Eski Yeraltı Maden-İş Sendikası Başkanı Çetin Uygur, Tekel direnişi hakkındaki değerlendirmelerini Sendika.Org’la paylaştı. Başbakan’ın işçileri tehdit ettiği 2 Şubat’taki grup toplantısı ile aynı gün düzenlenen bir dayanışma etkinliğinin dönüşünde, Uygur’un yol boyunca anlattıklarını aynen aktarıyoruz Tekel işçilerinin iktidardan talepleri çok açık ve net. Yasal anlamda kazanılmış olan haklarının tanınmasını ve uygulanmasını istiyorlar. Tekel’in AKP eliyle […]
Eski Yeraltı Maden-İş Sendikası Başkanı Çetin Uygur, Tekel direnişi hakkındaki değerlendirmelerini Sendika.Org’la paylaştı. Başbakan’ın işçileri tehdit ettiği 2 Şubat’taki grup toplantısı ile aynı gün düzenlenen bir dayanışma etkinliğinin dönüşünde, Uygur’un yol boyunca anlattıklarını aynen aktarıyoruz
Tekel işçilerinin iktidardan talepleri çok açık ve net. Yasal anlamda kazanılmış olan haklarının tanınmasını ve uygulanmasını istiyorlar. Tekel’in AKP eliyle özelleştirilmesiyle birlikte Tekel fabrikaları kapatıldı ve sadece yaprak tütün düzenleme alanları açık kaldı. Yaprak tütünde uzun süre çalışmış olan işçilerin şimdi bu çalışma ortamı da kazanılmış haklarıyla birlikte ellerinden alınmakta ve çalışma güvenceleri de ortadan kaldırılmaktadır. Hükümet diyor ki, “Kıdem tazminatını veriyorum. Bundan sonrasında seni daha düşük bir ücretle 11 ay daha tutacağım ama 11 ay sonrasının herhangi bir güvencesi yok.” 11 ayın sonrasında işçilerin ne bir tazminat ne de emeklilik haklarından söz etmek mümkün.
Bunu gören işçiler, özelleştirme yasası gereği, iktidarın kendilerine devletin diğer işyerlerinde çalışma hakkı vermesini istiyorlar. Herhangi bir kent, bölge, işyeri ayrımı gözetmiyorlar. “Bizi Türkiye’nin herhangi bir yerindeki kamu işletmesinde çalıştırabilirsin. Yeter ki kazandığımız çalışma hakkımız sürsün” diyorlar.
İşçi “yarabbi şükür” desin
İktidar ise bunu reddediyor. Maliye Bakanı “Biz aslında Tekel işçilerine merhametli davrandık” dedi. Toplumun en üst örgütselliği olan devleti yönetme etkinliğini üstlenmiş olan birinin bu devleti var eden topluma bakış açısını sergileyen bir değerlendirmeydi o, ‘merhamet’ sözcüğü. Gelecek için nasıl bir toplum yapısı düşündüklerini açığa vuruyor. Başbakan, Maliye Bakanı’nın bu sözünü pekiştiren söylemlerde bulundu. Yani onlara göre, iktidarda bulunan yönetici güç, tebası olarak gördüğü toplumun tümüne bağışta bulunacak. Ne verirse, toplum “yarabbi şükür” diyecektir. Yani toplumun teba toplumu haline gelmesini öngören bir bakış tarzı.
Ancak işçilerin ekonomik ve demokratik talepleri konusundaki kararlılıkları sonucunda, etraflarında çok ciddi yeni bir güç oluştu. O güç de gene, örgütlü örgütsüz işçileri ve geniş halk kitlelerini barındırmaya başladı. Çünkü, onlara karşı olan iktidarın bu tavrı, toplumun kendi geleceği açısından da gördüğü bir tehlikeye işaret ediyor.
Zonguldak’tan Tekel’e
Zonguldak maden işçileri, 12 Eylül faşist darbesiyle engellenmiş olan toplu sözleşme masalarına, ilk kez yeni bir yönetimsel yapıyla oturup taleplerini dile getirdiğinde de iktidar bu taleplere olumlu yanıt vermemişti. O zaman bir ses yükselmişti. Türkiye işverenler örgütü adına İshak Alaton, “Devletin ekonomik zorluklarını dikkate alıp, bu ocakları kapatalım; zarar ediyorlar. İşçilere oturdukları yerde paralarını verelim, kömürü dışarıdan ithal edelim. Daha az zarar ederiz” demişti. Bu aslında Türkiye’deki yeni ekonomik düzenin açık ilanıydı. İşçiler, Türkiye toplumu, Türkiye solu da bu çok açık sözle birlikte, mücadelelerini işyerlerindeki ekonomik demokratik taleplerinden, demokrasi talebine sıçrattılar. İşçilerin demokrasi talebini nereye söylemesi, nereden yanıt alması gerekiyordu? Ülkenin siyasi merkezi olarak Ankara’dan. Dolayısıyla Ankara’nın üzerine yürümeye başladılar.
Bu eylem o kadar benzerlik taşıyor ki, aslında Zonguldak eylemi ışık tutuyor Tekel işçisine. Tekel işçisinin yanında, sendikal örgütlülük içinde sayıları alabildiğine düşmüş olsa da işçiler, işsizler, geniş halk kitleleri, kamu çalışanları da yer almaya başladı. Çünkü Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları açık seçik göz önüne serilmeye başlamış oldu. Siyasi iktidarın, Tekel işçisinin bu talepleri karşısındaki tavrı bir tedirginliği yansıtmaktadır. İktidar, yeni bir sendikalar yasası, yeni bir toplu iş sözleşmesi düzeni oluşturma ve derneklerin ve odaların ekonomik ve siyasi rollerini sınırlanırma niyetindedir. Hakları gasp edilen emekçi kesimler tepkilerini dile getirdikçe onlara yönelik yeni saldırıların sinyallerini vermektedir. Ve bu tavrı gördüğü için geniş kesimler Tekel işçisinin etrafında büyük oranda güç vermeye başladılar.
“İdeolojik bu eylem!”
Bu durum siyasi iktidarı alabildiğine rahatsız ediyor. Öyle rahatsız oluyordu ki Başbakan, önce “işçilerin bu eylemi ideolojiktir” diye kendince saldırdı. Evet, işçilerin eylemi ideolojik. Çünkü işçiler yaşama kendi sınıf gözlükleriyle bakmaya başlamışlar. İşçiler sınıf gözlükleriyle baktıkça AKP iktidarındaki rahatsızlık büyümeye başladı. Uzun yıllar Türkiye toplumu üzerinde iktidarların, sermayenin kullandığı; devrimci, sosyalist kesimlere yönelik işkencelerle başlayıp idamlara kadar uzanan, yargılamalarda kullanılan bu “ideolojik” suçlamasını, Başbakan’ın ağzından TV ekranlarında, mitinglerde, meclis kürsülerinde duymaya başladık; “İdeolojik bu eylem.”
Oysa, daha birkaç ay önce MÜSİAD Başkanı “Bizim zamanımızda Türkiye’de gerçek kapitalist, gerçek burjuva var edildi” dedi. Gerçek burjuva yaratıldı demek ne anlama geliyor? Bir burjuva, bir kapitalist yaratmak, bir toplumda neye dayanmaktadır? Emeğin sömürüsüne, halkın soyulmasına dayanmaktadır. Değerleri üreten beynin ve bedenin sömürüsüne dayanmaktadır. Dolayısıyla bu kadar büyük bir sömürü ve soygun sonrasında var olan yeni bir sınıfın savunusu çok ciddi bir ideolojinin gereği, yani kapitalist ideolojinin gereğidir. Bunun bu derece açık söylendiği noktada, Başbakan işçilerin bu eylemini “ideolojik bir eylemdir” diyerek karalamaya çalıştı. Ama toplum karşısında onları zayıf düşürme, mahkum etmeye dönük saldırısı hiç tutmadı. Üstüne üstlük işçilerin örgütleri, “evet ideolojik” dediler. Bütün bunlara rağmen yıpratılamayan bu mücadele bugün çok ciddi bir noktaya geldi diye düşünüyorum.
Hayat ona öğretti
Hayatın kendisinin öğretisini taşıyor işçiler. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, aklı başına geliyor. Bildiğim kadarıyla Diyarbakır’daki çalışan Tekel işçilerinin tümü AKP’ye oy vermiş işçiler. Televizyon ekranında mikrofon tutulmuş olan işçiler de, “Biz AKP’ye oy verdik” diyordu. Ama yaşadıkları onlara gerceğin ne olduğunu öğretiyordu. Hayat öğretiyordu. Sendikacı yaşadığı sistemi ona öğretemediyse, ki öğretemedi, sol diye geçinen biz öğretemediysek, hayat ona öğretti.
Safları sıklaştırıyorlar
Başbakan TBMM’de partisinin grup toplantısında salona doldurulmuş taraftarlarına seslenirken, eylemde Tekel işçilerinin azınlıkta olduğunu, onların etrafında ise birtakım grupların yer aldığını, bu grupların ideolojik örgütlülükler halinde bulunduğu ve de bunların bugün Türkiye’de çok konuşulan darbe ve karanlık işler peşinde koşanları destekleyen gruplar olduğunu söyledi. Sonra olayı öyle bir noktaya getirdi ki, “Bugün Tekel işçilerine sunduğumuz ekonomik hakları kabul etmeye hazır binlerce asgari ücretli, binlerce işsiz var” dedi. Başbakanın bu söylemi ekranlarda defalarca tekrarlanırken, bu gene AKP yanlısı kesimlerde de yankılanmaya başladı. Bu ciddi bir uyarıdır, ciddi bir tehlikenin başlangıç noktasıdır diye düşünüyorum.
İşçiler, hükümetin “11 aylık çalışmaya artı 22 gün vereyim, 12 ayı yakalamış olacaksın, o 12 aylık sürenin de tazminatını ödeyeceğiz” gibi söylemlerine ‘evet’ demediler ve mücadelelerinde kararlı olduklarını açıkladılar.
İşçilerin bu ka
rarlılığını karşısında, kamu çalışanlarının örgütleri de, diğer konfederal örgürler de işçilerin mücadelesini destekleyeceklerini, üretimden gelen güçlerini kullanma doğrultusunda onların yanında olduklarını söylediler.
Tüm bunlar, iktidarın sözcüsü olarak Başbakan’ın bu saldırısını çok açık ilan etmesini getirdi.
“Hükümet elden gidiyor!”
“Size verdiklerimle bugün çalışmaya hazır binlerce işsiz, asgari ücretli var. Destekleyici diye oraya gelenler, hepsi ideolojik gruplar. Etrafınızdakiler bugün çok konuşulan karanlık işlerin, darbelerin destekleyicisi güçler. Bu eylemin hedefi hükümeti devirmektir.” Böyle olunca, AKP’ye sahip çıkmaya çağırıyor. Bu, AKP’nin eylemdeki kararlılığını gösteren işçilere karşı başlatılacak saldırgan bir politikayı haklı gösterme söylemidir.
Yabancı sermayenin sömürüsüne açık hale gelmiş olan ve elindeki bütün değer ve hizmet üreten kurumları sermayeye devredilen Türkiye’de devletin yeniden yapılandırılması görevini üstlenmiş olan AKP, arkasında yarattığı yeni sermaye sınıfıyla yoluna devam ederken, anayasayı da kapsayan yasal düzenlemeleri yaparken karşısına çıkan böyle bir eylem, onun açısından bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü bu eylem Türkiye toplumunun, nereye götürüldüğünü görmesini sağlamaktadır. AKP, işçilerin yarattığı bu tehlikeyi aşmak için, her geçen gün büyüyen, güçlenen bu eylemi kırmak, dağıtmak zorundadır. Taviz verme şansı yoktur. Kendi planları açısından, taviz vermemek zorundadır.
AKP kavgaya çağırıyor
Kentlerde, kasabalarda, mahallelerde farklı çizgilerden insanlar Tekel işçilerine destek için bir araya geliyor, memleketin durumunu, işçilerin eylemleri ve talepleri üzerinden kendi çevrelerine en duru biçimde anlatıyor. Toplum bu eylem üzerinden kendi çıkarlarının ve AKP iktidarının gelecek tasarımının bilincine varıyor. İşte bu rahatsız etmektedir iktidarı ve iktidar şu anda en tehlikeli saldırısını başlattı. “Bu eylem aslında işçilerin talepleri için değildir. Bizi devirmeyi hedeflemektedir” diyerek destekçilerini bir çatışmaya çağırıyor. Bu eyleme karşı kendi arkasında yarattığı sermaye sınıfının desteğiyle birlikte işsizleri, asgari ücretlileri ve kendisine oy vermiş olanları çatışmaya çağırıyor. Oysa bu işçilerin içinde de çok sayıda ona oy vermiş ama “elim kırılsın” diyen, ama olayın içinde gerçekleri kavrayan kitleler var. AKP bu çatışma içerisinde kendisini toparlayabilmek için, yeni silahlarla donattığı polis teşkilatını da kullanarak eylemi dağıtmaya, açık söylemek gerekirse kanlı bir baskına hazırlanıyor.
O zaman çok hızlı bir şekilde ilerici demokratından “sosyalistim” diyenine kadar, sendikasından meslek örgütüne, demokratik kitle örgütünden düşünce gruplarına kadar tüm herkes yaşanan bu olayı dikkate alarak çok hızlı bir şekilde bu saldırıyı göğüslemeye hazırlanmalıdır. Böyle bir çatışma yaşanmasını engellemek zorundayız. Çünkü böyle bir çatışmanın sonuçlarının üstesinden gelebileceğimizi söylemek oldukça zor.