Birleşmiş Milletlerin 21 Mart’ı ırk ayrımcılığının önlenmesine karşı uluslararası gün tayin etme önlemi neden sadece insan türü için gereklidir. Hani biz türlerin en yücesiydik? ….ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, -demeye de dilim varmıyor ama – kabahatin çoğu […]
Birleşmiş Milletlerin 21 Mart’ı ırk ayrımcılığının önlenmesine karşı uluslararası gün tayin etme önlemi neden sadece insan türü için gereklidir. Hani biz türlerin en yücesiydik?
Bugün gelişmiş Kuzey Avrupa ülkeleri de dahil, ırkçılığın yaygınlaşmasından doğan endişe giderek artmaktadır. Temel insan haklarından olan eşitliğin, altüst edildiği ırkçılık hastalığı ne şiddette ve şekilde ortaya çıkarsa çıksın insanın insana zulmü ile sonuçlanmaktadır. Yani adı milliyetçilik de olsa ırkçılık da olsa insanın herhangi bir sebeple kendisini ötekisinden üstün ya da değerli görmesinin gideceği yol insanlığı karanlığa taşımaktadır. Dünyada, artan ırkçılık eğilimi özellikle mülteci ve göçmenlere karşı kültürel tepki boyutunda oluşmaktadır. Dünyanın başarısızlık göstergelerinden ya da karnesindeki önemli kırıklardan sayabileceğimiz göçmenlik ve mülteciliğin artması halihazırda bir kısım insanın çektiği ızdırabın açık simgesi iken bu insanlara yabancı veya farklı olduğu için kötü muamele etmek zulüm değil de nedir?
Türkiye’de farklı dönemlerde çeşitli asimilasyon politikaları ile beslenmiş, palazlanmış Kürtlere karşı, Ermenilere karşı, Alevilere karşı, Lazlara karşı vs. vs. diye uzatabileceğimiz sonunda hepsini eklediğimizde ortada üç beş vatandaşın kaldığı bir -e karşı; -a karşıdır sürüp gitmekte. İnsanlar ötekinden farklı olmasının bedelini hayatı ile mutluluğu ile ödedikçe yalnızlaşmıştır insanlık. Evet belki yalnızlaştıkça aşı arttı insanın ama şu güzel halk türküsünü de unutmamalı “karpuz kestim yiyen yok; aman halin nedir diyen yok” esas mesel kesecek karpuz değil, onu pay edecek bir insan sıcaklığı bulmakta. Karpuz şart değil ya hayal de olabilir paylaşınca güzelleşene verilecek örnek. Öyle ya herkes hayal kurar ama ona tat veren o hayali samimiyetle paylaşacağı bir insan olmasındadır. Elbet bir de paylaşacak bir düşü bir hayali olmalı insanın…!
Çağan Irmak’ın 2005 yapımı, 3.5 milyon kişinin izlediği Babam ve Oğlum filmi dokunaklı bir filmdi. Filmin üzerinden 5 yıl geçti ama bir replik aklımdan silinmedi. “…insan büyüyünce hayalleri küçülür” mü? Bazı sorular vardır cevabı içindedir, cesurca bakanlarımızı alır götürür temel soruya. Filmdeki bu basit ama derin soru önemlidir. İnsan büyüyünce hayalleri neden küçülmek zorunda olsundu ki? Başka bir yolu yok muydu büyümenin? Karşılığında ne alıp ne veriliyordu bu sürecin? Ne menem bir alışveriştir bu, hayatın insanla yaptığı ki; büyümenin karşılığında ise körelir, elindeki tek avuntusu onu kurtaracağını sandığı ve ne yazık ki dünyanın tarihi ile kıyaslandığında komik ölçüde minik duran “bilmeleri”dir. Adına büyümek, gelişmek denilen süreç; modern dünya insanını çocukken yaşadığı sonsuz derin mutluluktan, ötekine sarılabilmelerinden, beynini sınırsızca kullanabilmesinden ve hayattan aldığı keyiften uzaklaştırmakta ve kötüleştirmekte adeta yalnızlaştırmaktadır. İnsanoğlu özünden yaşadığı bu kopmayı bazen hayatta kalmak adına, bazen ötekinin iyiliği uğruna, bazen de kendisini bir diğer cinsten, ırktan ya da sınıftan üstün sandığı için yapmaktadır. Ama sebebi ne olursa olsun insanlık denen bina her gün biraz daha çöküyor dünyanın ortasına.
Peki insan denen bu yüce düşün türü, nasıl olur da bir ırkı ya da cinsi öteki ırktan, cinsten üstün görür. Şu beğenmediğimiz inekler, karıncalar, köpekler, tavuklar kuşlar arasında da var mıdır ırk ayrımcılığı? Birleşmiş Milletlerin 21 Mart’ı ırk ayrımcılığının önlenmesine karşı uluslararası gün tayin etme önlemi neden sadece insan türü için gereklidir. Hani biz türlerin en yücesiydik? Nasıl oldu da basite aldığımız beğenmediğimiz köpeğin, ineğin, sineğin bile düşmediği bir tür kavgasına düştük böylece, yoksa birileri bizi kandırdı mı yıllarca, yüce tür diye? İnsanın insanla olan mücadelesi hiçbir türün kendi içinde böyle hayvanca sürmemektedir oysa.
Neden ve nasıl oldu da kendisini ve daha da kötüsü kendi emeği olmayan herhangi bir (doğuştan gelen cinsiyet, kan, renk, soy, dil vb.) özelliğini, ötekinden üstün görmeye başladı? O halde insanın düşeceği en aşağılık duygu ve hallerden birisi kendisini bir insandan ya da ırktan daha yüce görmesi değil midir? Yücelirken alçalmak ya da büyürken hayallerinden uzaklaşmak ya da yanıltıcı gerçek…!
Düşünsenize bir ineğin öteki ineği aşağıladığını ya da aşağılayarak baktığını, ne gülünç ne absürd bir duruma düşer, inek türü değil mi? O halde hayvanların bilinci olsa ve şöyle bir dönüp baksalar insanın bilinçle kalaylanmış gülünç haline? Ey insanlar nerede kaldı sizin türün bizim türe üstünlüğünüz, düşüne düşüne bunu mu buldunuz demezler miydi yüzümüze?
Oysa çocukken aramızda yoktu ırk, renk, sınıf, kan ayrımcılığı. Aynı ırmakta güle oynaya bağıra çığrışa kardeşçe öğrenmiştik yüzmeyi, bir zenciyle, Arapla, Çeçenle, Çingeneyle, Slavla, Kürtle ya da Çinliyle… Ama büyüdük ve kirlendi dünya galiba. Hem öyle üçümüz beşimiz de değil ki kirlenen ki epey kalabalık sayıları. Aynen Nazım’ın şiirinde dediği gibi “bir değil beş değil yüzmilyonlarsın maalesef”. Türkiye’de de gün geçtikçe büyüyor insanın insana ettiği zulüm, terörle mücadele kanunu mağduru çocuklar, terörle mücadele kanunu mağduru olmayan ama yoksulluktan bitap düşmüş yalın ayak baş kabak çocuklar, yoksulluk, savaşlar, insanlığın bağrına bağdaş kurmuş dev ÇUŞ’lar ( Çokuluslu Şirketler) ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ırkını öteki ırktan üstün gören insancıklar ya da bir filozofun deyimiyle modernitenin insan artıkları… Neyse umarım Vizontele filmi boyunca güneş gibi içimizi ısıtan sıcacık kahraman Deli Emin haklıdır da filmde dediği gibi: Tavan çürük ama en azından zemin şahanedir…
ayrımcılığın hiçbir türünün olmadığı bir dünya dileğiyle…!