“Bizim X Abi de işten atıldı ama intihar etmedi” gibi bir doğru, yanlışları kurtaran bir doğru olamayacağı gibi, yine de bize ‘önlemler’ bazında bazı ipuçları verebilir. Şöyle ki, konuyla ilgili yetkililer, işsiz kalan veya ekonomik sorun yaşayan çalışanların intiharlarında, önemli bir noktayı açığa çıkarıyorlar. Bu önemli nokta; toplumsal mücadelenin içinde yer alan çalışanlarla, toplumsal mücadeleden […]
“Bizim X Abi de işten atıldı ama intihar etmedi” gibi bir doğru, yanlışları kurtaran bir doğru olamayacağı gibi, yine de bize ‘önlemler’ bazında bazı ipuçları verebilir. Şöyle ki, konuyla ilgili yetkililer, işsiz kalan veya ekonomik sorun yaşayan çalışanların intiharlarında, önemli bir noktayı açığa çıkarıyorlar. Bu önemli nokta; toplumsal mücadelenin içinde yer alan çalışanlarla, toplumsal mücadeleden kopmaya sürüklenenlerin intihar oranlarındaki farklılıklar. Yukarıdaki bir örnekte, kişinin intihar girişiminin sadece kendisini öldürme amacı taşımadığını; yetkililere seslenebilmek için de bazen bu türden girişimlere başvurulduğunu söylemiştik. Muhtemelen bu örneğe tekabül eden kimse, toplumsal mücadelenin içinde yer almadığı gibi, bir gün yaşadığı kötü koşullardan kurtulacağına da inanmamaktadır. Oysa aynı kişinin çeşitli mücadele araçlarıyla birlikte gerek yalnızlaşması gerekse de inançsızlığı asgari düzeye inecekken; devlet yetkililerine tepkisini ise daha anlamlı bir yolla gösterebilecek ve sisteme karşı mücadelesini geçerli bir zemine taşıyabilecektir.
Türkiye’de 100’e yakın gün AKP hükümetinin 4/C uygulaması başta olmak üzere sermaye politikasına karşı direnen ve yoğun bir gündem oluşturan binlerce Tekel işçisinin, işsizleştirilme ve yoğun hak gasplarına uğramalarının bile, içlerinden tek birini dahi intihara sürükleyememesi, yine örgütlü hareket etmenin ıztırari yapısına ışık tutuyor. Çünkü, hepimizin şahit olduğu gibi Tekel emekçileri kurdukları çadırlarla bile bir “toplum” oluşturmuş ve ülkenin birçok kesimini yanlarına alarak “yalnızlık” çekmedikleri gibi, direniş sonrasında kazanacaklarına dair “umut” da beslemişlerdir: “Toplumsallaşma”, “yalnız bırakılmama” ve “umut besleme”, böylece ekonomik sebepli intiharlar için mühim önlemler olduğunu son güncel örneğiyle birlikte yeniden açığa çıkarıyor.
Ancak örgütlülük noktasında da yine devletin baskıcı zihniyeti devreye giriyor. İntihardan birinci derecede sorumlu olan ve önlemesi gereken de yine devletin kendisiyken, devlet, önlem almak bir yana, sivil toplum örgütlerinin önleyiciliğine de engel oluşturuyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin yaptırdığı ve 1242 işçiyi kapsayan bir araştırma, işçilerin mücadele araçlarını -araştırmada sendika örnek gösteriliyor- kullanmaktan korktuklarını tespit ediyor. Araştırmaya tabi tutulan işçiler, korkularını “işten atılma sebebi” olasılığının yüksekliğine bağlıyorlar. Petrol-İş Dergisi’nde yayımlanan araştırmaya göre, örgütlenmenin önünün açılabilmesi için ise yasal mevzuattan kaynaklanan engellerin kaldırılması ve sendikaların da yeni politika ve stratejilere yönelmeleri gerekiyor.
Korunaksız kalan kişiler intiharı seçiyor
Gazetemize konuşan Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu da, yoksulluktan kaynaklanan intiharlar için, örgütlülüğün büyük bir önlem olarak görülmesi gerektiğine işaret ediyor. Çerkezoğlu, son yaşanan ekonomik krizle birlikte intihar vakalarının yoğun bir şekilde arttığına dikkat çekerek, “intihar, ekonomik olarak zor duruma düşenlerin bazıları için bir yöntem. Özellikle öğretmenlerde de bu oran giderek artıyor. Son verilere göre, KPSS umuduyla bekleyen ve atanamayan öğretmenlerden 26 veya 27’si bu sebeple intihara başvurdu. Bunları, kapitalizmin ve neo liberal politikaların yol açtığı güvencesizleştirmenin doğurduğu bir sonuç olarak değerlendiriyorum. Yine sağlık alanında, Çukurova Üniversitesi’nde çalışan bir taşeron işçi yoksulluk nedeniyle, borçlarını ödeyemediği için kendisini üniversitenin 8. katından attı” belirlemesinde bulunuyor.
Çerkezoğlu, sendikasız ve örgütsüz kişilerde intihara başvurma oranının, örgütlü kesimdeki çalışanlara oranla daha yüksek olduğunu ifade ederek, şöyle devam ediyor: “Ekonomik problemlere karşı tamamen korunaksız olan çevrelerde intihar, geleceğe dair umutların bittiği anda başvurulan bir yöntem. Sendikalı, mücadele eden, örgütlü ve ortak bir mücadelede yer alanlarda ise intihar vakalarına çok sık rastlamıyoruz. Örneğin az önce örneğini verdiğim sağlık çalışanı da, maalesef yine örgütsüzdü. Bu durum, intihara başvuran öğretmenler için de yine böyle. Ancak dediğim gibi, örgütlü mücadeleye inananların başvurduğu yöntem bu olmuyor.” Dev Sağlık İş Genel Başkanı, Kürdistan bölgesindeki intihar vakalarının artması üzerine de, bu vakaların zemininde de yine devletin Kürt coğrafyasına istihdam gerçekleştirmemesi nedeniyle ekonominin yattığını vurgulayarak; kadının ekonomik olarak bağımsızlaşamadığını ve özgürleşemediği örneğini veriyor. Ancak Çerkezoğlu, Kürt coğrafyasındaki intiharların ekonomik nedenle sınırlanamayacağını ve sosyal nedenler ile toplumsal baskıların da intihara sürükleyen faktörler olarak büyük önemde olduğunun bilinmesi gerektiğinin altını çiziyor.
‘İşsiz kaldıysan başarısızsın’ mantığı
Görüşüne başvurduğumuz eğitimci A. Şahin de, sendikalı bir çalışanın, sendikanın faaliyetleri ile ekmek kavgasını bilinçli hale dönüştüren ve mücadeleyi nasıl vereceğini öğrenen bir kimlik kazandığından; pes etmeyi, yani intiharı büyük oranda tercih etmediğini kaydediyor. Diğer bir neden olarak, intiharın yalnızlık etkisi üzerine de bu örneğin ele alınması gerektiğini belirten Şahin, “işten eve-evden işe giden ve böylece toplumsal davranacak zemini olmayan bir çalışan, yaşadığı ekonomik olumsuzlukları tek başına çözmeye kalkışıyor. Böylece bu ‘çözüm’ yolları arasına intihar da girmiş oluyor” görüşünde.
Şahin, işsizliğin kapitalizmle bağını kuramayan kişilerin, yaşadığı kötü koşullardan kendisini sorumlu tuttuğunu ve bu nedenle mücadele etmek yerine ölümü tercih edebildiğini söylüyor. “İnsanlara, ‘sen başarılı olsaydın işsiz kalmazdın’ gibi bir çarpıtmada bulunuluyor. Bu da, yine kapitalizmin o büyük projelerinin bir ürünü. Oysa, ‘mutlu azınlık’ diye tabir ettiğimiz kesimin dışındaki hemen hemen herkes, zaten hak ettiği koşullarda yaşamıyor. Bunu fark eden insanlar kapitalizmle mücadele etmeyi ve daha iyi koşullarda yaşayabilecekleri bir düzeni kurmayı hedefliyorlar. Fark edemeyenlerse sistem yerine kendisiyle mücadele ediyor ve sözünü ettiğimiz sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz” tespitinde bulunuyor ve eğitimci, sistemin bu oyununa gelinmemesi için uyarıda bulunuyor.
Şahin, kendi alanında tespit ettiği bazı noktaları ise, şöyle ifade ediyor: “Eğitim verdiğimiz öğrencilerin aileleri içinde yaşanan olumsuzluklar, çoğu zaman çocukları da etkiliyor. Babası işten atılan bir öğrenci, eğer babası toplumsal mücadele yolunu seçmemişse, hayata küskün davranıyor ve birçok alanda kendisini yenik hissediyor. Bunun nedeni, ailesinin hayata küsmüş olmasıyla ilintili. Ancak yine ailesinden biri işsiz kalan öğrenci, eğer söz konusu kişi örgütlüyse, çocuk da hayata küsmek yerine hayata öfke duyan bir dik başlılıkla ama aynı zamanda da umutlu davranıyor. Bu ‘ufak’ ayrıntı bile mücadeleye katılmanın önemini açıklamış oluyor” Yaptığı kıyaslamanın ekonomik boyutla sınırlı görülmemesini isteyen Şahin, şöyle devam ediyor: “Örneğin Türk egemen sisteminin varlığı baz alındığında; bir Kürt aile içinde de bu farkları görebiliyoruz. Örgütlü ve bilinçli hareket etmeyen bir Kürt aile, devlet kendisini dışladığı için geri planda durmak zorunluluğu duyarken; diğer taraftan örgütlü halde yaşayan Kürt aile ve çocukları ise, kendilerini ispatlamaya, varlıklarını ortaya koymaya çabaladıkları için, daha umutlu ve başarılı olabili
yorlar”
Beşikçi: Kürtler yaşama bağlı bir toplum
Ayrıca not düşülmesi gereken bir başka konu da; son açıklanan rakamlarla birlikte Kürdistan’da işsizliğin diğer bölgelere oranla giderek artması ve bunun doğurduğu ‘doğal’ sonuçlar.
Kürdistan’daki son istatistiklere bakıldığında, işgücünün giderek azaldığı görülüyor. Verilerde, Urfa ve Diyarbakır’da 550 bin olan işgücünün 540 bine, 485 bin olan istihdamın 464 bin kişiye düştüğü görüldü. 2004’te yüzde 11.8 olan işsizlik oranını, yüzde 14.1’e yükselirken, 65 bin olan resmi işsiz rakamı da 76 bine ulaştı. Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt’te de 2004’te 364 bin olan işgücü 45 bin kişi azalarak 319 bine, 341 bin olan istihdam ise 77 bin kişi gerileyerek 264 bine indi. Bu durum yüzde 6.1 olan işsizlik oranını yaklaşık üçe katlayarak yüzde 17.4’e yükseltti.
İntiharın etkisi üzerine ortaya koyulan akademik araştırmalar, toplumun, yaşadığı ülkedeki sisteme duyduğu “umutsuzluk” ve “güvensizlik” sorunlarının, intihar girişimlerinde kayda değer ve hatta üzerinde sıkça durulması gereken bir düzeyle ilgili oluşunu gösteriyor. Kürtler, Türkiye’nin on yıllardır uyguladığı bütün politikalardan daha fazla mağdur olduğundan, umut ve güveni en çabuk yitirme olasılığını taşıyan bir kesim. Dışlanmışlık nedeni, uzun sürelerdir ve hala kendilerine yönelik devlet politikasının değişmemesi gibi haller; intihar girişimlerinde görülen yalnızlık çekme ve umudu yitirme gibi girişim sebeplerini de, böylece karşılamış olduğundan, Kürtler için bu sorun daha çaplı bir boyutta. Ancak diğer taraftan gerek ekonomik gerekse de savaş yollu uğradıkları mağduriyetler Kürtler için örgütlü güç olmayı bir elzem olarak açığa çıkarmış ve toplumsal düşünebilme ve hareket edebilme eğilimlerini de yükseltmiştir.
Araştırmacılar, Kürtlerin direnişçi bir ruhla yetiştikleri ve örgütlülük düzeyleri geliştiğinden, “yaşamanın direnmek olduğunu” koşulları gereği daha erken kavramış bir toplum yapısını oluşturduğunu vurguluyorlar.
Konu üzerine görüştüğümüz sosyolog İsmail Beşikçi de, Kürdistan’da devlet politikasıyla birlikte Kürt halkının yaşam alanlarından koparılmaya, aynı zamanda yaşamdan da yalıtılmaya çalışıldıklarını vurguluyor. Beşikçi, “köylerin yakılması-yıkılması, evlerin içindekilerle birlikte yakılması, ağılların, hayvanların, ambarların yakılması, temel geçim kaynaklarının tahrip edilmesi, ormanların yakılması, doğanın tahrip edilmesi, on binlerce ailenin yerini-yurdunu, evini-barkını terke zorlanması” gibi durumların, Kürtlerin ekonomisini de büyük oranda bozduğunu kaydediyor. İnsanların, ailelerin günlük yaşamlarının böylelikle zora sokulduğuna dikkat çeken Beşikçi, “insanlar, aileler, evlerini, köylerini terk etmek zorunda kalmışlar, şehirlerin varoşlarına ilişmeye çalışmaktadırlar. Barınma olanakları yok, iş yok, aş yok, sağlık, eğitim olanakları yok. Ayrıca böyle bir ortam en çok kadınları ve çocukları etkilemektedir” diyor.
Kürt coğrafyası için yukarıda değindiği noktaların intihar gibi toplumsal bir olgu için olanaklı bir ortam olduğunu dile getiren sosyolog İsmail Beşikçi, ancak bunun yanında intihara önlem olarak devletin bir politika geliştirmediğini; Kürtlerin kendisinin birebir önlem olduğunu söylüyor. “Kürtler yaşama bağlı bir halk olarak tespit edilmiştir” vurgusunda bulunan Beşikçi, “Kürtler genel olarak yaşama bağlıdır. Böyle çok ağır ortamlarda bile yaşamı sürdürmenin yollarını bulur. Ama, intihar gibi toplumsal bir olguyu da böyle bir ortam beslemektedir. İntiharlarda, sosyal nedenler, ekonomik nedenler birbirini beslemektedir. Bu, ruh sağlığını bozan bir ortamdır. Ruh sağlığı bozulan insan öbür hastalıklarıyla da baş edememektedir” değerlendirmesinde bulunuyor. Diğer görüştüğümüz yetkililerin örgütlü olmanın bu konudaki önemi üzerine söylediklerini doğrulayan Beşikçi, “örgütlü olanlar, böyle ağır mağduriyetlere daha kolay bir şekilde direnç gösterebilir. Sendikaların, diğer mücadele araçlarının, intiharları önlemekte etkili olduğu söylenebilir” şeklinde konuşuyor. Öte yandan Kürtler için örgütlülüğün daha büyük anlam taşıdığını bildiren Beşikçi, toplumsal ve siyasal bir davası olanların ve haklı davalarının bilincine varanların, böylesine ağır ortamlarda da yaşamı sürdürmenin yollarını bulduklarını dile getiriyor ve bu durumun Kürtlerin direncini arttırdığını sözlerine ekliyor.
Anlamsızlık tek başına intihar nedeni değildir
Fransız filozof ve absürdizm akımının öncülerinden Albert Camus, her ne kadar “fiziki intihar”ı “absürt” olarak değerlendirse de, intihar, gerekçeleri açığa çıktıkça; kendisinin anlamsızlığından öte, toplum yaşamının anlamsızlaşmasına neden olan sistemlerin ürünü olarak adlandırılabilir. Evet, intihar anlamsızdır, peki ya yaşamı anlamlı kılan nedir? Yaşam anlam kazanmadıkça, intihar vakalarını anlamsız diye ele almak, mutlaka eksik bir bakış açısı olacaktır. Kısaca, konuya hakim uzmanların da dile getirdiği gibi; yazımızı, intiharla mücadele etmenin, yaşamı güzelleştirmek için mücadele etmekten geçtiğini, kalınca not düşerek bitirelim.