanında az biraz şiire bulaşmış biri için ne büyük mutluluktur bu; duygularımı ifade etmem hayli zordur. Kendi halinde, kargacık burgacık kaleme alınan ve yalnızlıkla, özlemekle, inanmakla müteşekkil dizelerin, dilden dile dolanması, afişleri süslemesi, marş olup akması kalabalıklar arasında ne büyük sevinçtir, hele kötü şiirler yazdığını düşünen biri için.
Belli olmuyor demek ki, şiir için kötü olan, hayatın bir anına karşılık gelebiliyor; bir duyguyla örtüşebiliyor, bir an geliyor, şiirin insan üzerindeki beklenen etkisi şiir gibi olmayan bir şiir nedeniyle bile açığa çıkabiliyor. Görecelilik de böyle bir şey değil mi zaten? İhtiyaçla üretmek arasındaki rabıta böyle anlamlandırılmıyor mu?
Mine Bademci fotoğrafının olduğu bir etkinlik afişi yazdırıyor bana bu satırları. “Gençlik Muhalefetinden Kadınlar” imzası bulunuyor afişte. Mine Bademci’nin o duru güzelliğinin yanına bir şiirimden dize eklenmiş: “Saçlarında militan mavisi tokalarıyla kadınlar yürüyor.”
Helal olsun! Helali hoş olsun. Bana yaşattıkları duygu nelere değmez ki. Aynı duyguyu “Eylem güzeli” söylenirken, yumrukları yukarda ayağa kalkan gençler de yaşatıyor bana. 80’lerin ilk yarısında yazdığım bazı şiirlerin, aradan geçen onca zamana rağmen, unutulmamış olmasının yaşattığı hazzı anlatmam zor görünüyor.
Etkinlik yeni mi eski mi bilmiyorum, gün belirtilmiş ama yıl yok. Ancak eski olma ihtimali yüksek. Mart ayındayız ve Mine 15 Ekim 1980’de öldürüldü. 8 Mart dolayısıyla da olabilir gerçi. Ancak muradım, Mine Bademci’nin Tekel direnişi vesilesiyle hatırlanmasıdır.
Tekel direnişinin ilk raundunun bittiği şu günlerde Mine Bademci’nin adını anmamak olmaz çünkü. Çünkü, Egeli köylülerin, tütün ekip tütün toplayanların, ekmeğini tütünden çıkartanların arasında büyümüştü. Ailesi tütüncüydü; devrimci hareketin tütün üreticilerinin arasında kök salmasını sağlayanlardandı. 12 Eylül sonrası tütün tarlalarını mesken tutmuştu; sığındığı köylülerin yoksul evleriydi. Öyle bir bağ evinde öldürüldü. Öldürüldüğünde 18 yaşındaydı.
Tekel direnişinin yeni bir evreye girdiği şu günlerde İnkılâp Dal da anılmalıydı. Ege Tütün Üreticileri Derneği’ne hayat veren ve kendi hayatını cezaevlerindeki sağlıksız koşullarda devam ettiremeyen İnkılâp Dal’ın ismi de geçmeliydi sohbetlerimizin arasında. Çünkü felsefe kitaplarını tütün tarlalarında deviren bir başka örnek yoktu tarihimizde. Çünkü 12 Eylülcüler, onu katlederek, tütün fidelerini kurutmak istemişti.
Tekel işçileri kazanmanın verdiği huzurla evlerine dağılırken, Ayşe Makar’ı unutmak mümkün mü? Karadeniz’deki tütün tarlalarına yolunun düşmediğini mi sanıyorsunuz yoksa? Tarlalarda, delik deşik ayakkabılarla dolaşmanın kolay olduğunu mu düşünüyorsunuz?
İzmir’de Tariş direnişi sırasında yakalanıp idam edilen Hıdır Aslan’ı anmayacak mıyız, direnişi yeni biçimlerle hayata geçirmek için memleketlerine dönerken İzmir Tekel işçileri?
Ne zaman başladı bu talan? Mine Bademci Urla’da, Ayşe Makar Karadeniz’de, İnkılâp Dal cezaevinde, Hıdır Aslan idam sehpasında katledildikten sonra. Yani neoliberalizmin ayak sesleri tank seslerine karıştığında. Yani darbeciler o günlerden özelleştirmeci AKP iktidarının önünü açarken.
Demiri fazlaca büktüğüm sanılmasın. Özelleştirmeleri başlatan, Tekel işçileri de dâhil tüm emekçileri mağdur eden, güvencesizleştiren, köleleştirmek isteyen sürecin ilk adımı 12 Eylül’le atıldı. Daha ilk adımdan devrimciler kırılmalıydı. Grevler yasaklanmalı, sendikalar kapatılmalı, kapatılmayanlar işlevsizleştirilmeliydi. Mine’nin, İnkılâp’ın, Ayşe’nin, Hıdır’ın yaşadığı bir ülkede 24 Ocak kararlarını uygulamak hangi babayiğidin harcı olabilirdi.
Kaldı ki, bitti, tükendi denilen sol bile Tekel işçilerine yalnızlık duygusunu yaşatmadı. Herkes gördü; Minelerin, İnkılâpların, Ayşelerin, Hıdırların bitip tükenmeyeceğini; işçilerin, emekçilerin sahici dostlarının kimler olduğunu.
Herkesin gördüğü bir şey daha vardı: Bir görünüp bir yok olanlar kimlerdi, adet yerini bulsun diye ara sıra arzı endam edenler kimlerdi, Tekel direnişini “Kızılelmacı” olarak tanımlayan, Kürt sorunu dışında hiçbir sorun ve mücadeleye sıcak bakmayan, AKP’ye vuran, AKP’yi zayıflatan eylemlere destek vermeyenler kimlerdi?
Şimdi bir sorumuzun yanıtını buluyoruz hep birlikte: AKP iktidarı neden 12 Eylülcülere dokunamıyor?
Şimdi hep birlikte ne yapılması gerektiğini ilan ediyoruz: Mine Bademci’nin saçlarındaki militan mavisi tokaları Tekel sarısı çiçeklerle bezeyeceğiz. Yoksa ne Mine’yi anmamızın bir anlamı olacak ne de sadece Tekel direnişini desteklemek Mine’nin huzur bulmasını sağlayacak.