İsyan, asimilasyon, bütünleşme(1) kıskacında “Kürt Açılımı” AKP’nin ‘Kürt açılımı’, Kürtlerin neoliberal yeni sömürgecilikle bütünleştirilmesi; bunun için Kürt hareketinin (PKK) tasfiyesi projesidir. En sonunda “milli birlik ve kardeşlik projesi” adıyla anılması bile, projenin ardındaki niyeti ele vermektedir. Böyle bir adlandırma, Kürtlerin, “Tek Bayrak-Tek Devlet-Tek Millet” çatısı altında “birlik ve kardeşliğe” zorlanması söylemini anımsatmaktadır. İlk bakışta, siyasal […]
İsyan, asimilasyon, bütünleşme(1) kıskacında “Kürt Açılımı”
AKP’nin ‘Kürt açılımı’, Kürtlerin neoliberal yeni sömürgecilikle bütünleştirilmesi; bunun için Kürt hareketinin (PKK) tasfiyesi projesidir.
En sonunda “milli birlik ve kardeşlik projesi” adıyla anılması bile, projenin ardındaki niyeti ele vermektedir. Böyle bir adlandırma, Kürtlerin, “Tek Bayrak-Tek Devlet-Tek Millet” çatısı altında “birlik ve kardeşliğe” zorlanması söylemini anımsatmaktadır. İlk bakışta, siyasal bir taktik gereği, açılımdan geri dönerek yükselen şovenizme verilmiş bir ödün gibi görünse de, bu değerlendirme gerçeği bütünüyle yansıtmaz. Sık sık açılımda kararlılık sözü veren Başbakan Erdoğan’ın, gönül rızasıyla programatik bir geri adım atma şansı yok. Geri adım sorunu, “hazmettire hazmettire” yaşanacak gerilimli-çatışmalı bir siyaset alanının konusudur.
Bugün, ‘uyumlu İslam’ eliyle ‘uyumlu Kürt’ projesi gündemdedir. Siyasal İslam’ın dilinde “milli birlik ve kardeşlik projesi”, “Müslüman kardeşliği” demektir. Osmanlı’da aynı dinden olanların birliğini tanımlayan ‘millet sistemi’ne göre “Müslüman Milleti”, Türk, Kürt, Çerkez, Laz bütün Müslümanları kapsayan tek bir millettir (‘ümmet'{2}). Bu bakımdan, “milli görüş”, yani “dini görüş”, aslında “İslamcı görüş” demektir.
Özetle AKP’nin ‘Kürt açılımı’nın dayanaklarından biri ‘Müslüman kardeşliği’ projesidir. Bu, Osmanlı’dan günümüze dek Kürtlerin düzenle bütünleştirilmesinde kullanılan vazgeçilmez bir projedir. Kürt halkının uluslaşma enerjisi, Müslüman kardeşliği çatısı altında sürekli boşaltılmaya çalışılmıştır. Ancak AKP projesini öncekilerden farklı kılan, ‘açılım’ın ikinci dayanak noktasıyla kaynaşmasından doğan yeni asimilasyon politikasıdır. Bu ikinci dayanak noktası, neoliberal asimilasyon (‘neo-asimilasyon’) politikasıdır. Neoliberal asimilasyon, neoliberal kimlik politikaları gereği, Kürtlerin etnik kimliğinin ve kültürel haklarının kısmen tanınmasını yadsımaz. Ancak ulusal, sınıfsal ve toplumsal haklarının bastırılarak neoliberal yeni sömürge kapitalizmi ve emperyalist Ortadoğu projeleriyle uyumlu hale getirilmesine dayanır. Elbette, bu iş başarılı olursa, Kürt halkının ulusal ve sınıfsal enerjisinin bütünüyle boşaltılması pahasına olacaktır.
Bu, başarı şansı zayıf projenin önünde Kürt hareketi ciddi bir direnç oluşturmaktadır. Şimdilik Türkiye solunun devre dışı kaldığı bir dönüm noktasında, bütün ideolojik-siyasal-teorik yalpalamalarına karşın, Kürt hareketinin savaşçı dinamizmi ve “proleter halk hareketi potansiyeli” Kürt halkının neoliberal asimilasyona karşı güvenebileceği tek devrimci seçenektir.
Kürt isyanlarının ve uzun direniş süreçlerinin yenilgisinin ardından gelen asimilasyon ve düzenle bütünleştirme operasyonları tarihsel derslerle doludur. Savaş ve kriz süreçlerinde patlayan isyanların bastırılmasını, mutlaka toplumsal düzenin ve devletin yeniden yapılandırılması izler. Kürtlerin savaş gücü yok edildikten sonra, artakalanlar asimile edilerek yeni düzen için gerekli bir enerjiye dönüştürülür. İsyanı bastıran yöntem ve kadrolar, ardından gelen yeni düzenin kurucu-egemen unsurlarını da oluşturur. Devlet her seferinde Kürtlerin üstüne basarak doğrulduktan sonra, egemen sınıfların yapısıyla siyasal egemenlik ilişkileri de değişir.
İsyan, asimilasyon ve bütünleşme dönemleri şu şekilde özetlenebilir:
1. Feodal Özerklik
[Kürt Uluslaşmasının Eski Ekseni]
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni sömürgeleştirilmesine dek, feodal özerklik hareketleri, Kürtlerin başlıca uluslaşma ekseni olarak görünür. Kürt feodallerinin önderlik ettiği bu hareketlerin temel kitlesel savaşçı gücünü, yoksul köylüler, yönetici-tüccar-tefeci-esnaf gibi kentli sınıflar oluşturur. Bunlardan doğan isyan, direniş ve savaşlar, Kürtlerin kaderini değiştirdiği gibi Osmanlı’nın ve merkezi devletlerin kaderini de değiştirir.
2. Mevlana Bitlisli İdris Projesi
[Özerk Kürt Beylikleri]
16.Yüzyıl, İmparatorluğun kaderini değiştiren yüzyıllık Celali İsyanları dizisinin ve büyük devletlerle bölgesel savaşların yaşandığı tarihsel bir dönüm noktasıdır. Özerk Kürt Beylikleri de bu süreçte ortaya çıkar ve şaşırtıcı bir tarihsel benzerlikle kriz ve savaşın ürünüdür. Bu beylikler, feodal çelişkilerin şiddetlendiği düzen krizinden ve bölgesel savaşlardan ‘feodal-özerklikçi’ bir çıkıştır.
Yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı askeri-merkezi feodal imparatorluğunda düzen köklü değişimlere uğramaya başlar. Çok yönlü krizlere bağlı olarak, büyük çaplı toplumsal çöküntüler yaşanır. Para rejiminin ve vergi sisteminin çökmesi, ekonomik krizlerin temelini oluşturan mali sistemin çöküşünü getirir. Tarımsal ekonomi daralır, hububat yetersizliği ve mal fiyatları yükselmesi bunları izler. Dış ticaret, iç pazar, en nihayetinde reaya (köylü) aleyhine bozulur. Düzenin temelini oluşturan reayanın aşırı vergilendirilmesi ve artığın ikinci derece feodal unsurlarca kademeli olarak merkeze aktarılması sisteminde köklü bir kırılma oluşur. Köylülük çökerek büyük kitleler halinde topraklarını terk eder (çiftbozan). Böylece Osmanlı feodalizminin itici gücünü oluşturan tımarlı sipahilerin{3} konumları ciddi oranda sarsılarak merkezle olan çelişkileri derinleşir. Buna kent esnafıyla tüccar sınıflarının krizleri ve medreselerde olağanüstü ölçüde yığılan ve büyük işsizlik sorunları yaşayan öğrencilerin (suhte) huzursuzlukları da eklenince, yüzyıllık Celali İsyanları süreci başlar. Celali İsyanları, Osmanlı düzenini toptan değişime zorlayan halk hareketleri dizisidir. Her sınıftan halkın katıldığı bu karmaşık sınıf çatışmaları sürecine tımarlı sipahilerin (“ikinci derecede feodaller”) ve yerel-resmi yöneticilerin önderlik ettiği görülür.{4} Topraklarını terk ederek mülksüzleşen yoksul köylüler ve medrese öğrencileri isyanların temel kitlesel gücünü oluşturur.
Tıpkı imparatorluğun pek çok yöresinde olduğu gibi Kürdistan bölgelerinde de, Kürt Beyleriyle birlikte, aşiret ileri gelenleri, yerel-resmi feodal idareciler ve köylülerin başkaldırıları da görülür.
İşte merkezi ordunun zayıfladığı ve tımarlı sipahilerin konumlarının sarsıldığı bu dönemde, 1514-1639 yılları değişik aralıklarla Osmanlı-İran ve Mısır (Memluk) savaşlarıyla geçer. Vergi-tımar sisteminin çökmesi merkezi ordunun (kapıkulu-yeniçeri) zayıflamasına ve tımarlı sipahilerin savaş isteksizliğine yol açar. Bunun telafisi için hem Kürtlerin savaş gücünden yararlanılır hem de Kürtlere ödünler verilir. Kürt Beylikleri Gürcistan’dan Zağros’a kadar sınır boylarına dağılmış Kürt bölgelerinde emniyet kuşağı olarak kullanılır. Osmanlı-İran Antlaşması’ndan (1639) sonra ise Kürdistan bölgelerinde imparatorluk denetiminin artırılması siyaseti izlenir.{5}
Celali İsyanları, Kürt isyanları ve bölgesel savaşlarla kazanılan feodal özerklik statüsü arasında nedensel bir bağlantı vardır. Sonuçta Kürtler, feodal özerklik statüsünde yeni Osmanlı düzeniyle bütünleşmiştir.
Bu bütünleşmede Şeyh Bitlisli İdris (Mevlana İdris-i Bitlisi) belirleyici rol oynar. Bitlisli İdris projesi, İslam’ın Kürtlerin düzenle bütünleştirilmelerinde kullanıldığı ilk başarılı projedir.{6} Şeyh Bitlisli İdris aracılığıyla toplanan 25 Kürt Beyi ile Osmanlı padişahı Yavuz Selim arasında ayrıntılı bir özerklik antlaşması imzalanır (Amasya, 1515). Kürtler, tarihte b
ir daha böyle ayrıntılı bir anlaşma yapamayacaklardır. Antlaşma, aslında bir savaş ittifakı olmasının yanında, Kürt Beylerine bağımsızlığın yanında vergi zorunluluğu da getirmektedir. Yine antlaşmaya göre, Kürdistan bölgelerinde, bağımsız, yarı-özerk ve Osmanlı’ya bağlı sancaklar olmak üzere üç kategoride yönetsel düzenekler oluşturulur. Örneğin, Erzurum ve Sivas’ın güneyinden itibaren 7 büyük 10 küçük beylik Diyarbakır Eyaleti’ne bağlanır. Ama hepsi de özerk prensliktir.{7}
Hamidiye Projesi{8}
[Kürt Feodalitesinde Yeniden Yapılanma]
19.Yüzyıl ve 20.Yüzyıl’ın başları Osmanlı’nın yarı-sömürgeleştirildiği ve imparatorluğun çözüldüğü dönemdir. Bu dönemde Özerk Kürt Beylikleri tasfiye edilir ve Kürt feodalitesi yeniden yapılandırılır.
Son birkaç yüzyıldır Askeri Merkezi Feodal Osmanlı İmparatorluğu çözülmeye başlar. Feodal çelişkiler şiddetlenir, devletin merkezi otoritesi zayıflar. Osmanlı gelişmiş Avrupa kapitalizmi-emperyalizminin bir yarı-sömürgesine dönüşerek komprador feodal bir devlet yapısı ortaya çıkar. Bundan böyle Osmanlı, yukardan aşağı, uzun, yavaş ve sancılı bir kapitalistleşme sürecine girer. Avrupa’nın dayatmalarıyla reform paketleri gündeme gelir. Bu paketlerin içinde Kürdistan bölgelerindeki Özerk Beyliklerin tasfiyesi ve buralarda devletin merkezi otoritesinin güçlendirilmesi de vardır. Bu yönde çıkarılan vergi, toprak ve iskan yasaları Özerk Kürt Beylerini isyana sürükleyerek “Kürtlerin Yüzyıl Savaşları” denen isyan, savaş ve direniş yılları başlar.
İsyan eden Botan (1847), Bitlis (1849) ve Baban (1851) gibi büyük Kürt Beyliklerinin tasfiyesinden sonra sıra Kürtlerin yeni Osmanlı düzeniyle bütünleştirilmesine gelir. Savaş gücünün yok edilmesinden sonra ilk akla gelen, isyanın önderlerinin askeri-idari unvanlarla (çoğunlukla ‘paşa’){9} bütünleştirilme sürecinde görevlendirilmesidir. İkincisi bütünleşme için salt savaş yeterli olmaz; asimilasyon için mutlaka yeni bir işbirlikçi sınıfın ortaya çıkarılması gerekir. Özerk Beyliklerin tasfiyesi, Kürt feodalitesinin de tasfiyesi anlamına gelmez; Kürt feodalitesi yeniden yapılandırılır. Aşiret reisleri, ağalar ve şeyhlerden oluşan yeni feodal egemen sınıfların işbirliğiyle bütünleşme sağlanır. Böylece Kürt Beylerinin önderlik ettiği feodal özerklik eksenli isyanlar süreci de sona ermiş olur. Artık yeni bir çelişki odağı ortaya çıkar. Merkezi devlet, yeni işbirlikçi Kürt feodalleri aracılığıyla Kürt köylülerini doğrudan vergilendirme yoluna gider. Bundan böyle gerilimler, merkezi devletle, işbirlikçi göçebe Kürt aşiret reisleri-ağalar-şeyhler ve Kürt köylüleri arasındaki üçlü taraflı karmaşık çatışmalar niteliğine bürünür. Hem merkezi devletle yeni feodaller hem merkezi devletle köylüler hem de yerel feodaller arasında sınıf savaşımları şiddetlenir. Ermeniler ve Asurlular gibi bölgedeki öteki etnik-dinsel grupları da kapsayacak şekilde, yaygın bir topraksızlaştırma-mülksüzleştirme hareketi görülür. Kürdistan bölge feodalizmi, yarı-sömürge Osmanlı düzeniyle yeniden bütünleşir. Artık yeni isyanların ve isyan bastırma savaşlarının temeli bu zeminde oluşmaya başlar.
Osmanlı, Rus ve İran devletleri arasında seyreden gerilim, bölgesel savaşlar ve bölgeye müdahale eden İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da işin içine girmesiyle birlikte, bu bütünleştirme uzun çatışmalı süreçlere dönüşür. Gelişmiş Avrupa kapitalizmine bağlanan komprador Osmanlı feodalizmi ve Kürt burjuvazisinin cılızlığı nedeniyle, isyanlar ilerici demokratik çizgiye yönelemez,{10} Kürtler eldeki bütün kazanımlarını kaybederek kurulmakta olan yeni düzenle uyumlu hale getirilir.
Bu uyumlulaşmanın ideolojik hamurunu, “Müslüman Kardeşliği” düşüncesiyle, Kürt egemenleri arasında giderek güçlenen ‘şeyhler’ yoğurur. İslam, Arap ve Kürt ulusçuluğunun kırılması için kullanılır. Arap ulusçuluğuna zemin hazırlayan Vahhabi Hareketi’nin yükselişine karşı Bağdat valisi Mahmut Paşa’nın “uyumlu İslam örneği olarak” Nakşibendiliği destekleme projesi benimsenir. Süleymaniye/Karadağ’lı Mevlana Diyaeddin Xalid El Bağdadi’nin geliştirdiği Nakşibendiliğin Halidiye kolu bütün Kürdistan topraklarında kök salmış, toplumsal, dinsel ve siyasal yaşamda bir otorite haline gelmiştir.{11} Kürt ulusçuluğunun babası sayılan Şeyh Ubeydullahê Nehrî, Saidi Kürdi ve Şeyh Said gibi ünlü isimler, Kürt feodalitesinin ideolojik temeli haline gelen Nakşibendiliğe bağlıdır.
Kürtlerin babası (“Bave Kurdan”) diye anılan Sultan II. Abdülhamit, “Hamidiye Projesi”yle bugünkü asimilasyon çizgisinin öncüleri arasında yer alır. ‘Koruculuk Sisteminin’ ilk örneği olan ‘Hamidiye Alayları’ (‘Kürt milisleri’), işbirlikçi zorba Kürt feodallerinin (ağalar, paşalar) egemenliğini sağlar. ‘Aşiret Mektepleri’, Kürt gençlerinden Osmanlı alt bürokrasisine ve orduya kadro yetiştirir. Şeyh Sait isyanının askeri önderi olarak gösterilen, ama isyandan hemen önce tutuklanan Cibranlı Albay Halit Bey bu mekteplerden yetişmedir. Hizbe Azadiya Kürdistan Cemiyeti’nin önderlerinden olan Halit Bey Osmanlı Rus savaşındaki ‘kahramanlıkları’yla da bilinir.
Sonuçta Osmanlı’nın kimi yukardan reformlarla burjuva demokratik devrimler sürecine girmesine karşın, İslamcılık siyasetinin de desteğiyle bölgede Kürt feodalitesinin sürekliliği sağlanır. Kürtler içerden bölünür, ayrıcalıklı, başına buyruk yeni feodal gruplar ve yeni işbirlikçiler ortaya çıkar, feodalite yeniden pekişir; feodallerin etrafında cılız bir şekilde oluşan Kürt uluslaşma dinamizmi (“feodal milliyetçiliğin doğurduğu Kürtlük bilinci”) çarpılır. Gene aynı şekilde, emperyalizmin Osmanlı’yı yarı-sömürgeleştirmesi, Kürt feodalitesinin çözülmesine yol açmaz. Tersine yerel gerici feodal yapıların Osmanlı düzeniyle bütünleşmesi sağlanarak bu süreç derinleştirilir. İşte Kürt isyanlarının ilerici demokratik taleplerle taçlandırılamamasının tarihsel-toplumsal temeli budur. Böyle bir talebin bayraktarlığını yapacak Kürt burjuvazisi cılızdır ve henüz kendisini toparlayamadan yeni bağımlılık düzeneklerine boyun eğer.
Küçük burjuva Kürt milliyetçiliğinin düzenle bütünleşmesi
Daha serpilemeden ezilen Kürt ticaret-sanayi burjuvazisinin milliyetçilik girişimleri yanında, küçük burjuva Kürt milliyetçiliği ikinci bir uluslaşma ekseni olarak ortaya çıkar.
“Osmanlı yüzyıllar boyu, zengin bir hammadde alıcısı olan Avrupa ile çok bol ve ucuz işlenmiş mal satıcısı Şark (Hint, Rusya, İran) arasında bocalar. İç sanayi sürekli sarsıntılar geçirir”.{12} Kürdistan toprakları önemli ölçüde Doğu’yla ticaretin ticari-sınai yollarını oluşturur. Kürt ticaret-sanayi burjuvazisinin çekirdekleri bu topraklarda yeşermeye başlar. Ancak Osmanlı’nın yarı-sömürgeleştirilmesiyle kompradorlaşma sürecine girer. Ne var ki bu da sonraki dönemlerde Türkiye kapitalizminin burjuva ulusal baskı politikalarının altında ezilir.
Zorunlu iskan, zorunlu göç, sürgünler ve Hamidiye projeleri sonucunda 1900’lerin başlarında Kürt uluslaşma sürecinde yeni bir eksen ortaya çıkar: İsyancı Kürtlerin ikinci kuşak çocukları İstanbul, Halep, Avrupa gibi büyük merkezlerde küçük burjuva Kürt milliyetçiliğinin öznelerini oluşturur. Çoğunlukla iyi eğitim görerek Osmanlı asker sivil bürokrasisinin alt katmanlarına tutunan bu kadrolar, uzun bir süre ‘Jön Türk milliyetçiliğiyle aynı kanalda gelişir. Yayın çalışmaları, dernekleşme, hatta partileşme süreçlerine girerler. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Talebe-Hevi Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti ve Hizbi Azadi Kürdistan
bunlardan bazılarıdır. Kürdistan gazetesi, Roji Kurd, Yekbun ve Jin dergileri ise çeşitli yayın çalışmalarını oluşturur. Hatta Kürt Osmanlı siyasetçileri, Abdullah Cevdet gibi İttihat Terakki Cemiyetinin kurucuları arsında yer alır; Seyit Abdülkadir gibi Danıştay başkanlığı yapar ve Şerif Paşa gibi dış temsilciliklerde bulunurlar. Küçük burjuva Kürt milliyetçiliği, Kemalist örnekte görüldüğü gibi, güçlü bir burjuva harekete dönüşemez, üstelik döneminde yükselen kırsal temelli Kürt isyanlarıyla da buluşamayarak etkisini yitirir. Sonuçta asimilasyon politikalarıyla yeni Türkiye düzeniyle bütünleşir.
Kemalist proje
[Şark Islahat Planı]
Kemalist projeyle (Şark Islahat Planı, 1925) Kürt uluslaşma sürecinde ‘feodal özerkleşme ekseni’ artık bir daha geri gelmemek üzere bütünüyle tasfiye edilir. Yeni cumhuriyet düzeni Kürtlerin kırımı üstüne basarak yükselir.
1923 Devrimiyle, “feodal-komprador devlet mekanizması parçalanmış yerine, tek partinin yönetimi altında küçük-burjuvazinin diktatörlüğü egemen kılınmıştır”. “1923’te kurulan, milli, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde yönetim, hiyerarşik tabanın üst yönetiminde kemalistler olmak üzere, küçük burjuvazinin ve de burjuvazinin bütün fraksiyonlarının ortak yönetimidir.” “Feodal mütegallibe sindirilmiş, ancak politik ve ideolojik gücü kırılmasına rağmen, ekonomik gücü bertaraf edilememiştir.”{13} Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla 1923 Devrimi arasında Kürt egemenleriyle “özerklik-ortak yönetim-ortak meclis” anlaşmasıyla ittifak kurulur. Ne var ki, “Kürtlerin kimliklerini politik, ekonomik veya kültürel olarak muhafaza ederek bürokrasi öncülüğüne yeşertilen burjuvaziye dahil olması Türk ulus-devletinin kendine biçtiği varlık nedeni (raison d’étre) dolayısıyla imkansızlığa mahkumdur.”{14}
Şark Islahat Planı, ulusal ve sınıfsal dinamiklerle harekete geçen Kürtlerin savaş gücünün ulusal baskı politikalarıyla yok edilmesini (“tedip ve tenkil”) hedefler. Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı ve Dersim isyanlarında Kürtlerin savaş gücü büyük kitlesel katliamlarla yok edilir. Kürtleri için gene zorunlu göçler ve iskanlar süreci başlar.
Kürt isyanları moderniteye karşı gerici-feodal isyanlar olarak gösterilir. İlericilik adına Kemalist rejim desteklenir. Oysa Kürt uluslaşmasının ‘feodal özerkleşme ekseni’, onun kendi başına gerici olması anlamına gelmez. Kürt halkının ilerici demokratik talepleri de bu özgün uluslaşma ekseninde yer alır. Bunlar da doğrudan ulusal baskı politikaları altında ezilir. Her ne kadar isyanlara, ağa, şeyh, seyit, aşiret reisleri önderlik etse de ezilen Kürt halkının yoksulluktan doğan sınıfsal enerjisi hareketin dinamizmini oluşturur. 19.yüzyılın ikinci yarısından 1930’lara kadar bütün raporlar, Dersim insanının ekonomik sıkıntı içinde olduğunu yansıtmaktadır. Yoksul köylüler, seyit ve ağalara körü körüne bağlıdır. Bütün kazanç, mal ve toprak tasarrufu ağa ve seyitlerin elindedir. Sınıfsal çelişki belirgindir. Alişer’in ölümünden sonra, aşiretlerin, reislerini öldürüp devlete teslim etmeleri aslında sınıfsal gerilimi yansıtmaktadır. Bu milli ve sınıfsal isyanlar, devletin gelir, orduya taze kan sağlamak için uyguladığı aşırı baskılarından doğmuştur.{15}
Kürt feodalitesi ve ulusal baskı politikaları, Kürt halkının, ezilme ve yoksulluk durumunun süreklilik temelini oluşturur.
Ezilen halk hareketi
[Kürt Uluslaşmasının Yeni Ekseni]
1940’lardan başlayarak Türkiye’nin yeni sömürgeleştirilmesiyle Kürt uluslaşması yeni bir eksende gelişmeye başlar. Dersim yenilgisi yüz elli yıllık uzun direnişini sona erdirir. Bir kez daha Kürtlerin savaş gücü yok edilir. Kürdistan topraklarında merkezi devlet otoritesi sağlanır. Artık Kürtler yeni sömürge düzeniyle ‘oligarşik bütünleşme’ye hazırdır. Yukardan aşağı kurulan kapitalizm yeni sömürgecilik ilişkilerine bağlanırken, sömürge tipi kapitalist devlet ve faşizmin gelişimi, Kürt uluslaşmasının eksenine, ezilen halkın ulusal-sınıfsal dinamizmini yerleştirir.
“Özgürlükler temelli bir takım söylemsel atılımlarla ortaya çıkan Demokrat Parti’nin orta ve büyük ölçekli toprak sahipleri ile burjuvaziyi liberal piyasa ekonomisinin bayraktarlığında yeni bir ittifaklar bloğuna çağırmasına Kürtler de yedekleneceklerdi.”{16} Ulusal baskı politikalarının gölgesinde Kürt egemenlerinin oligarşik diktatörlüğe katılmasıyla, yeni sömürgeci düzenle yeni bir bütünleşme kanalı açılır. Artık ağalar, toprak sahipleri, burjuvaziden oluşan Kürt egemenleri oligarşinin içinde tekelci sermaye, sanayi sermayesi, büyük finansal, ticari burjuvazi ve emperyalizmin uzantılarıyla birlikte egemenliği paylaşır. Onların, ulusal bilincini (‘Kürtlük davasını’) inkar ederek bu yeni egemen ittifaka katılması, artık ezilen yoksul Kürt halkıyla tarihsel çıkarlarının bir daha birleşmeyecek şekilde ayrışmasına yol açar. Bu sefer hayal kırıklığının büyüğünü Kürt yoksulları yaşar: Egemenleri, onları yarı yolda bırakmıştır.
Kürt halk dinamiğinin ulusal ve sınıfsal enerjisini boşaltan, halkın bağımsız hareketini ve demokratik taleplerini ezen “Müslüman kardeşliği” çizgisi, Kürtler yeni sömürgecilikle bütünleşirken bu sefer Demokrat Parti-Menderes projelerinde yaşam bulur. Kürt feodal-dinsel egemenler bu projelerin siyasallaşma kanallarıyla Kürt yoksullarının üstüne basarak düzene katılır. Artık Kürt uluslaşmasını devrimci bayrağı Kürt ezilenlerinin elindedir. Böylece Kürt sorunu, bir ezilen halk sorunu olarak, yeni bir ulusal-sınıfsal eksene taşınır. Ezilen halkın yoksulluğunun temel koşullarını sürekli kılan ulusal baskı politikalarına itirazı ve sınıfsal egemenlik ilişkilerinin hep kendilerinin aleyhine baskı ve sömürüyü derinleştirecek şekilde kurulmasına itirazı artık bu eksenden yükselir.
İşte PKK’nin bütün ideolojik değişkenliğine karşın, sürekli yükselen bir ezilen halk hareketi seyri izlemesi, böyle bir tarihsel-toplumsal temele dayanır. 1960’lardan 1980’lere dek kentli küçük burjuva-aydınların önderlik ettiği Kürt uluslaşma süreci PKK isyanıyla (1984) sona erer. Bundan böyle Kürt uluslaşmasının bayrağı ezilen halka geçer. Uzun Kürt savaşı ve neoliberal yeni sömürgecilikle yaşanan mülksüzleşme, metalaşma ve proleterleşme süreci, proleterleşen ezilen halk dinamiklerini Kürt hareketinin temeline yerleştirir.
Neoliberal asimilasyon
Neoliberal asimilasyon, Kürtlerin, neoliberal yeni sömürge kapitalizmiyle ve emperyalist Ortadoğu projeleriyle bütünleştirilmesi politikasıdır. Onu AKP’nin Kürt açılımıyla, “milli birlik ve kardeşlik projesi” özdeş algılamak yanıltıcı olur. Gene aynı şekilde, iç çelişkileri görmezden gelerek, onu, salt emperyalist projelerin bir gereği gibi görmek de yanıltıcı olur. Neoliberal asimilasyon, neoliberal dönüşüm programının bir gereğidir ve temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasından, siyasal İslam’ın düzenle bütünleştirilmesinden sonra epeydir gündemde bekleyen stratejik bir sermaye programıdır. Sermaye birikim stratejileriyle doğrudan ilişkisi vardır. Üstelik neoliberal asimilasyon, egemenler açısından, neredeyse bir halk isyanının ana yatağı haline gelen Kürt halkının, yeni düzenle bütünleştirilmesi zorunluluğundan türemiştir. AKP eliyle yürütülen “milli birlik ve kardeşlik projesi”, egemen sınıfların temel bütünleştirme programının politik denemelerinden biridir. Bu denemenin kaderi, sınıfsal çelişki ve politik çatışmaların sonucunda belli olacaktır. Sermaye, devrimci bir kırılmaya uğramadan, Kürtleri düzenle bütünleştirme programından asla ke
ndiliğinden vazgeçmeyecektir.
Önceki bütünleşme süreçlerinden farklı olarak, PKK isyanında iki özgün direnç noktası ortaya çıkmıştır: İlkin, PKK’nin yürüttüğü modern gerilla savaşı yöntemleri, Kürt halkının ulusal-siyasal iradesinin birliğini temsil eden yeni bir uluslaşma süreci başlattı; gerilla savaşı, Kürt halkının güvenebileceği tek varlık koşulu haline geldi. Önceki uluslaşma süreçlerinde Kürt isyanlarını yenilgiye götüren aşiret temelli feodal parçalanmışlık, ezilen halka dayalı devrimci savaşla aşıldı. Devrimci savaş, oligarşik diktatörlüğün ulusal baskı politikalarına ve bundan türeyen kontrgerilla savaşına karşı Kürt halkının ortak siyasal iradesini yarattı. 1984’te basit gerilla taktikleriyle başlayan Kürt savaşı, 1990’ların başlarında Kürt kentlerinde halk ayaklanmaları (‘serhildan’) yaratabilecek boyutlara ulaştı. Giderek siyasal etkinliğini artırdı; belediye seçimlerini kazandı; meclise milletvekili soktu. Bu süreçlerde hep, devrimci savaş ve PKK gerillaları, Kürt halk iradesinin birliğinin ve sürekliliğinin güvencesi oldu.
İkincisi, bu süreçte, hızla proleterleşen yoksul Kürt halkının, neoliberal yeni sömürge kapitalizmiyle sınıfsal uzlaşmaz karşıtlıkları oluşmaktadır. Bu olgunun ortaya çıkmasında-yaratılmasında ‘Kürt Savaşı’nın özel bir rolü vardır.
Yaklaşık otuz yıldır süren Kürt savaşı, büyük toplumsal altüst oluşları, kırların ve kentlerin çözülmesini ve büyük göç dalgalarını getirdi. Daha önemlisi, bu dalgalar, neoliberalizmin mülksüzleştirme, metalaştırma ve işçileştirme dinamikleriyle de buluşunca, normal tarihsel koşullarda yüzyıllar alabilecek dönüşümler, on yıllar gibi kısa bir süreçte dramatik biçimlerde gerçekleşti. Böylece Kürt sorunu, Türkiye’nin her tarafına ve bütün rejime işleyen toplumsal ve siyasal bir sorun haline geldi.
PKK gerillalarının başarılı taktiklerinden sonra, 1993’le birlikte kontrgerilla stratejisi değişir: ‘Bul ve yok et’ stratejisinden ‘alanı temizle ve tut’ stratejisine geçilir. Bölgeye bütünüyle hakim olma doktriniyle birlikte savaşın kaderi tümden değişir. Büyük sayılarda ölümlerin yanında, mera yasağı, orman ve ekin yakmalarla geçim kaynakları ve çevre tahrip edilir. Zorunlu göç, tarım ve hayvancılığın çökmesine yol açar. Bölgedeki toplumsal yaşam alt üst olur. Boşaltılıp yakılan yerleşim yerinin sayısı kabaca 3 bin civarındadır. Bazı tahminlere göre yerinden edilen kişilerin sayısı 3, hatta 4 milyon gibi yüksek bir rakama ulaşmaktadır (Kürt İnsan Hakları Projesi, 2002). Bununla birlikte mesela TESEV bu sayının 1,5 milyon olduğunu belirtir. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün DPT koordinasyonu altında yürüttüğü araştırma, rakamları 950.000 ile 1.200.000 arasında vermektedir.{17}
Kürt savaşıyla birlikte ortaya ilginç bir olgu çıktı. Değişen kontrgerilla taktikleri, sadece Kürt gerillaları etkisizleştirmedi; bölgede neoliberal dönüşümün altyapısal gücünü de yarattı. Öncelikle savaşın ve savaş kadrolarının beslenmesi için ciddi bir savaş ekonomisi oluşturdu. Devletin kısmen büyük finans tekellerinden borçlanarak savaşı finanse etmesi -ki bu paralar iç borçlanma mantığı gereği hala yoksulların vergileriyle sermayeye aktarılmaktadır{18}- bölgeye belli bir sermaye akışını getirdi. Ayrıca, savaş kadrolarının bir bölümünün, kural gereği uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi yasadışı yollardan beslenmesi, ciddi bir savaş sermayesi birikimi yarattı. İşte bu birikim, sermayedarların büyük bir ikiyüzlülükle hep eksikliğinden yakındıkları gibi sermaye yatırımı yoluyla değil belki, ama savaş yıkımı yoluyla değerlendirildi. Yerel ekonominin temeli olan tarım, hayvancılık ve geçimlik üretim çökertildi. Bir zamanlar asimilasyonun altyapısal unsurlarını işbirlikçi sınıfların yanında, tanklar için yollar ve köprüler oluştururdu; şimdi ise neoliberal dönüşümlerin yeni altyapısal unsurlar oluşmaktadır. Kürt egemen sınıflar savaş sermayesi ve bunu destekleyen devlet politikalarıyla yeni düzenle bütünleştirildi: örneğin ‘koruculuk sistemi’… Örneğin Dünya Bankası tarımsal fonlarının yukardan aşağı öbek öbek bölgeye yedirilmesi… Örneğin aşiret reislerinin, ağaların ve şeyhlerin ucuz emek sömürüsünü temel alan kirli taşeron şirket zincirlerine eklenmesi… Örneğin “piyasa eksenli kalkınma” programının yaşama geçirmek için bölgenin en kıdemli projesi GAP’ın “neoliberal kalkınma modeline” göre yeniden düzenlenmesi; bunun için devreye giren ‘Çok Amaçlı Toplum Merkezleri’nin (ÇATOM) yaygınlaştırılması…{19}
AKP’nin ‘açılım politikası’nın en büyük destekçilerinden biri Kürt burjuvazisidir. Bütün Kürdistan bölgelerinin sermaye birikim süreçlerine açılması için sanayi-ticaret odaları ve çeşitli STK’larda örgütlenen Kürt burjuvazisi seferberlik halindedir. Kürt burjuvazisi, oligarşi tarihinde hiç olmadığı kadar inisiyatif almaktadır.
Sonuçta Kürt savaşı, sermayenin ‘doğal yatırım süreçleri’nin sıradan akışıyla asla başaramayacağı bir toplumsal olgunlaşmanın hızlanmasına yol açtı. Savaşın neoliberal dinamiklerle buluşarak gerçekleştirdiği yığınsal mülksüzleştirme ve metalaştırma hareketleri, Kürtleri, hızla ve kitlesel olarak proleterleştirmektedir (işçileşme). Kürt uluslaşmasının devrimci enerjisi, Kürt halkının proleterleşmesi; bunun çelişki ve çatışmaları etrafında birikmektedir. Zorunlu göçler ve sürgünlerle büyük Kürt kentlerinin ve İstanbul, İzmir, Mersin gibi anakentlerin çevresinde ciddi bir kentsel yoksulluk dinamikleri ortaya çıkmaktadır. “Dünyanın en büyük Kürt kenti İstanbul’dur” sözü, aslında “Dünyanın en büyük Kürt işçi kenti İstanbul’dur” diye düzeltilebilir. Küçük bir şanslı azınlığı ve mafya ekonomisine kayarak “durumunu kurtaranları” saymazsak, bu yeni göçerler, tarihin en büyük işçileştirme dalgasının toplumsal-yapısal temeli haline gelmektedir. Kürt kent yoksulları, ucuz-güvencesiz işçilik ve taşeronlaştırmayla neoliberal piyasaların en dip çeperine yerleşmektedir. Büyük işsiz yığınlar arasına katılmaktadır. Temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasının getirdiği hak yoksunluklarının en büyük mağdurlarını gene bu kitleler oluşturmaktadır. Eskiden ‘sosyal devlet’in kalkınmacı yatırımlarından bilerek yoksun bırakılan bu kitleler, şimdi neoliberal saldırılar gereği piyasaların denetiminde olan eğitim, sağlık, barınma, beslenme, ulaşım ve enerji gibi temel kamusal gereksinimlerini karşılayamaz durumdadır.
Neoliberal yeni sömürge kapitalizmi bütün çelişkileri proleterleştirmektedir. Ulusal, çevresel, kadın sorunlarından kaynaklanan değişik çelişki türleri özgünlüklerini yitirmese de genel toplumsal proleterleşme süreçlerinde yeniden anlam kazanmaktadır. Örneğin Kürt sorunu da proleterleşmektedir. Kürt yoksulluğunun ve ezilmişliğinin süreklilik temelini oluşturan ulusal baskı politikaları, neoliberal egemenlik ilişkilerinin bir parçasına dönüşmüştür. Kürtlere yönelik ulusal baskı politikaları, artık Kürtlerin proleterleşme (yoksulluk, işsizlik, ucuz ve güvencesiz işçilik…) temelinin sürekliliğini sağlamak için yürütülmektedir. Bu politikayla, aynı şekilde Kürtleri temel kamusal haklardan yoksun bırakmak için yürütülmektedir.
Kürt proletaryası, ağır yenilgi koşullarından geçerek neoliberal düzene direnme olanaklarını yitiren Türkiye işçi sınıfının diğer örüntülerinden farklı olarak ciddi avantajlara sahiptir. Kürt göçmenler, gittikleri yerlere savaş koşullarında edinilmiş özgün kazanımlarını da götürmüştür. Bu kazanımlar hızla proleter
leşen yoksul Kürt halkının bütün sınıfsal enerjisini de emerek ulusal çelişkiler ekseninde özgün bir politikleşme sürecine sokmuştur. Bir yanıyla Kürt uluslaşmasının proleterleşmesi, bir yanıyla da Kürt proleterleşmesinin politikleşmesi olarak yaşanan bu süreçte eksik olan şey, Kürtlerin sınıfsal enerjilerinin aynı zamanda proleter bir devrimci hareket olarak da örgütlenmesidir. Bu koşullarda, bütün işçi sınıfı hareketlerinin ilksel çağlarında -oluşum süreçlerinde- görünen “zayıflıklar”, Kürt proletaryasında da görülmektedir. Yoksul Kürt halkının, toplumsal çatışmalar alanında biriken sınıfsal enerjisi, savaş koşullarında oluşmuş “Kürtlük davası” içinde eriyerek, Kürt ve Türk halklarının ortak devrimci süreçleri açısından zaman zaman “yıkıcı” süreçlere dönüşmektedir. Oysa sınıfsal dinamikleri temelinde toplumsallaşmış-bütünleşmiş halkların, politik bütünleşmeleri de hem ulusal devrimci hareket kaygısını güdenlerin hem de sınıfsal devrimci hareket kaygısını güdenlerin ortak davası olmak zorundadır.
Egemen sınıflar neoliberal asimilasyon politikalarıyla bu zayıflıkları sürekli büyütecek müdahalelerde bulunmaktadır. Savaş, şovenizm ve siyasal İslam kıskacında büyütülmeye çalışılan da budur: Türkiyeli devrimcilerin başına şovenizm belası musallat edilirken; Kürtlerin ilerici demokratik talepleri, kimlik ve kültürel haklar bağlamına oturtularak neoliberal kimlik politikalarının parçası haline getirilmek istenmektedir. Bedeller ödenerek elde edilen ve artık yadsınamaz olan savaş kazanımları, temel toplumsal-ulusal hak ve özgürlükler, neoliberal yönetişim demokrasisiyle yerel yönetimlerin azıcık güçlendirilmesi formülüyle eritilmeye çalışılmaktadır. Üstelik inisiyatifi kaptırma kaygısıyla, egemenler, bunu bile tam anlamıyla göze alamamaktadır. Bilindiği üzere, neoliberal dönüşümün olmazsa olmazı, Kamu Yönetimi Temel Kanunu-Yerel Yönetimler Kanunu bile salt Kürtlerin ileri inisiyatifler almasından çekinildiği için bir türlü gündeme getirilememektedir. Bu kanunlar, Kürt hareketinin temel talebi “Demokratik Özerklik” talebine kapı aralamaktadır. Aslına bakılırsa Kürt hareketi ve halkın ulusal-sınıfsal direnme potansiyeli neoliberal açılımların önünde temel engel olarak görülmektedir. Bu nedenle Kürt hareketinin tasfiyesi, Kürt açılımının zorunlu bir parçası haline getirilmek istenmektedir.
Ayrıca, siyasal İslam, neoliberal-İslamcı projenin ideolojik altyapısını oluşturmaktadır. Kürtlerin asimile edilerek yeni düzenle bütünleştirilmesinde oynadığı tarihsel rol, bu sefer daha pekiştirilmiş bir şekilde gündeme getirildi. Zaten Kürtlerin köklü inançları arasında yer alan Sünni-Şafi-Nakşibendi akımlar, bugün bir de neoliberal piyasaların ruhuna en uygun akım olan Fethullahçılıkla birlikte yaygınlaştırılmaktadır. Gülen cemaati bölge halkını Türk-İslam milliyetçiliğine entegre etmek için salt Van’da 1600’e yakın ev açmış bulunuyor. Cemaat Van’da çalışmaları bürokrasi, eğitim, sağlık, AB projeleri, KÖYDER ve KÖYDES üzerinden yürütüyor. FEM-Çağlayan Dershanesi, Özel Serhat Koleji ve Özel Çınar İlköğretim okulu cemaate bağlı çalışıyor. Van Öğretmenler Derneği özellikle ‘Doğudan batıya gönül köprüsü’ adını verdiği proje ile de Kürt ve Türk çocuklarının kaynaşmasını hedefleniyor. Hayat Hastanesi, Akademi Tıp Merkezi gibi kuruluşlarla Cemaat, sağlık alanını ekonomik bir pazar olarak görüyor. Mülki amirlerin eliyle kadrolaşan cemaat, sağlık kurumlarını tamamen denetimine almış durumda. Özellikle Vali yardımcılarının, Kaymakamların ve emniyet amirlerinin cemaate üye veya yakın kişilerden oluşmasına dikkat ediliyor. Bu yolla halka devletin sıcak yüzü gösterilmeye çalışılırken, bir yandan da zaten devletin yapması gereken sosyal yardımlaşma fonu yardımları cemaatin bir lütfüymüş gibi sunuluyor. Cemaat sendikal alanda Memur-Sen konfederasyonu bünyesinde örgütleniyor. Bu alanda Van’da Eğitim Birsen ve Sağlık Birsen içinde örgütlenirken bu sendikaların Van’da 1500’e yakın üyesi bulunuyor. AB projeleri de cemaat için güçlü bir gelir kaynağı. AB’nin Sosyal Riski azaltma projesi için verdiği paralar Cemaatin ihtiyaçları için karşılanıyor.{20} Son zamanlarda bu Cemaatin yanında, iplerin kopma noktasına gelmesi halinde, daha sert politikalarda devreye sokulmak üzere Hizbullah gibi örgütlenmeler de bölgede yaygınlaştırılmaktadır.
Sonuç
Kürt isyan ve direnişleri, bunların bastırılması, Kürtlerin asimilasyonu ve düzenle bütünleştirilmesine ilişkin bu kısa değinmenin gösterdikleri şunlardır:
1. Kürt uluslaşmasının feodal çelişkilerden doğan isyanlar bastırıldıktan sonra, bütünleşme Kürt feodalitesinin tasfiyesiyle değil, onunla uzlaşarak sağlanmış; isyana önderlik eden Kürt feodal egemenleri tasfiye edilmiş ya da karşı tarafa geçmiş; hem merkezi devlette hem de Kürt feodalitesinde egemenlik ilişkileri el değiştirmiştir. Sonuçta Kürt halkının yoksulluktan doğan savaşçı potansiyeli tasfiye edilmiş, isyanlar, devrimci ve özgürleştirici bir uluslaşma sürecine dönüşememiştir.
2. Koçgiri-Dersim eksenli isyanlar hariç, düzenle bütünleşmede Kürt feodalitesinin ideolojik temeli olan Sünni-Şafii-Nakşibendi İslam belirleyici rol oynamış; buna son yıllarda, neoliberalizmin ruhuna uygun olarak Fethullahçılık da eklenmiştir. Kürtlerin ulusal-sınıfsal enerjisini boşaltmak için her dönem mutlaka “İslam milletinin birliğini”, “Müslüman kardeşliğini” işleyen projeler yapılmıştır. Bu olgu, Siyasal İslam’a karşı mücadeleyi Kürt halk hareketinin ulusal-sınıfsal kuruluşunun zorunlu bir parçası kılmaktadır.
3. Yeni sömürgecilikle birlikte Kürt uluslaşmasının eksenine ezilen Kürt halkı yerleşmiş, neoliberal yeni sömürgecilikle birlikle Kürt sorunu proleterleşmiş, Kürt halkının proleterleşmesi hızlanmış; Kürt özgürlük mücadelesinin bayrağı artık Kürt proletaryasının eline geçmiştir. Artık, nesnel olarak, Kürt uluslaşması bütün ulusal-etnik özgünlüklerini koruyarak Kürt proletaryasının davasıdır.
4. Kürt proletaryası neoliberal asimilasyona karşı hem Kürt ulusal davasının hem de toplumsal kurtuluş (sosyalizm) davasının öznesidir. Ulusal dinamiklerin yanında, proleter eksenli dinamiklerle hak mücadelesi eksenli dinamikler, Kürt hareketinin sürükleyici dinamikleri arasına hızla yerleşmektedir.
5. Kadın hareketi, Kürt hareketinin en etkin dinamiklerinden biridir. Feodal, dinsel ve neoliberal gericiliğe karşı mücadelenin ortak öznesi olan kadın hareketi, ilerici, demokratik, laik değerlerin güvencesi ve toplumsal kurtuluşun etkin militanıdır.
6. Ucuz ve güvencesiz çalışmanın ana çalışma biçimine dönüşmesi, Kürt proletaryasını işçi sınıfı hareketinin kurucu öznelerinde biri haline getirmektedir. Ne var ki henüz bu sürecin Türkiye tarafına düşen görevleri devrimci biçimlerde yönetebilecek devrimci bir hareket bulunmamaktadır.
7. Kürt halkının proleterleşme eksenli toplumsal bütünleşmesi Türkiye’de olağanüstü boyutlarda kaynaşma sağlamıştır. Ancak Kürt sorununun yukardan aşağı ulusal baskı politikalarına dayalı “çözümü”, neoliberal asimilasyon ve kontrgerilla yöntemleri, genel olarak işçi sınıfı ve yoksul halklar arsında şovenizmin tırmanmasına yol açmaktadır. Bu çelişkinin devrimci biçimlerde çözümü, şovenizme karşı mücadeleyi işçi sınıfı hareketinin kuruluşunun birincil görevlerinden biri haline getiren bir yeniden kardeşleşme çizgisiyle olasıdır. Ne yazık ki, Kürtler arasında artan ulusal-sınıfsal dayanışma duygusu, Kürt sorunun toplumsallaşmasıyla birlikte, Türkiye sınıf
hareketinin tamamında yaşanmaz. Kirli savaş ve faşizmin kışkırtıcı pratiklerinden beslenen kitlesel şovenizm dalgalanmaları, böylece sınıfsal bir temele de oturarak, emek hareketinin yakıcı bir sorunu haline gelmektedir. Neoliberal çalışma ve yaşam düzeneklerinde küçük parçalara ayrılan işçi sınıfı ve eriyen emek hareketinin bölünme temelleri kitlesel şovenizmle de desteklenmektedir. İşçi sınıfı ve yoksul halk kitleleri içinde yükselen şovenizm ve Kürt düşmanlığı, sınıf içi rekabete meşruiyet sağlayan siyasal-ideolojik bir akıma dönüşmektedir. Bu bakımdan şovenizme karşı mücadele devrimci sınıf hareketinin yaratılmasında öncelikli gündem maddeleri arasında yer almaktadır.
Dipnotlar:
1 Asimilasyon: Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu. Bütünleşme: Entegrasyon, uyum. Düzenle bütünleştirme, düzene uyumlu hale getirme. (TDK, Sözlük)
2 İslam dinine bağlı olanların tümüne verilen ad.
3 Yalçın Küçük, Fatih Sultan Mehmet-21 Yaşında Bir Çocuk, Tekin Yay., 1987
4 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası -“Celali İsyanları”, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2009
5 Faik Bulut, a.g.e., sf.151
6 Mevlana İdris-i Bitlisi, 1400’lerin ikinci yarısı ve 1500’lerin başlarında yaşamış bir Kürt bilgini ve siyasetçisidir. Uzun Hasan ve oğlu Yakup Bey zamanında Akkoyunlu’da; 2.Bayezid ve oğlu Yavuz Selim zamanında Osmanlı’da saray/divan hizmetleri yapmıştır. Nakşibendi tarikatına bağlıdır. Yavuz Selim’le birlikte Çaldıran, Ridaniye ve Mercidabık savaşlarına katılmış; Çaldıran sonrası bir süre Tebriz’e yerleşmiştir. Burada Ulu camide vaazlar vererek ve karakola komutanlık yaparak halkı Osmanlı yönetimine bağlamaya çalışmıştır. En ünlüsü Heşt Behişt olmak üzere pek çok kitap çalışması vardır.
7 Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, Evrensel Basım Yayım, ikinci basım, İstanbul, 2005, ilgili bölümler; ayrıca, Altan Tan, Kürt Sorunu, Timaş Yay., üçüncü baskı, İstanbul, 2009, ilgili bölümler.
8 Kavram Mustafa Armağan’a aittir. Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Timaş Yay., 2009
9 Örneğin Revanduz Beyi Kör Mehemed Paşa isyanı (1833). İsyan bastırıldıktan sonra Paşa bölgenin genel komutanı olarak atandı, sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Bu unvanla satın alma yöntemi hemen bütün isyanlarda denenecektir. Hatta Dersim önderi Seyit Rıza’ya bile “Dersim Generali” unvanı verilmiş ve Seyit Rıza bu unvanı yazışmalarında kullanmıştır.
10 Mahir Çayan, “Kesintisiz Devrim II-III”, Dünden Yarına Kalan (seçmeler), Devrim Yay., İstanbul, 2006
11 “II.Abdülhamit’ten AKP’ye Siyasal İslam ve Kürtler”, Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi, www.lekolin.org
12 Mustafa Akdağ, a.g.e.
13 Mahir Çayan, a.g.e.
14 Harun Ercan, a.g.e.
15 Faik Bulut, a.g.e., sf.70
16 Harun Ercan, “Türkiye’de Ulus-Devlet Oluşumu, Kürt Direnişi ve Dönüşüm Dinamikleri”, Toplum ve Kuram, S.1, Mayıs 2009
17 Jacob von Etten, Joost Jongerden, Hugo S.de Vos, Annemarie Klasse, Esther C.E. von Hoeve, “Türkiye Kürdistan’ında Kontrgerilla Stratejisi Olarak Çevre Tahribatı”, Toplum ve Kuram, S.1, Mayıs 2009
18 Erdem Yörük, Söyleşi, ANF News Agency, 01 Aralık 2009
19 Nilay Özok, “Güneydoğu Anadolu Projesi’nde Bir Yönetim Stratejisi Olarak ‘Sosyal Kalkınma'”, Toplum ve Kuram, S.1, Mayıs 2009. Yeni Bölge Kalkınma Planı (2002) gündemdedir. Bir GAP projesi olarak devreye giren, sivil toplum ve özel sektörün işbirliğinin başarılı örnekleri arsında gösterilmektedir. Özellikle gençleri hedefleyen ÇATOM’lar, başta Türkçe dil derslerinden doğum kontrol programlarına, duyarlılık derslerinden istihdamı hedefleyen kurslara kadar pek çok çalışma yapmaktadır. Bugün tamamen STK’laşmış olan bu örgütler BM, Procter & Gamble ve TEV gibi kuruluşların ortak projelerince desteklenmektedir
20 ANF News Agency, 13 Aralık 2009.
Halkın Devrimci Yolu Dergisi Ocak-Mart sayısında yayınlanmıştır.