“Demokratik açılım” diye bir kavram attı ortaya hükümet, demokrasiye aç, susuz bizler de balıklama atladık ona açıkçası. Sandık ki, sitemin mağdurlarıyla görüşmeler yapacak, çalıştaylar düzenleyecek, muhataplarla toplantılar yapacak, orta yerlerde buluşulup bütün renklerin temsil edildiği, bütün yurttaşların asgari düzeyde de olsa kendini orada bulacağı katılımcı, sivil, çağcıl, insancıl ve demokratik bir anayasa yapacak. Sonuçta, kardeş […]
“Demokratik açılım” diye bir kavram attı ortaya hükümet, demokrasiye aç, susuz bizler de balıklama atladık ona açıkçası. Sandık ki, sitemin mağdurlarıyla görüşmeler yapacak, çalıştaylar düzenleyecek, muhataplarla toplantılar yapacak, orta yerlerde buluşulup bütün renklerin temsil edildiği, bütün yurttaşların asgari düzeyde de olsa kendini orada bulacağı katılımcı, sivil, çağcıl, insancıl ve demokratik bir anayasa yapacak. Sonuçta, kardeş kavgası, emek düşmanlığı son bulacak, bütün farklılığımızla birlikte güle oynaya bu şirin ülkemizde kardeşçe yaşayacağız. Meğer başta Kürt temsilcilerine, Alevilere, emek örgütlerine açılımın kapılarını kapatıp, kendi bildiği doğrular çerçevesinde içini doldurup, savunduğu özgürlük kırıntılarından esinle adına demokratik açılım deyip çıkmışlarmış meydana. Oysa ‘demokratik’ ismini, savunduğu değerlerin özgürlüğünden ziyade katılımcılığından almalıydı açılım kanımca. “Ben zaten sizin sorunlarınızı sizden daha iyi bilirim, benim düşüncelerim hepinizi kapsayacak kadar özgürlükçüdür” diyerek oluşturulan anlayış ne kadar özgürlükçü olursa olsun özünde otokratiktir. Zira Otokrat (buyurgan) rejimlerin temel özelliği, yönetimlerin halk adına karar vermesi, iyi- doğru- güzel’leri dayatması, buna karşın halkın sorunlarını çözümlemeyi de üstlenmesidir. Bunu bilmemize rağmen sarıldık ve sarılırız yine de “demokratik” tabir ettikleri açılıma. Çünkü bu ülkede her kim ki bu kardeş kavgasını durdurursa ve her kim ki özgürlük tohumunu ekerse ideolojisi ne olursa olsun onu baş tacı ederiz.
Lakin son günlerde polis devletlerinde ya da totaliter rejimlerde ancak görülebilecek uygulamalar yaşanmaktadır ülkemizde. Bu uygulamalar, açılımın ve dolayısıyla hükümetin bırakın demokratikliğini -özellikle- emek açısından özgürlüklerin kırıntılarını bile bağrında ve beyin dağarcıklarında taşımadığını göstermekten başka bir işe yaramamaktadır. Başbakanın, DTP milletvekillerini uzun bir süre muhatap kabul etmeyip onlara randevu bile vermediğini; hükümetin, birçok konuda anti-demokratik tavırlar içine girdiğini “yaşanacak güzel günlerin” hatırına hafızalarımızdan silmişken; işçilerin, emekçilerin, sistem mağdurlarının en ufak bir hak arama eylemine bile tahammül edilmeyip, şiddetle bastırıldığını tekrar tekrar görüp de güzel günlere olan inancımızın ve umutlarımızın kırılmaması mümkün mü?
Biliriz ki hak arama demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Değiştirilmesi için mücadele ettiğimiz 12 Eylül’ün yasakçı anayasası bile, hiç kimseden icazet almaksızın her vatandaşa, yapıya ya da örgüte basın açıklaması yapabilme hakkı, demokratik tepkisini koyabilme özgürlüğü tanımışken, bu hakkın kullanılmasına bile tahammül edilmemesini nasıl görmezden gelebiliriz? Ekmeğinin, çocuklarının rızkının peşine düşmüş TEKEL işçilerine reva görülen zulmü, polis devletinde ancak olabilecek polisin o saldırgan ve düşmanca tutumunu, savunmasız insanların ve hatta milletvekillerinin özellikle gözlerinin içine içine biber gazı sıkılmasını hangi vicdanla doğal karşılayabiliriz? Bütün bu yaşananları seyreden İçişleri Bakanı’nın istifa edeceği yerde, “provokasyona” dikkat çekip şiddeti savunmasını nasıl değerlendireceğiz? Ortada gerçekten bir provokasyon varsa, tekel işçilerine canlı canlı kefen giydiren, kadrolarını ellerinden almaya çalışan hükümetten başka kim provoke edebilmiş olabilir ki onları?
Ya, “grev ve toplu sözleşme haklarını almak için anayasal haklarını kullanıp bir günlük grev yapan kamu emekçilerinden otuz dört makinistin işine hukuksuz bir şekilde son verilmesini; bu hukuksuz uygulamanın son bulup arkadaşlarının geri alınmaları için eylem yapan emekçilerin polis şiddetine maruz kalmalarını ya da sıkıntılarını anlatabilmek için bir gün kepenk kapatan eczacıların sözleşmelerinin feshedilmesini demokratik açılımın neresine koyacağız?
Hükümet, söylediklerinin halkın nazarında muteber görülmesini istiyor ve önemsiyorsa sadece işine geldiği zamanlar değil, her zaman demokrasiyi hatırlamalı ve demokrasinin bütün kanallarını açık tutmalıdır. Kendisine karşı bile olsa seslerin meydanlarda yankılanmasına tahammül etmeli ve yankılanan seslere kulak verme basiretini göstermelidir. Bir yandan askeri vesayete karşı çıkarken, bu ülkede yaşanan polis vesayetini de görmeli polislere tanınan geniş yetkiye tez elden tırpan vurmalıdır. Yüz kızartıcı “orantılı şiddet” kavramı tez elden terk edilmeli, ŞİDDET İLE AKLIN TERS ORANTILI OLDUKLARINI, ŞİDDETİN OLDUĞU YERDE AKLIN, AKLIN BULUNDUĞU YERDE İSE ŞİDDETİN BARINAMAYACAĞI gerçeğini aklından çıkarmamalıdır. Demokrasiden kaçmak yerine herkes ona sığınmalıdır. Çünkü sivillerin sığınacağı tek liman orasıdır.