Tekel işçilerine dışardan destek mantığı en hafif bir deyimle sendika ve sendikacıların içine düştükleri görev ihmalidir. Bu görev ihmali durumu Türk-İş’e bağlı sendikalardan başlayarak tüm sendika, konfederasyon ve emek örgütlerin de içine düştükleri ortak durumdur. Birçok işyerinde ve işkolunda işçilere yönelik yaygın saldırılar ve hak gaspları acımasızca devam ederken genel çerçevesinin onları da içerdiğini düşündüğüm, […]
Tekel işçilerine dışardan destek mantığı en hafif bir deyimle sendika ve sendikacıların içine düştükleri görev ihmalidir. Bu görev ihmali durumu Türk-İş’e bağlı sendikalardan başlayarak tüm sendika, konfederasyon ve emek örgütlerin de içine düştükleri ortak durumdur.
Birçok işyerinde ve işkolunda işçilere yönelik yaygın saldırılar ve hak gaspları acımasızca devam ederken genel çerçevesinin onları da içerdiğini düşündüğüm, ancak kamuoyunda en fazla öne çıkan ve ilgiyle gözlemlenen Tekel işçilerinin AKP iktidarının tüm baskı, tehdit ve saldırılara karşın sürdürdüğü kararlı mücadeleye ilişkin kimi düşüncelerimi paylaşmak ve tartışmaya açmak istiyorum.
Tekel işçileri esas olarak 2009 yılının son aylarında yükselen emek hareketinin parçalı ama zengin ve geniş katılımlı eylemlerinin de üzerine oturarak işçi mücadelesini önemli bir sıçrama noktasına taşıdı.
KESK’in öncülüğünde gerçekleşen 25 Kasım eylemi, Demiryolcuların direnişi, itfaiye işçilerinin eylemi ve değişik iş kollarında yaşanan eylemler-direnişler Tekel işçilerinin eylemi sürecinde emek cephesine güç ve moral oldu, mücadele zeminini besledi denebilir.
Ve bugünden bakıldığında 2010 yılı işçi ve emekçiler açısından zorlu geçecek bir mücadele yılı olacak diyebiliriz. AKP iktidarı eliyle yürütülen neo-liberal politikalar emekçi halklar cephesine daha fazla yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik biçiminde yansıyor. Zaten yaşamlarını zar zor sürdürmeye çalışan işçi ve emekçiler bir yandan zincirleme gelen zamlarla iyice bunalırken, diğer yandan da bu sömürü, soygun ve zulüm düzenine karşı giriştikleri her hak mücadelesinde karşılarında polis copunu, biber gazını gözaltı ve tutuklamaları görmekteler.
AKP iktidarı emek-hak ve özgürlük düşmanı politikalarını sürdürürken aynı zamanda ortaya çıkan her hak mücadelesine karşı zor kullanmakta kararlı olduğunu da her fırsatta dile getiriyor. İtfaiye ve Tekel işçilerinin karşılaştıkları baskı ve haksızlık bunun en somut örnekleridir. Bu eylemlerle işçiler ve onlara destek olanlar büyük sermaye ve iktidarının hassas noktalarına, sinir uçlarına dokunmuştur. Bu nokta emekçi sınıflar adına politika yapanların ve sendikal harekete önderlik yapma iddiasını taşıyanların da iyi ve doğru analiz etmeleri gereken bir noktadır. Muhalefet milletvekillerini bile dikkate almayan bu saldırganlık ve acımasızlık, sermayenin ve iktidarının yumuşak karnında, sokakta ortaya çıkan birleşik emek mücadelesi nüveleri karşısında bile gösterdiği tahammülsüzlüğün sınırını göstermesi açısından da ibret vericidir.
Artık bu gerçeği görmeyen göz, duymayan kulak sanırım kalmadı. Bu ülkenin işçisi, emekçisi, yoksulu, kimsesizi, genci, yaşlısı, çalışanı, emeklisi, işsizi, esnafı, küçük üreticisinin önünde duran seçenek her zamankinden daha fazla netleşmiştir. Sendikacılar, işçiler, emekçiler ve emek örgütleri, emekten yana politika yapanlar bugünlerde yaşamsal bir karar vermek durumundalar. Ya daha fazla yokluk, yoksulluk, güvencesizlik, işizlik, örgütsüzlük karşısında teslim olmak ve yenilmek; ya da birleşerek mücadele etmek ve kazanmak!
Bugün Tekel işçilerinin sürdürdüğü mücadele onları da aşan bir nokaya gelmiştir. Tekel işçilerinin mücadelesi aslında tüm işçi ve emekçilerin özelleştirmelere, işten atılmalara ve güvencesiz çalıştırılmaya karşı yürüttüğü bir mücadeleyi temsil etmektedir.
Bilinen bir gerçek şudur ki; 4-C uygulamaları sadece Tekel işçilerine dönük bir uygulama değildir. Bu uygulama aynı zamanda değişik işkollarında çalışan işçilere dönük bir hak gaspıdır. O halde Tekel
işçilerine dışardan destek mantığı en hafif bir deyimle sendika ve sendikacıların içine düştükleri görev ihmalidir. Bu görev ihmali durumu Türk-İş’e bağlı sendikalardan başlayarak tüm sendika, konfederasyon ve emek örgütlerin de içine düştükleri ortak durumdur. Çünkü Tekel işçilerinin karşı karşıya kaldıkları sorun aynı zamanda dışardan desteğe giden sendikaların ve üyelerinin de sorunudur.
AKP ikidarının bugün Tekel işçilerinde cisimleşen saldırısının hedefinde eğitim, sağlık, haberleşme, enerji, belediye vb. işkollarında çalışan onbinlerce emekçi vardır. Bu kamu emekçilerinin kaderi Tekel işçileri ile aynıdır. Yani bu saldırı esas olarak ve yalnızca Tek-Gıda-İş’e, Türk-İş’e, DİSK’e, Hak-İş’e ve KESK’e değil Türkiye işçi sınıfına ve emekçi halklara ve onların örgütlerine yönelmiş bir saldırıdır.
Unutulmamalıdır ki, sayılan sendika ve konfederasyonların tümünün de üyeleri arasnda 4-C’liler ya vardır ya da onlar 4-C’li olmak tehdidi altında çalışan, belki de sırasını bekleyen işçilerdir.
Kaldı ki Tekel işçileri başta olmak üzere, işçi ve emekçilerin karşı karşıya olduğu sorun esas olarak 4-C statüsünde çalışanlarla sınırlanmayacak kadar büyük ve yaygın bir sorundur. En basit ifadeyle sorun, tüm işçi ve emekçileri işsizliğe, güvencesizliğe, yokluğa ve daha fazla yoksulluğa sürükleyen neo-liberal sermaye programlarının AKP iktidarı eliyle uygulanması sorunudur. Ve bu Özal’lı yıllarda planlanarak teker teker uygulamaya konmuş İMF ve Dünya Bankası güdümlü programların devamıdır.
İşte tam da bu nedenle Tekel işçilerinin mücadelesi bir olanak olarak değerlendirilmeli ve tüm emekçilerin ortak ve birleşik mücadelesi olduğu /olması gerektiği perspektifi ile ele alınmalıdır. Bu genel ön kabulün ardından da vakit geçirmeksizin tüm emek örgütleri tarafından yürütülecek bir mücadele programı oluşturulmalıdır. Böyle bir ortak mücadele ise ülke geneline yayılmış yeni, toplumsal, fiili ve meşru ortak örgütlenmeler inisiyatifi ile yürütülmelidir.
Tekel işçilerinin ve direnen diğer işçilerin mücadelesi gerçek ve kalıcı anlamda böyle bir mücadele ve örgütlenme tarzı ile başarıya ulaşabilir. Ve böyle bir anlayışla elde edilen kazanımlar, daha büyük hak kayıplarının önüne çekilen güçlü bir barikata dönüştürülebilir.
Oluşturulacak yeni toplumsal örgütlenme var olan emek örgütlerine alternatif değildir/olmamalıdır. Elbette böyle bir ortak mücadele ve örgütlenme oluşturulurken sendika ve emek örgütlerinin bağımsız tüzel kişilikleri tartışma dışında kalmalıdır/kalacaktır. Amaçlanan, tüm sendika ve emek örgütlerinin kurumsal birliği değil, onların güçlerinin, enerjilerinin ve olanaklarının ortaklaştırılarak mücadeleye seferber edilmesidir.
Bugüne kadar Tekel işçilerinin mücadelesine verilen destek ve dayanışma kuşkusuz çok önemlidir. Yaratılan bu dayanışma atmosferi işçi ve emekçi sınıflar cenahında çoktandır unutulmaya yüz tutmuş bir devrimci geleneği, sınıf dayanışmasının yeniden canlanması olanaklarını da ortaya çıkarmıştır.
KESK ve DİSK”in dayanışması, TTB ve TMMOB gibi emek ve meslek örgütlerinin desteği, Halkevlerinin, üniversite gençliğinin, Alevi-Bektaşi örgütlerinin ve emekten yana sol partilerin, aydınların-akademisyenlerin bu süreçte Tekel işçileri ile girdiği dayanışma ilişkisi, uzunca bir zamandır moralsiz kalan emekçi halk güçlerine moral kaynağı olmuş ve mücadele azmi ile güçbirliği eğilimini de beslemiştir.
Ancak bu destek ve dayanışma biçimlerinin örnekleri geçmişte yaşanmış ve başarıyı yakalamaya da yetmemiştir. O günlerdeki başarısızlığın en önemli nedeni mücadeleyi esas olarak yürüten sendikaların ve sendikacıların olumsuz – uzlaşmacı tavrı ise; bir nedeni de emek
hareketinden gelen destek ve dayanışmaların sembolik ve temsili ziyaretlerin ötesine geçememesi, gerçek anlamda mücadelenin ortaklaştırılamamasıdır.
Bugün işçi sınıfının mücadele taihinden dersler çıkararak, daha fazla geç olmadan Tekel işçilerinin mücadelesinin gerçek anlamda tüm işçi ve emekçilerin ortak mücadelesine dönüştürülmesinin yolları bulunmalıdır. Tekel işçilerinin mücadelesi -sendika tarafından çizilen çerçevede- kararlılıkla sürerken, yaşanan bu süreçte kamuoyunun ve medyanın yakın ilgisi ve sempatisi de yeterince olgunlaşmıştır. Gelinen noktada mücadelede bir sıçrama yaratılamaz ve sürdürülen destekler simit, sıcak çorba ve yemek desteği, dayanışmalar da basın açıklamalarına katılım ve temsili Türk-İş ziyareti gibi “dar alanda paslaşmalar” biçiminde sürdürülürse hedeflenen başarının yakalanması olanağı çok zayıftır.
Yani Tekel işçisinin mücadelesi gerçekten ortak, birleşik ve militan bir işçi mücadelesine dönüştürülemezse mücadele başarısızlıkla sonuçlanabilir. O zaman da başarısızlık sadece Tekel işçilerinin değil, Tükiye emekçi halklarının ve örgütlerinin başarısızlığı olarak emek hareketi tarihine yazılır.
2010 yılının işçilerin, emekçilerin ve sokağın yılı olacağı tespiti birçok çevre tarafından yapılmaktadır. AKP iktidarının emekçi halkı açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum eden politikalarının acı sonuçları özellikle bu yıl içinde ortaya çıkacaktır. 2010 ülkemizde küresel krizin etkilerinin de daha açık ortaya çıkacağı, sermayenin emekçilere ve haklarına karşı saldırılarının sürekli ve daha acımasız bir yıl olacağı emekten yana iktisatçılar tarafından da yüksek sesle ifade edilmektedir.
Öyleyse işçi ve emekçiler açısından nesnel koşulların ziyadesiyle olgun olduğu bu süreçte emek hareketi gerçek ve devrimci bir yenilenme yaşayarak Tekel işçileri başta olmak üzere tüm emekçi-ezilen halklarımızın yürüteceği hak ve özgürlük mücadelelerini ortaklaştırmak ve başarıya ulaştırmak hedefine kilitlenmelidir.
“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”