Önceki iki yazımızda iki güncel örnek üzerinden sosyal politikada dönüşümün izlerini aramış, sosyal yardımların yükselişine işaret etmiş ve yardımların topluma sunulma biçim ve içeriğini tartışmaya çalışmıştık. Yazılarda, süreci “kamu”nun dönüşümü ekseninde değerlendirmiştik. Bu çerçevede “teo-liberalizm” kavramının sürecin açıklanması açısından anlamını ele almış ve hayırseverlik olgusuna değinmiştik. Hayırseverliğin, “sadece bir uygulama değil, aynı zamanda devlet-yurttaş ve […]
Önceki iki yazımızda iki güncel örnek üzerinden sosyal politikada dönüşümün izlerini aramış, sosyal yardımların yükselişine işaret etmiş ve yardımların topluma sunulma biçim ve içeriğini tartışmaya çalışmıştık. Yazılarda, süreci “kamu”nun dönüşümü ekseninde değerlendirmiştik. Bu çerçevede “teo-liberalizm” kavramının sürecin açıklanması açısından anlamını ele almış ve hayırseverlik olgusuna değinmiştik. Hayırseverliğin, “sadece bir uygulama değil, aynı zamanda devlet-yurttaş ve emek-sermaye arasında kurulan bir ilişki biçimi” olduğunu vurgulamıştık. Burada ise, sürecin emek üzerindeki etkilerine kısaca değinmeye çalışacağız.
İşçiye düşen: Minnettarlık
Hak kavramının belirleyiciliğinden çok, lütuf, minnettarlık ve merhamet olgularının damgasını vurduğu bir sosyal politika ortamı, istisna olmanın ötesinde, genelleşmeye başlamıştır. Anılan olgular, dönüşen çalışma ilişkilerini açıklayıcı, anahtar sözcüklerdir. Artık ücretli emek, hak edilerek kazanılmış değil, lütfedilmiş bir konumdur. İstihdamın devamlılığı merhamettir. Artan işsizlik ise bir pekiştireçtir. Bu ilişkilerin çemberinden geçen işçiye ise minnettar olmak düşer. Orta Çağ’da olduğu gibi… “Tek umut kilisenin ve zenginlerin merhameti”dir. Düşünülebilen bir hak değil, ancak bir lütuftur; haklar yoktur (11). İlk yazımızda Talas’tan aktardığımız gibi, hakkın olmadığı durumda, talep kavram ve pratiği de söz konusu değildir.
Talepkar/etkin – kabullenmeci/edilgen
Yoksulluk, “yaşam desteği”ne muhtaç hale getirilen bir durum oldukça, üzerine mücadele yürütülen değil, edilgen bir toplumsal kültür yaratır. Bir süre sonra ise, hak, bir talep konusu ve nesnesi olamayacağı için, baskın gelen merhamet, artık dilenilecek bir şey olur. Minnettarlık ilişkileri ise kişinin itirazını alır, bu ilişkilerin olduğu yerde karşı çıkmaya yer yoktur. Gelişen davranış biçimi, talepkar-etkin değil, kabullenmeci-edilgen bir nitelik taşır. Bu aynı zamanda, önceki yazılarda sözü edilen hak ile lütuf-merhamet arasındaki ayrıma da işaret eder, dahası ondan kaynaklanır.
Orta Çağ!
Sosyal yardımlar söz konusu olduğunda, egemen-ana siyasi söylemin etkisi ve kapsayıcılığı yanında, bu tür ilişki setlerinin içine bir kere ve pekişerek giren kişi, ücretli emek konumuna geldiğinde de benzer davranış kalıplarını sergileyecek ve yeniden ve yeniden üretecektir. Bunun bireysel alan ile sınırlı kalmayacağı açıktır. Oluşan ve yerleşen bir toplumsal kültürdür. Dolayısıyla sosyal politikada paradigma değişiminin tıpkı Orta Çağ’da olduğu gibi düzeni sağlamayı hedefleyen bir “toplumsal kontrol biçimi” (12) olarak da okunabileceği ileri sürülebilir.
Bu yazıda Bakan Şimşek’in açtığı yoldan merhamet, vb. kavramların bağlamı tartışmaya çalışıldı. Yazıyı sonlandırmadan önce, şu tür bir benzetme-metafor sanırız yerinde olacaktır. Orta Çağ’a dönüş*, derken konunun bizdeki çağrışımları şu oldu: Bilindiği üzere Orta Çağ’da merhamet, dönemin “adalet” anlayış ve pratiği içerisinde önemli bir yer tutmaktadır (13). Günümüz çalışma ve sosyal politika ortamındaki işçi de, yüzyıllar öncesinin engizisyondan geçen, merhamet dilemesi istenen insanına daha çok benzemektedir. Bugün de hayatta kalmak, aynı anlama gelmek üzere ücretli istihdam düzeni içerisinde tutunabilmek için gösterilen merhametin karşılığında itaat edilmelidir. Dolayısıyla sosyal yardımların değişen doğası ve hayırseverlik ilişkileri, neo-liberal sermaye stratejisi ile yakından ilgili ve uyumludur.
*Bilebildiğim kadarıyla bu konuda çeşitli katkılar bulunmaktadır. Örneğin, Alan Minc ve Alpaslan Işıklı’nın ayrı ayrı “Yeni Ortaçağ” isimli kitapları mevcuttur. Ayrıca Umberto Eco’nun da günümüz ile Orta Çağ arasında ilişki kuran çalışmaları olduğu bilinmektedir. Yalçın Küçük’ün de konu ile ilgili katkıları vardır. Küçük, bilebildiğimiz kadarıyla “Orta Çağ” kavramsallaştırmasını ilk olarak “Quo Vadimus Nereye Gidiyoruz” isimli 1985 tarihli çalışmasında ele almıştır. Daha sonra ise konuyu başka yerlerin yanı sıra, “Tekeliyet I Devlet ve Hürriyet” adlı kitabında da incelemiştir.
Kaynaklar:
11. Koray, M. (2000) Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 14
12. Topak, O. (2009) “Neo-Liberalizm ve Refah Devleti Miti”, Yapı-Pratik-Özne Kapitalizmin Dönüşüm Süreçlerinin Ekonomi Politik Eleştirisi, (Der. Mustafa Kemal Coşkun), Dipnot Yayınları, Ankara, s. 113
13. Bozağaçlı, S., Soyşekerci, S. (2004) “Ortaçağ’ın Çelişkili Salınımları: Sosyo-kültürel Bir Perspektir”, Üniversite ve Toplum, Cilt: 7, Sayı:4, http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=340, (Erişim Tarihi: 5.2.2010)