Kürtlerin 9 Ekim’deki etkileyici “Halk Grevi”ni, bir ay sonra 8 Kasım’da Alevilerin yüzbinlerle katıldığı “Eşit Yurttaşlık Hakkı” mitingi izledi. Gündelik politika açısından her iki hareket de elbette önemli sonuçlar doğuracak, doğuruyor. 9 Ekim’in üzerinden atlayarak, Kürtlerin “Barış Elçileri”ne gösterdiği “teveccüh”ü anlamak olanaklı değil. Eşit Yurttaşlık Hakkı Mitingi’nin hangi somut politik gelişmeyi tetikleyeceğini bugünden kestirebilmek kolay […]
Kürtlerin 9 Ekim’deki etkileyici “Halk Grevi”ni, bir ay sonra 8 Kasım’da Alevilerin yüzbinlerle katıldığı “Eşit Yurttaşlık Hakkı” mitingi izledi.
Gündelik politika açısından her iki hareket de elbette önemli sonuçlar doğuracak, doğuruyor.
9 Ekim’in üzerinden atlayarak, Kürtlerin “Barış Elçileri”ne gösterdiği “teveccüh”ü anlamak olanaklı değil. Eşit Yurttaşlık Hakkı Mitingi’nin hangi somut politik gelişmeyi tetikleyeceğini bugünden kestirebilmek kolay değil ama mutlaka bir sonuca yol açacaktır.
Bu iki olay, gündelik politikanın ötesindeki bir gelişme çizgisine dikkat çekmemizi gerektiriyor: Kürtler’den başka Aleviler de uzun bir süredir “özerk” bir politikleşme sürecine yöneldiler.
Kürtler ve Aleviler, Türkiye toplumundaki en büyük (ve çok büyük) iki ezilen toplumsal unsur. Yaklaşık 20’şer milyonluk iki büyük kitleyi oluşturuyorlar. Kesişim kümesini (Kürt-Alevileri) dahi hesaba kattığımızda 30 milyona ulaşan bir nüfus. “Azınlık” kavramıyla nitelenemeyecek bir “büyüklük”.
Kürtler ve Aleviler maruz kaldıkları muamelelere karşı isyanlarını “kimlik sorunu” olarak ortaya koyuyorlar. Kürtler de Aleviler de “kimlik sorunları”nın çözümünü, “Demokratik Cumhuriyet” ve “Eşit Yurttaşlık” olarak tanımladıkları “tanınma” ve “kabul edilme”de arıyorlar.
Ezilen toplumsal grupların ayrımcılığa, dışlanmaya ve bastırılmaya karşı mücadelelerinin ilerici-demokratik özü su götürmez.
Sosyalistler bu mücadeleleri, tarihsel bir bakış açısıyla, “toplumsal devrim” sürecinin kaynakları, kurucu dinamikleri olarak ele alırlar.
Ama “sen elmayı seviyorsun diye, elmanın seni sevmesi şart mı?”
Her iki hareketin önderliklerinin de “sol”da durmakta ısrarlı olmasına karşılık, Kürtlerin ve Alevilerin özerk politikleşme süreçleri, somut, gündelik politik mücadele alanında, bütün toplumu kucaklayan bir ilerici politik süreci henüz ateşlemiyor. Bu özerk politikleşme süreçleri, “ayrışmış çıkarları savunma” sınırını, henüz, “söylemin ötesinde” zorlayamıyorlar.
“Söylem”i gerçeğe nasıl dönüştüreceğiz?
Kürt özgürlük hareketini, (“devrimci yenilgicilik” dışındaki bir yolla) bütün Türkiye halkları için özgürleştirici bir sürecin kurucu unsuru haline nasıl getireceğiz?
Alevi “eşitlik” hareketini, Türkiye’deki bütün din ve mezhepler içerisinde kök salmış “sömürücü düzen” kalıp ve kurumlarını yıkan bir genel özgürleşme hareketiyle nasıl bütünleştireceğiz?
Bunun için hem “Kürt özgürlük hareketinin”, hem de “Alevi eşitlik hareketinin” gelişme özelliklerinin dikkatle incelenmesi; bunlar içerisindeki “proleter hak hareketleri”ne özgü unsurların ayırt edilmesi ve diğer hak mücadeleleriyle bu öz-nitelikler üzerinden yakınsamaların yaratılması ve kullanılması gereken başlıca yöntem gibi görünüyor.
Bu yöntemle elma da bizi sevebilir.
Kürt özgürlük hareketinin bu bakımdan taşıdığı olanakları daha çok “ulusal baskı ve yeni işçi sınıfının oluşumu” arasındaki ilişkilerin irdelenmesinden türetebiliriz. (Bu konuya başlangıç yapmayı gelecek sayıya bırakıyorum).
Alevi hareketinde böyle bir yönelimin egemen hale gelmesinin, bugünkü iktidarın, “neoliberal İslamcı” ideolojisine karşı gelişen toplumsal muhalefet hareketleri bakımından özel bir önem taşıyacağı kanısındayım.
Örneğin, Alevi eşitlik hareketini, mevcutlar gibi neoliberal yeni sömürge kapitalizmiyle kaynaşan bir başka mezhep ve cemaat örgütlenmesini yaratma hareketi olarak değil, onun istediği otoriter, hiyerarşik, istismarcı dinsel organizasyon şemalarını “kutsallığın dışına iten” ve hareketi aynı zamanda neoliberal kapitalizme karşı somut bir “moral direniş” hareketi olarak geliştirmeye çalışmak bu alandaki sol siyasetin omurgasını oluşturmalıdır.
Bu noktada, “ücretli” bir “din adamları sınıfı” yaratılmasına karşı mücadele; toplumsal dayanışma ihtiyacını “dilencileştirici” biçimlerle değil, toplumsal hak mücadelelerini geliştiren biçimlerle karşılamayı öngören mücadeleci bir dayanışma anlayışının geliştirilmesi aklıma gelen ilk örnekler.
Halkın Sesi/93. sayı