Yüksek lisans tezini TEKEL’in özelleştirilme sürecinin kadın işçilere etkisi üzerine yapan Özgün Akduran, “TEKEL kadınlar için sadece bir işyeri değil bir sosyalleşme, kendini ortaya koyma, bireyleşme mekânı da oldu” diyor İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olan Özgün Akduran “Kadın işçilerin duruşlarının güçlü oluşunun nedenleri işte buralarda yatıyor. Bu kadınlar, bulundukları sosyal çevrelerin koşullarında […]
Yüksek lisans tezini TEKEL’in özelleştirilme sürecinin kadın işçilere etkisi üzerine yapan Özgün Akduran, “TEKEL kadınlar için sadece bir işyeri değil bir sosyalleşme, kendini ortaya koyma, bireyleşme mekânı da oldu” diyor
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olan Özgün Akduran “Kadın işçilerin duruşlarının güçlü oluşunun nedenleri işte buralarda yatıyor. Bu kadınlar, bulundukları sosyal çevrelerin koşullarında ücretli işe kavuşma yönünde hiçbir başka beklenti yok iken genç yaşlarda, TEKEL aracılığı ile ücretli işe kavuşmuşlardı” diyor.8 Yüksek lisans tezini TEKEL’in özelleştirilme sürecinin kadın işçilerinin mücadelesini konuştuk.
Kadınların fiziksel olarak erkeklere göre daha güçsüz olduğu varsayılır. Fakat TEKEL işçilerinin direnişinde kadınlar da güçlü duruşları nedeniyle çok konuşuldu. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi izin verirseniz sorunuza vereceğim cevabın daha anlaşılır olması için kısa ve tanıtıcı bir tarihsel özetle başlayalım. TEKEL’in tütün kısmındaki üretim süreci, üç aşamadan oluşuyordu. Üreticiden alınan ürünün depolanması, yaprak tütün işleme atölyelerinde tütün yapraklarının kalitesine göre ayrımlanması ve sigara fabrikalarına nakledilen tütünün buralarda sigara üretiminde kullanılması. TEKEL’in tütün ve sigara sanayi işletmeleri kuruluşundan itibaren kurumun en fazla kadın istihdam edilen kısımlarıydı. TEKEL yaprak tütün işleme atölyelerinde elle yapılan ayrımlama işinde, çevre köy ve yerleşim yerlerinden işe aldığı çoğu “vasıfsız” olan -içlerinde okuma yazma bilmeyen hatta anadilleri Türkçe olmadığı için konuşma zorluğu yaşayan kadınlar da vardı- kadın işçileri istihdam etmekteydi. Bu işçiler mevsimlik veya geçici statüde işe alınmış olmalarına rağmen, hem bütün sosyal haklara sahipti hem de TEKEL’in tütün alım miktarları 2000li yıllara kıyasla çok çok yüksek olduğundan tütün ayrımlama işi yılın tamamına yayılarak yapılıyor ve kadın işçiler tüm yıl çalışabiliyorlardı. O dönemlerde bir atölyedeki kadın işçiler saatte 200 kilo civarı tütünü ayrımlayabildiklerini söylemişlerdi. TEKEL’in tütünün ekildiği bölgelerde konumlandırdığı yaprak tütün işleme atölyeleri ve sigara fabrikaları (100’den fazla yaprak işleme atölyesi ve 8 fabrika) çok sayıda insanın geçim kaynağını oluşturmakta ve bazı ilçelerde neredeyse ekonomik hayatın kendisini tek başına TEKEL oluşturmaktaydı ki, burada tütün ekilen bölgeler derken hiç de azımsanmayacak bir büyüklükten bahsediyorum, Karadeniz, Doğu Anadolu ve Ege bölgelerindeki ekim alanlarının önemli bir bölümünde tütün ekimi yapılıyordu. 1980’lerde daha tütün ve sigara piyasası serbestleştirilmeden önce yaklaşık 600 bin ekici aile ürettikleri tütünü, alım garantisi veren TEKEL’e satarak geçiniyordu. Yine bu dönemde TEKEL’in çalışan işçi sayısı 70 bin dolaylarındaydı.
Bunlardan kaçı kadındı?
Bu 70 bin işçinin 20 bin kadarı kadındı. Bu işçiler, sendikalıydı ve toplu sözleşme hakkına sahipti. Ülke ortalamasına göre, “kamu işçisi” oldukları için görece daha iyi maaş aldıkları doğrudur ama o maaşlar bile “yaşam ücreti” hesaplamalarının altındadır. Kadın işçilerin duruşlarının güçlü oluşunun nedenleri işte buralarda yatıyor. Bu kadınlar, bulundukları sosyal çevrelerin koşullarında ücretli işe kavuşma yönünde hiçbir başka beklenti yok iken genç yaşlarda, TEKEL aracılığıyla ücretli işe kavuşmuşlardı. Hatta bu kadınların çoğunun eşi ya çiftçi ya da işsizdi ve kadın işçilerin gelirleri ailenin tek düzenli gelir getirici faaliyetiydi. Kadınlar sosyal çevrelerinin mevcut ilişki siteminden özgürleştiler, TEKEL onlar için sadece bir işyeri değil bir sosyalleşme, kendini ortaya koyma, bireyleşme mekânı da oldu. Mesela, TEKEL’in Cevizli Kampusundaki Tek-Gıda İş şubesinde çoğu muhalif parti yönetiminde göremeyeceğimiz kadar çok kadın temsilci üye vardı. Kadın işçiler sendikada görev alma konusunda da ilgili ve ısrarcıydılar. Bir sendikacı, üye odasının duvarlarındaki eylem resimlerinde gördüğüm kadın işçileri sorduğumda, “bizim kadın işçilerimiz cevvaldir. Çoğu erkek işçimizi de onlar yüreklendirip, harekete geçirir” demişti. O nedenle TEKEL direnişinde kadın işçilerin direncinin öne çıkmasına hiç şaşırmadım.
DİRENİŞ ÖRGÜTLÜ BİR TOPLU DURUŞ
Bu direniş yetersiz sosyal şartlar, ekonomik kriz vb nedenlerin doğal bir sonucu olarak yorumlanabilir mi?
Aslında TEKEL örneğinde açığa çıkan ama Türkiye ekonomisinin geçirdiği dönüşüm ve yeni yönelimin insanların yaşamlarındaki can yakıcı sonuçlarına dikkat çekmesi açısından TEKEL işçileri, kadını erkeğiyle bir bütün olarak çok önemli bir yola çıktı. Türkiye bir dönüşümden geçiyor. Bu yönelim bir tercih meselesi olmakla birlikte sadece AKP politikalarıyla açıklanamayacak ya da sorumluluğu tek başına AKP’ye yüklenemeyecek kadar büyük bir projenin aşamaları. Bugün AKP olur, yarın CHP olabilir. Dünya ekonomisi hiç olmadığı kadar birbiriyle entegre. Ülke ekonomileri üretici ve finansal sermayenin uluslararasılaşmasını yaşıyor. Bu da esnek işgücü, minimal devlet, bağımsız düzenleyici kurullar aracılığıyla tütün, şeker, alkol, çay gibi mal ve ürün piyasalarının siyasi kontrol ve karar süreçlerinin dışına çekildiği pür liberal bir piyasa ekonomisinin hâkimiyeti anlamına geliyor. Tekstil sektöründe iş ve yaşam koşulları üzerine yaptığımız bir araştırmada bir işçi “valla abla insanlar nasıl dayanır böyle çalışmaya… Böyle giderse iç savaş çıkması lazım… O kadar zor durumdayız” demişti.
Ankara’da devam eden direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
TEKEL işçilerinin Ankara’daki direnişini, Türkiye’de ve dünyada böyle bir makro ekonomik dönüşüme karşı örgütlü bir toplu duruş olarak algılıyorum, o nedenle direnişin devamı, bu insanı görmeyen ekonomi politikalarının deşifresini kolaylaştırıyor diye düşünüyorum. Bugün hala 4-C uygulamasına direnen işçilere birer “yatarak para kazanmak isteyen unsur” olarak bakan bir zihniyet söz konusu. Bu işçiler kendi istekleriyle işsiz güçsüz kalmadı. Hatta çoğu işçi özelleştirme ertesi yapacak iş kalmadığı için duran makineler ve tütün yığınları başında gün sayarak psikolojik şiddete maruz bırakıldı. Kamu işçisinin algılaması farklıdır. O içinde çalıştığı kurumu, binası, makinesi, teçhizatı, bütünüyle sahiplenir. Onu bir miras olarak görür, orada yaptığı üretimi de toplumsal refaha bir katkı olarak algılar. O nedenle “TEKEL vatandır satılamaz” sloganıyla yola düşmüşlerdi ilk zamanlarda. Ama zamanla anladılar ki, kendilerini özdeşleştirdikleri kurumları ve “vatan”ları için birer “unsur”dan öte değiller. Hayal kırıklıkları da büyük oldu bu yüzden.
TEKEL’in özelleştirilmesi politik bir karar mıydı?
Benim kişisel gözlemlerin TEKEL yönetiminin, özelleştirme sürecinin başlarından yani 2001’den beri, TEKEL’in karlı bir kurum olduğuna ve politik baskılardan bağımsız yönetilebilirse ülke ekonomisine bir kamu kurumu olarak katkı yapmayı sürdürebileceğine dair Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı ikna etme yönünde çalışmalar içinde olmasıdır. TEKEL 1980’lerin sonlarıyla birlikte sigara ithaline ve ülke içinde sigara üretimine izin verilmesini takiben BAT, JTI gibi dünya çapında sigara devleriyle rekabet etmek durumunda kaldı ve pazar payı yavaş yavaş eridi. Bu rekabet döneminde yeni fabrikalar inşa edildi, Samsun Ballıca Sigara Fabrikası (ki
şu an BAT işletiyor) ve Diyarbakır Yaprak Tütün İşleme Fabrikası buna örnektir. Ayrıca üretim sürecinde teknolojik yeniliklere gidilmek istendi. Bu çabaların bir kısmı Ö.İ.B. tarafından uygun görülmedi. Bizdeki uygulamaya göre bir kurum özelleştirme kapsamına alındığı zaman, artık yönetimi Ö.İ.B. gözetim ve denetimine tabii kılınıyor. TEKEL yönetiminde de, özelleştirilme kapsamına alındıktan sonra bazı değişiklikler yapıldı. Örneğin Ö.İ.B.’da görevli üst düzey kamu çalışanları, aynı zamanda TEKEL yönetim kurulunda da yer aldı. Yani kurumun yönetsel ve mali özerkliği kalmamıştı zaten 2001’den itibaren.
ÇALIŞAN KADIN ÜZERİNE ÇİFTE BASKI
Ekonomik krizlerin ve özelleştirmelerin kadın çalışanlar üzerindeki etkileri nelerdir?
Ekonomik kriz ve özelleştirmeler gibi makro ekonomik gelişmelerin, kadınların mikro hayatları üzerine etkilerinden bahsettiğimizde şüphesiz patriarkal ve kapitalist belirlenimleri birlikte ele almak gerekiyor. Böyle geçiş dönemlerinde, kadınların hane içindeki patriarkal cinsiyetçi işbölümünden kaynaklanan yeniden üretim ve bakım emeği yükleri, hane dışında çalıştıkları ücretli işin koşullarının geçirdiği dönüşümlerin etkileriyle birleşerek kadınlar üzerinde çifte baskı oluşturuyor. TEKEL örneğinde de bunu gözlemledik. Türkiye’de özelleştirmeler, insan boyutu hiç hesaba katılmadan, basit kar-zarar hesaplarıyla yapılmaktaydı. Binlerce kamu işçisi sadece kâğıt üzerinde birer rakam unsuru olarak ele alınıp, “hakları” olan tazminatları verilerek evlerine gönderildi. Aile ekonomilerinin ne olacağı, bu işçilerin sahip oldukları vasıflarla başka iş bulup bulamayacakları göz önünde bulundurulmadı. Ama 2004 yılından itibaren sendikaların çalışanların başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakli yönündeki önerileri kabul gördü ve özelleştirilen işyerlerinde ihtiyaç fazlası kamu çalışanı ve işçiler için başka kamu kurumlarına nakil şansı veren 4-B ve 4-C uygulamaları işleme kondu. Artık çoğumuzun aşina olduğu gibi işçiler için önerilen 4-C maddesine göre istihdam biçimi, yılın 10 ayını geçmeyecek şekilde ve 600 YTL civarında bir maaşla özlük hakları zedelenerek uygulanan bir işlemdir. Daha önce bu fazla duyulmamış olan bu 4-C maddesinin şimdi bu kadar gündemleşmesi, ilk kez bu kadar büyük sayıda işçiye aynı anda uygulanması söz konusu olduğu içindir. Yoksa bugüne dek özelleştirilen kamu işletmelerindeki 20 bin civarı işçi 4-C kapsamında çalışmayı kabul etmek durumunda kaldı. Bu işçiler bulundukları ildeki veya kendilerine sunulan listelerden seçtikleri illerdeki Eğitim ve Adalet Bakanlıklarına bağlı boş kadrolara odacı, çaycı, hademe vs gibi işlerde çalıştırılmak üzere nakledildi. 4-C uygulaması 2004’te başlatılmadan önce, özelleştirilme sürecinin kadın işçiler açısından nasıl yaşandığına örnek 2001’de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (Ö.İ.B.) gözetiminde TEKEL yönetimi tarafından gerçekleştirilen uygulamadır.
Bu nasıl bir uygulamaydı?
Buna göre; TEKEL’in 2001’de Ö.İ.B. tarafından özelleştirme kapsamına alınmasını takiben tütün piyasasını serbestleştirmek üzere 2002’de 4046 sayılı yeni Tütün Yasası kabul edilmiş ve üreticiden yapılan tütün destekleme alımlarına son verilmişti. Ö.İ.B.’nin yürüttüğü stratejiye göre önce kurum hem işçi hem de sahip olduğu işletme sayısı açısından küçültülerek satış için uygun hale getirilecekti. Destekleme alımlarına son verilmesinin ilk etkisi, tütün alımı düşen TEKEL’in az önce üretim aşamalarından bahsederken değindiğimiz yaprak tütün işleme ünitelerinden 17’sinin kapatılması veya işletilmesinin durdurulması kararının verilmesi yönünde oldu. Bu kararla, söz konusu 17 işletmede çalışan 1.695 kadın işçi evlerine gönderilmek istendi ancak kadın işçilerin Tek Gıda-İş çatısı altında yürüttükleri mücadele, ikinci bir yolu gündeme taşıdı; başka bir ildeki TEKEL işletmesine nakil gitme. Bu uzlaşma sonucu nakil gitmeyi kabul eden Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgelerindeki TEKEL işletmelerinden 963 kadın işçi, aralarında İstanbul, Adana, Diyarbakır, Malatya gibi illerin bulunduğu tercih listelerinden seçimlerini yaparak nakil edilmişlerdi.
Peki bu çözümün kadınlara etkisi nasıl oldu?
Kadın işçilere nakil sürecinde yeni işyerinde işbaşı yapmaları için sadece 1 gün izin verildi, bu da ailelerin yeni durum için hazırlık yapmalarını olanaksız kıldı. Ayrıca nakil dönemi eğitim-öğretim yılının ortasına denk geldiğinden kadın işçiler okul çağındaki çocuklarını yakın akraba ya da büyük kardeşin himayesinde memlekette bırakmak zorunda kaldı. Kadın işçilerin çoğu kocaları veya büyük erkek çocuklarıyla birlikte, bazen de yalnız yollara düştüler, sözün özü aileler neye uğradıklarını anlayamadan dağıldı. Kadın işçiler geldikleri yerlerdeki yeni iş, yaşam ve barınma koşullarıyla ilgili önceden bilgilendirilmedikleri, herhangi bir yardım da almadıkları gibi, ya günlerce akrabalarının yanında kalarak ev aradılar ya da 3-5 kadın işçi birleşip bekâr evleri tutarak büyük şehirlerde ayakta kalma mücadelesi verdiler. Yeni işyerleri olan sigara fabrikalarındaki vardiya uygulamasından dolayı kadın işçilerin maaşlarında bir artış olmuşsa da daha önce memleketlerinde para ödemeden edinebildikleri bazı mal ve hizmetleri büyükşehirde dışarıdan satın almak zorunda kaldıklarından ve ayrıca memlekette kalan çocuklarına da para gönderme zorunluluğundan dolayı büyük maddi yük altına girmiş ve refah kayıplarına uğradılar. Daha önce de değindiğim gibi bu kadın işçilerin çoğunun kocası işsizdi. Bu durum memleketlerinde göze batmaz iken büyükşehirlerde aile içi huzursuzluklara neden olmuştur. Adam memlekette kolayca gözden yitebiliyor, kahveye gidiyor, tarlaya, bahçeye gidiyor ama büyükşehirde evde kalakalıyor… Bu durumda evde kalan erkekler, ev işlerine yardım etme konusunda da direnç gösteriyor. Bu sürecin kadın işçiler açısından tek olumlu ve belki de en önemli etkisi, yaprak tütün işletmelerinde sözleşmeli olarak geçici statüde çalıştırılan kadın işçilerin, nakil edildikleri fabrikalardaki uygulama gereği daimi işçi statüsüne geçirilmeleri, böylelikle sürekli bir iş güvencesine kavuşmalarıdır.
İş yaşamında yaşanan olumsuz gelişmelerin kadınları daha fazla etkilediği biliniyor. Bunun nedenlerini nasıl açıklayabiliriz?
Yukarıda da bahsettiğim gibi bir kadın ancak ücretli bir işte çalışmaya başladığında emekçi olmuyor. O zaten ev içinde hâlihazırda var olan cinsiyetçi işbölümünün bir sonucu olarak; hanenin diğer üyelerinin bakımı, beslenmesi ve sağlıklı bir ortamda yaşamlarını sürdürebilmeleri için ev ve üst baş temizliği gibi işlerle meşgul durumda bir emekçi. Ama bu işler herhangi bir karşılığı olmadan sadece kadınlar tarafından yapıla geldiği için görünmez ve değersiz. Oysa ücretli işlerde çalışan kadınlar hem evde hem de işte çalıştıklarından çifte mesai yapıyor. İş yaşamındaki iş kaybı, ücret düşüklüğü, uzun çalışma saatleri vb gibi olumsuz gelişmeler, kadınların her iki alandaki iş yüklerini dengeleme noktasında sıkıntıya düşmelerine neden oluyor. İş kaybına ya da ücret düşüklüğüne bağlı olarak kadınlar dışarıdan sağlanabilecek mal ve hizmetleri evde üretme yoluna başvuruyor, bu da onların yükünü arttırıyor. Ev içi bakım ve yeniden üretim faaliyetleri erkeklerle birlikte eşit ve adil bir biçimde paylaşılarak yapılmadıkça bu sorun ortadan kalkmayacak.