Son birkaç hafta içinde gelişen olaylar üzerine halkların boğazlaşması ya da aynı anlama gelmek üzere iç savaş konusu gündeme geldi. Ateş olmayan yerde duman çıkmazmış. İç savaştan söz edenlerin büyük çoğunluğunun derdi, her ne kadar Kürt halkına gözdağı vermek olsa da, asıl meselenin, yani, iç savaş gerçeğinin önemini ortadan kaldırmıyor. Kapıda görünenin, iç savaş meselesi […]
Son birkaç hafta içinde gelişen olaylar üzerine halkların boğazlaşması ya da aynı anlama gelmek üzere iç savaş konusu gündeme geldi. Ateş olmayan yerde duman çıkmazmış. İç savaştan söz edenlerin büyük çoğunluğunun derdi, her ne kadar Kürt halkına gözdağı vermek olsa da, asıl meselenin, yani, iç savaş gerçeğinin önemini ortadan kaldırmıyor. Kapıda görünenin, iç savaş meselesi bir olgu mu yoksa bir kısım aydınların ortaya atmış oldukları bir fantezimi olduğu konusunu anlamak için şöyle geçmişe üstün körü bir şekilde bakalım.
Yedi düvelle savaşmadan önce Ermeni namına ne varsa bu topraklarda haritadan silen, sonrasında yiğitçe, Sovyetler Birliği’ne karşı, NATO’nun cephe ülkesi olarak savaşan, devleti aliyemiz, elbette kendisine çerez gibi görünen temel sorunları yok sayacaktı. Biraz sıkıntıya girdiğinde, dertlerini kadim dostu ABD hal ediyordu. Yedi düvele kafa tutmuş devleti aliyemizin kadim dostuna şimdi kalkıp emperyalist dememiz edepsizce olacak. Böylesi bir, münasebetsizlikte bulunmamak, için biz sadece ABD diyeceğiz.
Ah gözü çıksın şu tarihin, zamanı mıydı şimdi, Sovyetler Birliği’nin dağılıp gitmesinin. Bu yetmezmiş gibi bir de baldırı çıplak Kürtler ortaya çıktı. Bu 80-90 yıl önce mezara gömüldüğü sanılan ölülerin dirilmesiydi. Tarih baba bir hayalet gibi devleti aliyemizin karşısına geçmiş parmağını salıyordu… Yüce devleti alimizi ne üç beş baldırı çıplak Kürt ne de Ermeni ya da Dersim hayaletleri yıldıramazdı. Gel gör ki, bu kez gelen bela hepsinden beterdi; sarsılmaz sermaye hükümranlığı, patlak veren finans kriziyle bütün cihanda temellerinden sarsılmaya başladı. Kapitalist metropoller hapşırdığında bizim sermayedar sınıf yataklara düşüyordu. Oysa durum şimdi basit bir grip değildi. Kapitalist sistemin, hayat damarları bir kez daha tıkanmıştı ve derhal yoğun bakıma alındı.
Lakin bütün müdahalelere rağmen hastanın bitkisel hayatı devam ediyor. Her an yeni krizler bekleniyor. Bizim nadide düzenimiz için bu virüs onun resmen komaya girmesi ve bir daha ne zaman uyanacağı meçhul bir durum demekti. İşte mümtaz rejimimizin sahiplerinin eteklerini tutuşturan da bir yandan siyasi ve sosyal bunalımla cebelleşirken, diğer yandan tüm olan bitenlerin adeta üzerine tuz biber ekercesine, iktisadi krizin patlak vermiş olmasıdır. Şimdiye kadar işçilerin bir biçimde hakkından geliyordu. Artık işçiyi avutmanın ya da onu örgütsüzleştirmenin imkanları da pek kalmadı.Çünkü işçileri açlık sınırının altında ilelebet çalıştırmanın imkanı yoktu. İşçiler giderek bir sınıf olduklarının bilinciyle kavgaya katılmaya başladılar. İşte en büyük tehlike asıl şimdi ortaya çıkmaya başladı. Kürdün yoksullarıyla işçilerin kavgası bir araya geldiğinde sermaye sınıfı için çanların çalınması demektir ki, bu da asıl kıyametin kopacağının müjdesidir. Bugüne kadar her bir gün burjuva sınıflar için bir bayramdı şimdi sıra halkların bayramına geldi.
Olgular da göstermektedir, bir toplumsal ihtilalin nesnel şartları giderek olgunlaşmaktadır. Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istememektedir. Yönetenler de eskisi gibi yönetememektedir. Ve dahası yönetenler kendi içinde her geçen gün, sertleşen bir iktidar savaşına girmiştir.
İç savaş sorunu, bu temel olgular üzerinden bakıldığında nesnel olarak gündemdedir. Esasen iç savaş ve rejimin dağılması sorunu yeni gündeme gelen bir sorun değil. Bugünün yeniliği sorunun örtülü olmaktan çıkıp görünür hale gelmesidir. Sovyetler Birliği’nin dağılması aynı zamanda rejimin de ölüm fermanı anlamına geliyordu. Zira Osmanlı bakiyesine dayalı rejimin varlık nedeni tarihsel bir ironi olarak, Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği idi. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte rejimin varlık nedeni de kendiliğinden ortadan kalkıyordu. İç savaş, her ne kadar bugünün sorunu olarak görünse de, özünde, 1919- 1922 yıllarında yarım kalmış ulusal ve toplumsal hesaplaşmanın günümüz koşullarına uyarlanmış biçimi olarak gündeme girmiştir.
Görmek istemeyenler kadar, kimse kör olamaz. Sözümüz, devrimci sosyalist siyasetle iştigal edenleredir. Bu kadim coğrafyanın mayasının, isyan ve savaşlarla yoğrulmuş olduğu bilinmez değil. Lakin bilinmesine biliniyor da, mana ve ehemmiyeti anlaşılmadığından olacak ki, her önemli toplumsal siyasal olay ve olgular karşısında, hani saç baş yolduracak denli, inanılmaz bir vurdumduymazlık hakim. Bir kez daha belirtelim ki, sözümüz, laf ebesi ahkam kesenler cemiyetine değil, onlar her daim sırça köşklerinde kendilerine zerrece pay çıkarmaksızın atıp tutarlar. Hiçbir ciddiyetleri olmadıkları gibi kıymeti harbiyeleri de yoktur. Sözümüz ve muradımız, devrim ve sosyalizm davasına yüreğini katanlaradır. Çok iyi bilinen büyük bir hakikat vardır; bugün geçmişte saklıdır ya da tersinden söylersek geçmiş bugün de saklıdır. Bu büyük hakikat bize, tarihine vakıf olmayanların geleceği de olmaz der.
Bilindiği üzere, iç savaş, sınıf savaşının en dolaysız biçimi ve onun şiddet araçlarıyla, sürdürülmesidir. İç savaşın, örtülü ve düşük yoğunluklu olarak, 25 yıldır Kürt illerinde sürdüğü kimse için bir sır değildir. Bugün iç savaşın muhtevası ve kapsamı deyim yerindeyse, bıçak sırtındadır. Mevcut güçler dengesi büyük bir dengesizlik içindedir. Başka bir açıdan bakıldığında ise tüm toplumsal güçler zayıftır. Bu ise iç savaşın karakterini belirsizleştirmektedir. Hali hazırda iç savaşın ilerici veya gerici karakter de olduğu hükmünü vermek olanaksız. Şimdiye kadar örtülü bir iç savaştan söz edilmekteydi. Bugün açıkça iç savaşın telaffuz edilmesi daha çok, Kürt halkına yönelik devlet saldırısına eşlik eden ve onun teşvik ve korumasında ortaya çıkan sivil faşist saldırıların yaygınlaşması üzerinedir. Bu sivil faşist saldırıları, esasen halkların boğazlaşmasına dayalı kontrollü iç savaş provaları gibi görmek gerekiyor. Amaç Kürt halkına ve işçi sınıfına gözdağı vermenin yanı sıra, daha önemlisi makas değiştirme ihtimali yüksek olan bu savaşın bileşenlerini parçalamak ve mümkünse karşı karşıya getirmektir. Başka bir deyişle düzen, işçi ve emekçi yığınları Kürt halkına karşı kendi bayrağı altında savaştırarak dikkatleri, kendi sınıf savaşında uzaklaştırmaktır. Böylelikle, devrimci bir iç savaş ihtimalini ortadan kaldırarak onu, gerici bir iç savaşa dönüştürmek hedefleniyor.
Fırsat ve tehlike bir arada tüm ilerici ve devrimci güçlerin önünde durmaktadır. Bu kez yaşanacak bir hezimet karşısında 12 Eylül hezimetinin çok masum kalacağı bilinmelidir. Kadim dar görüşlülük ile el ele veren grupçu zihniyet alt edilmeden, bu büyük, hesaplaşmanın altından kalkmanın imkansız olduğu görülmek zorundadır.