Önceki yazımızda, Maliye Bakanı Şimşek ve Başbakan Erdoğan’ın sözlerinden hareketle, sosyal politikada yaşanan paradigma değişimini güncel yansımaları ışığında netleştirmeye çalışmıştık. Sosyal yardımların yükselişi ile somutlanan bu sürecin aynı zamanda işçi sınıfını merkeze alan çağdaş sosyal politika araçlarından uzaklaşma anlamına geldiğini ifade etmiştik. Hak kavramına ise yazımızın sonunda değinmiştik. Burada ise, sosyal yardımları sonuçları itibariyle tartışmanın […]
Önceki yazımızda, Maliye Bakanı Şimşek ve Başbakan Erdoğan’ın sözlerinden hareketle, sosyal politikada yaşanan paradigma değişimini güncel yansımaları ışığında netleştirmeye çalışmıştık. Sosyal yardımların yükselişi ile somutlanan bu sürecin aynı zamanda işçi sınıfını merkeze alan çağdaş sosyal politika araçlarından uzaklaşma anlamına geldiğini ifade etmiştik. Hak kavramına ise yazımızın sonunda değinmiştik. Burada ise, sosyal yardımları sonuçları itibariyle tartışmanın yanında kullandığımız “teo-liberalizm” kavramına açıklık getirmeye çalışacağız.
İlk yazıda da belirtildiği üzere, paradigma değişiminin muhatapları, aynı zamanda hak kavram ve pratiğinin de dışında tutulurlar. Bir diğer önemli nokta ise, bu süreçte yaşama geçen düzenlemelerin, hak başlığı altında değil de, lütuf, merhamet, hayırseverlik, acıma, iyilikseverlik, ihsan, minnettarlık, yardımseverlik, vs. kavramlar dolayımı ile sunulmasıdır. Bu ise, süreklileşme, derinleşme ve genelleşme-yaygınlaşma yönünde kuvvetli bir eğilimi barındıran edilgen bir kültürü de içerir, beraberinde getirir.
“Yaşam Desteği”
Bir uygulamanın hak değil de, merhamet-lütuf çizgisinde sunulması ve kamunun emek piyasasına müdahale biçiminin t(n)eo-liberal bir düzlemde yeniden üretilmesinden ise emeğin-yoksulların payına düşen, Anakent Belediyesi’nin andığımız bülteninde manşete çekildiği gibidir: “Yaşam Desteği.” “Yaşam desteği” ifadesinin kullanılması ise tesadüf olmasa gerekir; hatta yerindedir ve sosyal yardımların dağıtıldığı kesim için, ölümle yaşam arasındaki “ince” bir çizgiye işaret eder. Gerçekten de bu kesim açlık sınırında yaşamaktadır. Ancak yeni paradigmada, yoksulluğun olduğu gibi açlığın da nedenleri tartışma dışıdır.
Tartışma konusu yapılmaya başlandığında, akla gelecek ilk nokta, kamunun emek piyasasına müdahalesi olacaktır. Oysa dönem, çağdaş sosyal politika araçlarının terk edilmesi-yeniden yapılandırılması dönemidir. Bu ise zaten kamunun emek piyasasına müdahalesinin tırpanlanması anlamına geldiği için, toplumsal eşitsizliklerin ve bunun sonuçlarının tartışma dışı bırakılması dönem açısından son derece uygundur.
Yazgı…
Dönem için uygun olan bir diğer durum ise, elbette yeni olmamakla birlikte toplumsal eşitsizliklerin bireyler açısından “önceden belirlenmiş” olarak algılanması gerekliliğidir. Bu eğilim, çağdaş sosyal politika araçlarının geriye çekilmesi ile yakından ilişkilidir. Eşitsizlikler, kişiler ve giderek tüm toplum açısından birer yazgıdır. Yazgıya müdahale edilemez, yazgı önceden belirlenmiştir. Adı üzerinde, olan bitenler kişinin yaz(g)ısıdır; önceden “yazılmıştır”. Sadece bireysel anlam dünyaları değil, toplumsal ilişkilerin tümüne sinen bu tılsımlı, dinle iç içe geçmiş anlaşılamaz, bilinemez ve dolayısıyla karşı çıkılamaz durum için t(n)eo-liberalizm nitelemesi, şu nedenlerden ötürü uygundur:
“Adam Smith’in klasik kuramında ifadesini bulan ‘görünmeyen el’ günümüzde yeni-liberalizmin Tanrı’sı olmuştur. İnanılmaktadır ki görünmeyen el, sanki Tanrı gibi, gizemli bir biçimde ekonomik yaşamı yönetmektedir. (…) Dolayısıyla pazarın işleyişinin sonuçlarına boyun eğmek, tıpkı Tanrı’nın emirlerine uymak gibi kaçınılmazdır; bu sonuçlar ne olursa olsun, yeni liberal iktidarların ve programların bunlardan sorumlu tutulmaları ve bu yüzden eleştirilmeleri yanlıştır.” (7)
Somutlaştırmak gerekirse, 19 madencinin yaşamını yitirdiği ocak sahibinin “10 binde 1 olacak felaket bizi buldu. Allah bu kaderi yazmış bize ve başımıza bu felaket geldi” (9) şeklindeki sözleri, artık daha fazla itirazsız kabullenilebilecektir. İş kazası sonucu ölüm, kimi durumlarda önceden de yazgıydı ve kabullenilmeliydi; ancak burada dikkat çeken nokta, yeni eğilimlerin sosyal politikada dönüşümle olan ilişkileridir. T(n)eo-liberalizm koşullarında, işsizlik, yoksulluk ve açlık da bu türdendir.
Dini motifler ve vicdan
Öte yandan uluslararası bir eğilimin yanı sıra AKP döneminin giderek artan bir özgünlüğü olarak, neo-liberal politikaların topluma “dini motiflerle ve vicdan ile bezenmiş bir muhafazakarlık” ile sunulmasını da eklemek gerekir:
“Ahlak, vicdan ve teokratik söylemle süslenmiş yoksulu ıslah etme projesi koruyucu-kollayıcı devletin ve onun yeniden dağıtım mekanizmalarının da sonunu ilan etti. Vicdanlı burjuvaziyi yardıma çağıran muhafazakar, (yeni liberal) demokrasi devleti hayırsever cemaatleri bireylerin koruyucusu ve teşvik edicisi olarak ilan etti.” (8)
Hayırseverliğin yükselişi…
Böylelikle iktisat politikalarının yanı sıra sosyal politikada yeni eğilimin gün yüzüne çıkarttığı bir diğer kurum ise hayırseverlik olmaktadır. Hayırseverlik, bilindiği üzere esas olarak piyasanın kamu gücü ile düzenlenerek, çeşitli meta dışı alanların yaratılmasından önceki döneme ait bir olgudur. Ancak sanayi devriminin ardından eski anlam ve önemini yitirmiş olmakla birlikte devam etmiştir. Şimdilerde ise t(n)eo-liberalizmin yaşamın hemen tüm alanlarını etkisi altına alması ile birlikte, toplumsal sorunların pansumanında yeniden ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda hayırseverlik, sadece bir uygulama değil, aynı zamanda devlet-yurttaş ve emek-sermaye arasında kurulan bir ilişki biçimidir de. Bu durumu, sosyal politikada merkez-hedef farklılaşmasını da içeren bir alıntı ile bizzat AKP’nin kendisinden dinleyelim:
“Devletin özellikle mağdur ve muhtaç kesimler üzerinde sosyal politikalar sürdürmesi gerektiğine inanılmakla birlikte, özel sektör, gönüllü kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları ön plana çıkmaktadır.” (10)
Bundan sonraki yazıda ise sürecin emek üzerindeki etkilerine ana hatları ile değinmeye çalışılacaktır.
Kaynaklar:
7. Işıklı, A. (2002) Dünya Bankası’nın Laik İmparatorluğunda Kumarhane Kapitalizmi, Otopsi, İstanbul, s. 42-43
8. Köse, A.H.; Serdal, B. (2009) “‘Hayırsever Devletin’ Yükselişi: AKP Döneminde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk”, AKP Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, (Der. İlhan Uzgel, Bülent Duru), Phoenix Yayınevi, Ankara, s. 494
9. “19 işçinin öldüğü maden ocağının sahibi çok etti”, http://www.haber24.com/Guncel/1-81118/19-iscinin-oldugu-maden-ocaginin-sahibi-sok-etti.html (Erişim Tarihi: 3.2.2010)
10. Akdoğan, Y. (2004) AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi, Alfa Yayınları, İstanbul, s. 8, http://www.akgenclik.org.tr/tr/muhafazakar_demokrasi-265.html (Erişim Tarihi: 10.2.2010)