“Kapitalizm, insanın insan tarafından sömürülmesidir. Komünizm ise bunun tam tersidir.” Bu fıkranın karanlık bir tarafı vardı, gülünecek bir şey olmaktan çok ağlanacak bir şeydi, çünkü gelip dayandığı yer mutlak bir insanlık çıkmazıydı.” Berman’ın “Marksizmle Maceram” kitabını okuduğumda altını çizerek katıldığım bir görüştü bu. Kavramları oluşturan “insan” ise de, gene o kavramların mümkünsüzlüğünün alametlerini gösteren aynı […]
“Kapitalizm, insanın insan tarafından sömürülmesidir. Komünizm ise bunun tam tersidir.” Bu fıkranın karanlık bir tarafı vardı, gülünecek bir şey olmaktan çok ağlanacak bir şeydi, çünkü gelip dayandığı yer mutlak bir insanlık çıkmazıydı.”
Berman’ın “Marksizmle Maceram” kitabını okuduğumda altını çizerek katıldığım bir görüştü bu. Kavramları oluşturan “insan” ise de, gene o kavramların mümkünsüzlüğünün alametlerini gösteren aynı “insan”dı neticede. Eşitlik, adalet gibi sözcükleri de “sonsuz güven ve bazen ‘samimiyet'” olmaksızın hayatın içine yerleştirebildiğim “anlar” var sadece, alelacele biteceğini bildiğim. İnsan evladının mayası, fırsatını bulduğu an diğerinin zorbası. Kimi geçmiş örnekler kafamı karıştırır, güzel kelimelerle yıkanırım düşlerimde. Güne karıştığımda ise kirlenmişimdir bir daha, bir daha kirlenmek üzere. Postmodern insanın yazgısı biraz da bu gelir bana. İdmansız hayal dünyamız, düşlerimiz bir başka hayatın mümkün olabileceğini gösteremez bize ve bir başka hayatla gelecek gerçekleşmesi muhtemel o güzel kavramları. (Sadece Kenan’ın marifetleriyle inancını, düşlerini kaybetmiş; hayattan düşmüş bir genç değil bu yazının sahibi. Tipik dünya ahvalinin sonuçlarından doğan nice deccallarından biri.) İdeolojiler ve hatta dinlerde bu oluşturulan kavramları beğenir, seçer kendine. Örneğin Sınıf, Proletarya, Emek, Sosyal Adalet gibi kavramlar, sözcükler, tanımlamalar Sosyalist düşüncenin nüveleridir ve sığınakları beyinler. Yolun sonundaki düşe teslim edilmek üzere sahiplenilirler.
Sınıfsal, toplumsal refleksler üzerine kurulu devrimlerin, kımıltıların hatırına, çağımızın “birey”e kalmış kısmen “tortu” itimadını göz önünde bulundurarak düşünmek gerek. “‘Birey’i’ kapitalizm selinden nasıl kurtarabiliriz?” sorusunun endişeleriyle birlikte. (!) İdeolojilerin yitimine ya da daha doğru bir tabirle silikleşmesine sebep küresel kapitalizmin her sınıfa uygun iç gıcıklayıcı cilveli ayarı bu kadar şehvetliyken, ne mümkün bir sınıfın devrimi yaratacak gücüne inanmak. Daha da kötüsü Baudrillard’ın kitleler üzerine söylediği “Artık politik örgütleri güçlendirebilmek için bir toplumsal tanım bile yoktur.”(bir halk, bir sınıf, bir işçi sınıfı, nesnel koşullar.) düşüncesine ramak kalmış fikirlere sahibim. Huzursuzluğum, bu kaybetmeye kabul halim.
İşçiyi “mekanik bir sisteme eklenmiş mekanik bir parça” (Lukacs) olarak görmek dışında toplumsal bir rol biçmek için, neoliberalizmin ensemize damgaladığı barkotları kazımamız gerekiyor ilkin ve dokuz altı yollarında bilinçlenmemiz. Kapitalizm, kendine köle arama zahmetine girişmez. Her şey kendi doğallığında evcilleşir, köleleşir. Sınıfsal farklılıklara göre de ayrı ayrı yöntemler geliştirmez. Aslına bakarsanız, her şey herkesin gözü önündedir. O çok kullanılan örnek: “Uçak bileti almaya paranız olmayabilir, ama bir yerden bir yere uçma şansınız hep vardır.” Şans, tercih, ihtimal, fırsat, seçenek gibi sözcükler o kadar girifttir ki birbirine, birinin esasında hayatınızda olmaması, insanın görme eşiğinin altındadır. (Metaforik anlamda) Hal böyle olunca, akla sınıfsal bir örgütlülükten çok tüm “ayak takımı” olarak adlandırılabilecek kesimlerin uyanışı ile birlikte oluşacak örgütlenmenin insanın haylaz tıyneti üzerinde daha fazla sorumluluk, denetim (!) yükleyeceği düşüncesindeyim. İşin aslı bu daha “kıdemli doğrulardan” gelir bana. Yanlış hayat ne kadar doğru yaşanılırsa, bahtımıza. Marksist düşüncenin gelip dayandığı noktayı bu anlamda yukarda alıntılamış olduğum “insanlık çıkmazı” soruları ile kuşatırım. Ne “Kapital” çaredir bana, ne de kendimi tanımladığım “Anarşist” düşünce yordamları. Kısaca, işçi devletinin de bir zaman sonra belki farklı tarzda ama aynı içerikte bir iktidar genine sahip olacağı kanaati ile sosyalizmi ve ardıl getireceklerini eşelemekteyim. Herzen’in anekdotu ile ifade edecek olursam: “Sopa halkın elinde olmuş, soyluların elinde olmuş ne çıkar, yığınlar dayak yedikten sonra.”
Tasavvur edilen üzerine takvim oluşturmak da ayrı bir eleştiri konusu. Tarihsel Materyalist yaklaşımla toplum ömürlerini biçip kesmek oldukça gülünç gelir bana. E. H. Carr’ın, Marx’ın proleter devriminin sınıfsız toplum nihai hedefini bir öndeyiş olmaktan çok dinbilimciye yakışan bir eskatolojik renge sahip olduğunu söylemesini bu açıdan doğru bulurum. Dili kuramların ve az biraz da akademik jargonun kıskacından kurtararak ifade edersem, proletaryanın hikmeti ne demek, devrim sonrası sağlayacağı devinim ne demek, mutlak insanlık çıkmazına devası ne demek çok anlayabilmiş ya da inanabilmiş değilim. (Gönülden değil.) Garip olan, gözümün gördüğüne de gönlümün inanmamasına razıyım. Neyse…
Şu günlerde Tekel İşçileri’nin haklı istekleri için yılmaz direnişlerine tanık oluyor, Türkiye Tarihi. İşin tuhafı Ankara’nın Sakarya caddesinde tüm bunların olması. Çağımız insanının binbir halini örnekleyebilecek kentin “mahsusçuktan” kaçış yerlerinden biri. İçilip içilip sızılan, konuşup konuşup tüketilen, gezip gezip aslında görülmeyen… İpini koparanın gelip, ipini kalabalıkların arasına saklayabildiği yer. “Vur patlasın çal oynasın, dünya umurumda olmasın.” felsefesinin çerçeveye alınıp kapak olsun diye, hayata nakış nakış işlendiği yer.
Ve tüm bu yazdıklarıma yanıt oluyor, Tekel İşçileri. Vur ama öldürme, diyerek.
Bugün 67. gün diye not düşmek istiyorum tarihe, hevesle. Ankara’nın soğuk, ayaz kış günlerinde, kadınlı erkekli. Tok, çatallı sesleri ile memleketimin tüm şiveleri yan yana, omuz omuza. Kürdün, Türkün, Lazın (…) devlet politikalarından bağımsız açılımları. Kimi İşçi Sınıfı’na yüklediği anlam ile izliyor olanı biteni, kimi basit bir açıklamanın “ekmek kavgasının” tabiatındaki “inat” ile görüyor her şeyi, kimi de hükümetin üfürüp üfürüp tükürdüğü gibi. Ama sonuç; lokavt sırası bu kez Tekel İşçilerinde.
Başta alıntı yapmış olduğum kitabı bana öneren (ve daha birçok kitabı) Göksel Hocamın, yardım yataklık, el altından yakaladığım nasihatini dikkate alarak delifişek nutuklar çekmeyeceğim bu seferlik. Evet, “Dünyayı, ‘Akıllı, makul insanlar değiştirebilir ancak.'” (Ama delilere de ihtiyaç var eklemesini yaparak.) ve böyle tepetakla, bir yumruk gelen yürekler.
Ve ne desem dönecek dünya yanlış hatırlamıyorsam sağdan sola hatta. Ama böyle direnişlerle dönsün. Gözümün gördüğü de, gönlümün inanmak istediği de aynı olacağı günler olsun.
filizgazi@gmail.com