Cimbom ve Fener arasında 25 Ekim’de Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan maçtan evsahibi takım galip ayrıldı. Stadı dolduran 50.000 Fenerli taraftar ezeli rekabette bir adım daha öne geçmenin sevinci içinde güldüler, eğlendiler. O akşam statta olan, ekranlardan maçı takip eden veya hiç olmadı spor haberlerinden skoru öğrenen taraftarlar video ve fotoğraf paylaşım sitelerinde binlerce megabaytlık alanı […]
Cimbom ve Fener arasında 25 Ekim’de Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan maçtan evsahibi takım galip ayrıldı. Stadı dolduran 50.000 Fenerli taraftar ezeli rekabette bir adım daha öne geçmenin sevinci içinde güldüler, eğlendiler. O akşam statta olan, ekranlardan maçı takip eden veya hiç olmadı spor haberlerinden skoru öğrenen taraftarlar video ve fotoğraf paylaşım sitelerinde binlerce megabaytlık alanı Kayahan’dan Mor Menekşe şarkısı eşliğinde maçtan görüntülerle doldurdular. Bu paylaşımların sağına, soluna ve altına yazılan onbinlerce megabaytlık yorumlar da cabası.
Ülkemizde ara sıra yapılan bir takım istatistiklere göre bu maçı takip etmiş vatandaşlarımızın yüzde 90’dan fazlası 9 kusurlu hareketi tam sayamıyor. Yüzde 80’i ofsayt (offsight) kuralını bilmiyor. Yüzde 95’e yakını hayatında hiç çim sahada top oynamamış. Yüzde 98’e yakın bir grup ise hayatında herhangi bir spor dalında faaliyet göstermemiş. Yani istatistiklere göre takipçilerin büyük kısmı izledikleri etkinliğin ne olduğundan haberdar değil.
Sadece istatistiklerle otistikçe ilgilenen biri bir maçın bu derece fedakarane ve cefakarane izlenmesini anlamlandıramayabilir. Maç boyunca sahaya yüzünü dönmeyen evrimin kayıp halkası bir amigonun verdiği komutlarla can hıraş tezahüratlar söyleyen güruhla empati kuramayabilir. Ama sosyologlar için cevap hazır: “Taraftar Olmak Güzeldir”. Taraftarlık, hiç bir çaba sarfetmeden bir galibiyetten pay çıkarmayı mümkün kılar. Bu çabasız galibiyet hissi ile mağluplarla alay etmek ve onları küçük görmek, hatta hayatın diğer alanlarında üstünlük taslamak primlerin en tatlısıdır. Ve kim ki mağluplardandır, geçmişteki parlak başarıları ile övünme haklarını her zaman saklı tutar; şüphesiz ki onlar tarihi yazanlardır.
Facebook ve benzeri paylaşım siteleri her alandan taraftarlar için ideal mekanlar. Bu sitelerde bir grup kurup, taraftar olunan neyse onunla ilgili fotoğraf ve video yüklemek ve gerekli harici bağlantıları kopyalamak bir kaç saatlik mesele. Sonrasında binlerce, yüzbinlerce grup üyesinin sanal ortamda taraftarlıklarını tescillemeleri ancak bir kaç gün sürer. Oysa ki aynısını sanal değil de gerçel ortamda yapmaya kalktığımızda işin ne kadar zor olacağını 200 küsür sayfalık “Dernekler ve Vakıflar Yasasına” şöyle bir göz gezdirilse anlaşılabilir.
Paylaşım sitelerinin etki alanı genişledikçe Time dergisinin “Yüzyılın En Önemli 100 Şahsiyeti” anketinden bu yana işler büyüdü. Facebook’ta son bir kaç aydır artan bir yoğunlukla Türklük, Atatürk, İstiklal Marşı, Bölücülük, Dincilik, Türk Bayrağı konularında çeşitli gruplar kuruluyor. Kimisi 10 Kasım’a kadar 1.000.000 (bir milyon) Atatürkçü toplamak, kimisi kırmızı beyaz bayrağın erdemlerini paylaşmak, kimileri de üzerimizde oynanan oyunları deşifre etmek istiyor. Ancak bahse konu başlıklar“yenilsen de yensen de taraftarın senle” diye tempo tutulacak, tezahürat yapılacak takımlar değil, birer fikir, ülkü, ve siyasi akımın kendisi veya simgeleri. Fikirleri tezahüratlarla desteklemenin, güçlendirmenin yolunu gösteren bir fikir henüz bulunamadı. Halihazırda literatür, insanın öncelikle bir değer sistemi geliştirmesi gerektiğini, bu sistem etrafında şekillenen bilgi birikimi sonunda fikre ulaşılacağını söylüyor. Eylemler ise yegane nihayi ürünler olarak karşımıza çıkıyor. Eylemler, yeni fikir yaratımı, mevcut fikirlerin geliştirilmesi, cari durumun değiştirilmesi olarak özetlenebilir. İşte bu nedenle Facebook Eylemcilerinin bahsettiğim tutarsızlıklarını gidermek adına, yaptıkları tezahüratların eyleme dönüşebilmesi için bazı öneriler gerekiyor.
Facebook’taki grupların üyeleri içinde mutlaka bir kaç radyo televizyon mezunu olacaktır. Bu üyelerin, siyasal bilimler ve ekonomi bölümlerinden üyelerle ortaklaşa kotaracakları “Te O Zamandan Uyarmış Bizi” belgeselinin büyük etkisi olacağı inancındayım. Belgesel sadece bugünün dahili ve harici kötü niyetlilerini ve bunların birbirleriyle ilişkilerini ortaya koyması yeterli değildir. Fütüristik bir çalışmayla yapılan analizler yarının düşmanlarını da işaret etmelidir.
Sonrasında Facebook akademisyenlerden beklentim “İçimizde Yaşıyor İnisiyatifi” adı altında yurt sathına yayılacak bir interaktif konferanslar serisi. Bu toplantılarda ele alınacak çeşitli başlıklar şunlar olabilir; “Bir On Yıl Daha Yaşasaydı Neler Olmazdı Neler?”, “Şimdi Kalkıp Gelse Ne İyi Olurdu (Değil Mi?)”, “Kurtuluş ve Kuruluş Ruhu Nasıl Geri Kazanılır?”. Liste katılımcıların değerli katkılarıyla uzayacaktır, ancak dönem dönem yapılan “Buralar Eskiden Hep Organik Dutluktu” veya “Dedemiz O Teklifi Reddetmeseydi Şimdi Arsamıza Ne Tip Bir Apartman Dikerdik?” toplantılarına karşı tetikte olunmalıdır. Önlem olarak, bu toplantıların harici eksenli ve belli-niyetli, içte kargaşa amaçlayanların çarpıtmaları olduğunu anlatan “Bizim Gelişmemizi İstemiyorlar” ve “Bizi Aralarına İstemiyorlar” hızlandırılmış kursları açılmalı ve gene yurt sathına yayılmaları sağlanmalıdır. İnteraktif konferans serisinin ardından ortaya çıkan yeni fikirler ve durumun yol gösterici olacağını düşünüyorum.
Bilge Terzioğlu
07.11.2009