Bir de bu açıdan bakalım. Türkiye’nin tahlilini yapan devrimci-sosyalist anlayışların en çok yakındıkları durumlardan biri de Türkiye halkının sınıf bilincinin gelişmemiş olmasıydı. Bu sınıf bilinci yokluğu sağın alternatifinin yine sağ olması sonucunu doğuruyordu. Sol bir türlü iktidar olamıyordu. Peki, bunun nedeni neydi? Teorik olarak söyleyelim: Türkiye’de yapılan her şeyin “tepeden inme” bir şekilde gerçekleşmesiydi. Bunu […]
Bir de bu açıdan bakalım. Türkiye’nin tahlilini yapan devrimci-sosyalist anlayışların en çok yakındıkları durumlardan biri de Türkiye halkının sınıf bilincinin gelişmemiş olmasıydı. Bu sınıf bilinci yokluğu sağın alternatifinin yine sağ olması sonucunu doğuruyordu. Sol bir türlü iktidar olamıyordu.
Peki, bunun nedeni neydi? Teorik olarak söyleyelim: Türkiye’de yapılan her şeyin “tepeden inme” bir şekilde gerçekleşmesiydi. Bunu biraz açmakta fayda var. Burada şu söylenmek isteniyor: Eğer, bu ülkede birtakım emekten yana düzenlemeler varsa, birtakım insanımızı özgürleştirici haklar varsa yani sözün kısası demokrasi adına ne varsa bu ülkede her şey Türkiye’de yaşayan halka “ihsan” edilmiştir. Bu halkın bu hakların elde edilmesinde herhangi bir çabası, katkısı olmamıştır.
İşte tam da bu noktada Türkiye’nin literatüre uymayan bu niteliği yüzünden çeşitli teoriler üretilir. Bu üretilen teoriler doğrultusunda mücadele biçimleri, devrim perspektifleri geliştirilir. Ancak şu güne geldiğimizde geliştirilen bu perspektifler henüz sonuç alıcı olamamış aksine işler daha da ters yüz olmuş. Toplum gün geçtikçe daha da gericileşmiş, muhafazakarlaşmış, liberal politikaların savunucusu haline gelmiştir.
Bu hale gelişte devrimci-sosyalist güçlerin ne kadar etkisi vardır bilemem ama tepeden inmeci yenileşmelerin Türkiye’de sınıfsal bir bilinç yaratmadığını söyleyebiliriz. Elle gelen yine elle gitmekte, tüm dünyada olduğu gibi sosyal devlet uygulamaları bir bir ortadan kaldırılmaktadır. Hele ülkemizde bu tam bir saldırganlığa dönüşmüştür. 4046 Sayılı ve 24 Kasım 1994 Tarihli “Özelleştirme Yasası” gece yarısı halktan gizlenerek çıkarıldığında dönemin Başbakanı Tansu Çiller zafer sarhoşluğu içinde “Günümüzün son sosyalist devletini de yıktık” şeklinde bizlere duyurmuştu. Biz de derin bir oh çekmiş rahatlamıştık. İyi her şey eskisinden daha iyi olacak diye umutlanmaya başlamıştık. Oysa yanılmışız. Toplum olarak yanılmışız. O günden bugüne gelen siyasal iktidarlar, egemen güçler ellerindeki her türlü olanağı kullanarak insanların bilinçlerini çarpıtmışlar, tüm sosyal devlet uygulamalarının “tu kaka” olarak algılanmasını sağlamışlar ve arkasından da özelleştirmelerin kapısını sonuna kadar açmışlardır.
Emek mücadelesi tarihimizde özelleştirmelere karşı mücadele son otuz yılda önemli yer tutmakla beraber sonuç alıcı olamamış, sözde zarar eden yapılardan sonra ülkemiz için altın yumurtlayan tavuk diyebileceğimiz fabrikalar da özelleştirilmiştir. Bu da bize yapılan bu özelleştirmelerin nedeninin ekonomik değil ideolojik olduğunu, devletin sınıfsal tercihlerinin sonucu olduğunu göstermektedir. Artık devlet 30’ların, 40’ların “sınıfsız imtiyazsız kütleyiz” anlayışından çıktığına işaret ediyor, gizleyecek bir şeyin olmadığına hükmettiğini gösteriyor.
Bu hükmediş, Tekel işçilerinin direnişi karşısında Çalışma Bakanının söylediği “Onlara verdiğimiz bu ücrete dışarıda çalışacak çok insan var” sözüyle taçlanmış, son aşamasına gelmiştir. Kapitalizmin sözcüleri ve uygulayıcıları artık pervasızdır ve halkı gerekirse birbirine düşürmekten kaçınmayacaktır. Söylemlerinin odağında da bu unsurun olacağı belli olmuştur. Halkın çaresizliğinden kendilerini güçlü kılmanın yolunu bulmuşlardır.
Tüm bunlara rağmen yaşadığımız süreç yani emeğe bu saldırı süreci bir şeyi doğurmakta; emekçi halkın uyanışını. Hani yazının başında söylediğimiz “tepeden inme”nin emekçisinin değişip kendi bileğinin hakkıyla elde edeceği haklar sonucunda Türkiye’nin kaderini değiştirme gücünü kendinde görebilen bir niteliğe bürünmesi. Neden olmasın?
* Afyonkarahisar Eğitim Sen Şubesi Örgütlenme Sekreteri