Türk siyasal sisteminin en tipik karakteristik özelliklerinden biri, darbelerin sosyal ve siyasal yaşamın bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Devletin kurucu gücü olarak bilinen ordu, bütün cumhuriyet tarihi boyunca kendisini tek seçici ve yetkili kurum olarak gördü. Sistemin bütün kurumlarında temsilcilikleri bulunan genelkurmay, hükümetin bütçesine dahi karar verme gücüne sahiptir. Parlamentonun her açılışına kılıçları ile gelirler […]
Türk siyasal sisteminin en tipik karakteristik özelliklerinden biri, darbelerin sosyal ve siyasal yaşamın bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Devletin kurucu gücü olarak bilinen ordu, bütün cumhuriyet tarihi boyunca kendisini tek seçici ve yetkili kurum olarak gördü. Sistemin bütün kurumlarında temsilcilikleri bulunan genelkurmay, hükümetin bütçesine dahi karar verme gücüne sahiptir. Parlamentonun her açılışına kılıçları ile gelirler ve yemin törenlerini denetlerler. Yapılan yemin aslında millete değil, üst localarda oturmuş generallere yöneliktir. Emir komuta zinciri içinde darbeciler hep karar merkezi olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1950 yılına kadar, yani tam 27 yıl, askerler partisi olarak bilinen CHP’nin tek parti iktidarı var. Daha sonra, ABD’nin belirlediği uluslararası yeni stratejiye göre, çok partili döneme geçildi. Kemalist rejimin farklı bir varyantı olarak kurulan Demokrat Parti yaklaşık 10 yıllık hükümette kaldı. 1960’ta askeri güçler iktidara el koydular ve başbakan ile 2 bakan idam edildi. 1970 ve 1980 askeri faşist darbeleri sistemin iç ve uluslararası ilişkilerini yeniden organize ederken, özellikle rejim muhaliflerine yönelik çok kapsamlı saldırılar yapıldı.
Askerler, Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi sistemin has politikacılarını gerektiğinde gözetim altına aldı, tutukladı ve siyaset yasağı getirdi, gerektiğinde ise bunları yine devletin tepe noktalarında görevlendirdi. Onlar için asıl olan devletin üstün çıkarlarıdır, gerisinin hiçbir önemi yoktur.
Dünya kapitalist sistemdeki politik ve sosyal gelişmelere bağlı olarak özellikle ABD tarafından dünyanın onlarca ülkesinde örgütlendirilen askeri darbeler yerini, ‘post modern darbeler’ sürecine bıraktı. Örneğin Türkiye’de 1996 yılında Refah-Yol hükümetine karşı ‘post modern’ darbe gerçekleştirildi. Erdoğan’ın il ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını yaptığı, ‘Milli Görüş’ geleneğini temsil eden Refah Partisi kapatıldı. Bugünkü Başbakan Erdoğan’a, Anayasa Mahkemesi tarafından siyaset yasağı getirildi ve tutuklandı. Daha sonra, RP’nin yerine kurulan Fazilet Partisi de kapatıldı.
Aynı sistem, ihtiyaç duyduğu için daha önce siyaset yasağı getirdiği Demirel’i cumhurbaşkanı yaptı ve Refah Partisi’ne karşı uygulanan post modern darbenin yöneticiliğine getirdi. İlginçtir, bir dönem post modern darbenin ‘mağduru’ olarak ve siyaset yasaklısı İslamcı Başbakan Erdoğan da, bugün, Kürtlere yönelik uygulanmaya konulan ‘post modern’ darbenin birinci derecede sorumlusudur. Sistemin işine böyle geldiği için Erdoğan’ı bugün bir figüran olarak kullanıyor, yarın da fırlatıp bir kenara atabilir.
Siyaset biliminde, Kürtlere çok kapsamlı olarak uygulamaya konulan tasfiye planının adı ‘post modern’ darbedir. Yani sistemin bütün kurumlarının eş zamanlı olarak, Kürtleri tasfiyeye yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, fiili bir darbedir. Özellikle, mevcut siyasal sistem içerisinde Kürt halkı tarafından ezici bir oy oranıyla milletvekili veya belediye başkanı seçilmiş olanlara yönelik politik-askeri ve yargı tarafından geliştirilen saldırılar Kürt halkının iradesine karşı bir darbedir.
Stratejik bir saldırı özelliğine sahip olan eş zamanlı operasyonlarla, Kürtlerin kişilikleri, tarihsel değerleri yok edilmek isteniyor. DTP’nin kapatılması, milletvekilliklerinin düşürülmesi, Barış ve Demokrasi Partisi’ne yönelik kapsamlı saldırıların yapılması, bölgede halkın gerçek idaresini yanıtsan belediyelere yönelik yapılan saldırılar, devletin politik stratejisi bakımından çok somut bir fikir vermektedir. Devletin iç çelişkilerinin çok belirgin olarak geliştiği ve bir bakıma Kürt gerçekliği karşısında çözülüş içerisinde olduğu artık kimsenin gizleyemeyeceği bir gerçeği oluşturuyor.
Post modern darbelerin en tipik özelliği, asimetrik psikolojik savaşı çok yoğunluklu olarak kullanılmasıdır. Onlarca Kürt politikacısı gözaltına alınıp tutuklanırken, buna karşı gösterilen tepkileri ve eylemleri çok bilinçli olarak çarpıtmaktadırlar. Örneğin, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in kullandığı bir kelime, gazete manşetlerini süslüyor. Tuhaf olan, vekiller parlamentoda her gün birbirlerine çok iğrenç küfürler yöneltmektedir. Parti liderlerinin konuşmaları kayıtlara alınıp yayınlansa, bütün politik kişilikleri ortaya çıkar.
Kürtlerin temsilcilerine yönelik uygulanmaya konulan tasfiye konseptine dair tek bir şey söylemeyenler ve hatta süreci destekleyenler, aslında Kürt halkına en büyük hakareti ve saygısızlığı yapmaktadırlar. Kürt temsilcilerine kelepçeler takarak kamuoyuna yansıtmaları, Kürt toplumunda iç güvensizlik geliştirmeye yönelik basit sıradan davranış biçimidir. Devletin sıradanlaşmasının tipik bir örneği olan bu yaklaşımlar karşısında Kürt halkının bilinç ve örgütlülük düzeyi çok daha üst düzeylere çıkmaktadır.
Kürtlere yönelik uygulanmaya konulan devletin post modern darbesi karşısında halkın ortaya koyduğu kararlılık, toplumsal değişimin ana noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle devletin, Kürt toplumsal hareketini tasfiye edecek her tür planı başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
Devletin bu tür politik hamleleri, tersten Kürtlerde zihinsel kopuş sürecini hızlandırıyor. Baydemir’in dediği gibi, saldırılar devam ederse, ‘yarın elinizi tutacak hiç kimseyi bulamazsınız.’ Unutmayınız ki, o gün geldiğinde her şey çok farklı olacak.
gokyuzu9@aol.com