İlkokuldaki resim derslerini hatırlarsınız. Anneler Günü’nde annelerle ilgili, 23 Nisan’da çocuklarla ilgili, 29 Ekim’de Cumhuriyet bayramıyla ilgili resim yapılırdı illa. Yapılırken de ziyadesiyle sıkılınırdı. Resim dersi nereden çıktı diyeceksiniz amma velâkin günlerden 6 Kasım’dı. Yine gazeteler, internet siteleri YÖK konulu satırlarla dolacaktı. Oysa YÖK bir kompozisyon konusu olmanın ötesinde. Demokrasiyi bu günlerde dillerden düşürmeyen kadrosuna […]
İlkokuldaki resim derslerini hatırlarsınız. Anneler Günü’nde annelerle ilgili, 23 Nisan’da çocuklarla ilgili, 29 Ekim’de Cumhuriyet bayramıyla ilgili resim yapılırdı illa. Yapılırken de ziyadesiyle sıkılınırdı. Resim dersi nereden çıktı diyeceksiniz amma velâkin günlerden 6 Kasım’dı. Yine gazeteler, internet siteleri YÖK konulu satırlarla dolacaktı. Oysa YÖK bir kompozisyon konusu olmanın ötesinde. Demokrasiyi bu günlerde dillerden düşürmeyen kadrosuna rağmen çalışanların ve öğrencilerin hallerine gözleri, taleplerine kulakları kapalı, “otoriter ve baskıcı yapısı ve zihniyetiyle, tüm yükseköğretimi tahrip eden bir ilişkiler sisteminin toplamı”.(1)
6 Kasım akşamı haberlere göz atarken şu başlığı görmem beni hem şaşırtmadı hem de kızdırdı: “YÖK Başkanı’nın ‘özgürlük’ formülü” Utananın oğlu kızı olmazmış derler, ama bari bugün yapmasaydın Y.Z. Özcan, dedim. YÖK başkanı bize yetkileri kısıtlanmış bir YÖK’ten yana olduğunu, rektörlerin de yetkilerinin artık azaltılması gerektiğini söylüyor, özgürlüğün “gizli formülünü” 6 Kasım’da bahşediyordu. Beynimde artık bir cep telefonu firmasının reklamlarını süsleyen “ey özgürlük” melodisi canlandı. Okulda defterine, sıraya, ağaçlara yazarken düşündüm Özcan’ı. Sonra, YÖK ve özgürlük-demokrasi vs. kelimelerinin aynı anda geçtiği yazıların köşesine şiddet ve korku işareti eklenmeli diye düşündüm zira gençlerin fiziksel ruhsal zihinsel gelişimini olumsuz etkiliyordu. Ve zihinsel gelişimimizi sürdürmek için yazmak faydalı bir pratikti. Yoksa böyle bir yazı yazmaya niyetim de yoktu.
Zihinsel gelişimimiz ve YÖK
Günlerden 6 Kasım’dı ve yine YÖK resmi çizilecekti. Nasıl çizeceğiz peki YÖK’ün resmini? Emekliliği yakın bir hocamız fakültenin kapısından sırayla çıkan 1402’lik akademisyenleri çizecek. Yaratıcı olmayanlar çok kullanılan yaratıcı bir figürü taklit edecek ve adı YÖK olan makineye insan olarak verilen banknot olarak çıkan öğrencileri çizecek. Mizah duygusu güçlü olanlar belki “motosikletli” ya da YÖK bahçesinde “köpek seven (ama asistan sevmeyen)” bir Yusuf Ziya Özcan tasvirini tercih edecek. Bir araştırma görevlisi bu sene kesin eylem dökecek kâğıda, ellerinde belleğimizde yer eden 50-d logosu, “biz kalıyoruz YÖK gitsin” yazacak pankartta. Belki arada çay termosu çizenler olabilir. O da nerden çıktı demeyin. Çay termosu iş güvencesi talebiyle 24 Nisan’da yaptığımız eylemden aklımda kalmış. YÖK’ün önüne eyleme gelenlere çay YÖK’ün ikramıydı. Ve “çay değil güvence istiyoruz” sloganına kaynaklık etmişti, o termos. Kanımca YÖK’ün sopa ve havuç taktiğinin oradaki sembolüydü. Yani istersen YÖK’le çay da içilir, köpek de sevilirdi.
İşte genciyle yaşlısıyla zihinsel gelişimimiz de tam bu noktada olumsuz etkilere açılıyor. YÖK “biz değiştik” şiarıyla karşımıza dikiliyor (Bir yerden tanıdık sanki) : “Artık Rektör merkezci bir üniversite yönetimi olmasın, demokratikleştirelim şu üniversite yönetimlerini. Danışma kurulları kuralım mesela, mütevelli heyeti benzeri bu yapıların içini dolduran sermayenin örgütleri, öncelikle piyasaya dönük çıktı yaratmayan içeriklerden temizlesinler programları, ardından kendi iç eğitimlerini üniversiteye taşısınlar. Üniversitenin bilgi kaynağı ile sermayenin para kaynağı hemhâl olurken, sermaye üniversitelerin bilgisine, üniversiteler sermayenin bilgisine sahip olup bunu kullandıkları bir “mutualist” ilişki içinde sevgi dolu bir demokratik üniversite yönetimine adım atsınlar. Üniversite bileşenleri mi? Hani öğrenciler, öğretim elemanları, memur ve işçiler… (Yanağımızdan makas alıp) cahil… Onlar sadece iç paydaşlar… Hazır dış paydaşlarla da içli dışlı olmuşken, neden hiç demokrasi görmemiş topluma bunu da demokratikleşme diye sunmuyoruz ki.”
YÖK ve matematik
YÖK başkanı bir sosyolog ama üniversitenin matematiği hakkında ortaya attığı geniş bir teorik çerçeve de yok değil. Demokrasi teorileri gibi matematik konusunda da zaman zaman bizi bilgilendiriyor.
“Eski üniversitelerimizde artırdığımız kontenjanlar nedeniyle kalite düşmesi olmaz. Sistem gayet iyi çalışıyor. Bu söylediğiniz yeni üniversiteler için olabilir. Ama yeniler için bir iki yılda hemen olmasa bile, öğretim üyesi yetiştirmek üzere yurtdışına eleman gönderiyoruz. Her yıl bin kişi, 5 senede beş bin kişi gönderilecek. Bu öğrencilerden bin kişi yolladığımızı düşünün; 3’te biri kalsa 2’si gelecek. Her yıl, altıncı yıldan başlayarak 650 öğretim üyesinin sisteme katılması, sistemi rahatlatacaktır” (Y. Z. Özcan, Yeni kurulan üniversitelerin eğitim kalitesini olumsuz etkilediği ve öğretim üyesi sıkıntısı yaşandığı eleştirilerine cevaben.)
2009 Ales ilkbahar dönemi çıkmış sorusu: “Her yıl yurtdışına 1000 öğrenci gönderelim, altıncı yıldan başlayarak 650 öğretim üyesi geri gelsin. Öğretim üyelerinin 1/3’ü yolda insin, 1000 öğrenci 7. aydan başlayarak işin ¼’ünü altı ayda bitirirse, havuzun tamamı kaç ayda dolar? (Sistemin rahatlama katsayısını 3 olarak alınız)
2009 ALES ilkbahar dönemi çıkmış sorusu : “Bir akademisyenin günlük hayatında yaptığı çalışmaları bir liste haline getirelim, bu faaliyetlerinden özellikle Akademik olanlara fazla puan vermek şartıyla bir puan sistemi geliştirelim. Her öğretim üyesinin bir yıl boyunca yaptığı bütün faaliyetler, makale yazmak, patent çalışmalarında bulunmak, konferanslara katılmak gibi değişik programları ele alıp puan verelim. Sene sonunda bir öğretim üyesinin elde edeceği puanın karşısına bir de parasal çarpan bulalım. Örneğin bir puan 50 TL desek, toplayacağı puanlarla ortaya bir meblağ çıksın. Öğretim üyelerimize, yılın 12 ayı boyunca ödeyelim” ( “bizzat, Y. Z. Özcan, 13.05.2009” ) Bu işlem sonucunda öğretim üyesinin aylık maaşını ve kalite artış oranını bulunuz.
Kalite kavramı önemli! Kalite kavramını önümüzdeki dönemde daha da çok duyacağız. Üniversitenin kalitesini içeriden ve dışarıdan ölçecek mekanizmalar hâlihazırda bulunmakta. Kalite Güvence Kuruluşları ise üniversiteleri derecelendirmek için bekleme modunda. Kalite nasıl ölçülüyor derseniz, cevabı yukarıdaki soruda gizli. Kaç makale, kaç sempozyum, kaç proje… İşte havuç burada devreye giriyor. “Kaliteli öğretim üyesi” statüsü ve özel sektöre yapılan projeler, ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans, uzaktan eğitim, çok uzaktan eğitim, yaşam boyu eğitim derken kişilere sunulan bir başka üniversite ve akademisyen modeli. Velhasıl YÖK’de çay içmek de mümkün.
Ama…
İlla ki iş güvencesi, bilimsel saiklerle araştırma, kamusal üniversite, parasız eğitim diyorsanız… İşte o zaman sizi sopa bekliyor. Tıpkı İstanbul Üniversitesi araştırma görevlileri ve öğrencilerinin dönemi soruşturmalarla ve cezalarla karşılamasındaki gibi…
Özcan’ın işgüvencesi gibi bu “yersiz” taleplere de bir cevabı var:: “(Kadrolaşma iddialarına değinerek) Böyle iddialar var, biz de biliyoruz. Ben onları çok kabul etmiyorum ama biz bu iddialardan tamamiyle kurtulabilmek için bütün sübjektif unsurları kaldırıp yeni bir sistem getirdik. Ama maalesef Danıştay tarafından yürütmeyi d
urdurma kararı geldi. Düzenlemeyi Meclis’e gönderdik, kanunlaşırsa tekrar o sübjektif elemanlardan arınmış sürece döneceğiz, dönmek zorundayız.”
Üniversitede yüksek sesli duyuru: “Tüm sübjektif unsurlar, lütfen üniversiteyi acilen boşaltınız ve yerlerinizi objektif unsurlara teslim ediniz!” Türkçeye çevirisi: “Bilimsel ve akademik ölçütlerle gelerek, iş güvencesi diye ısrar eden öğretim elemanları, acilen rotasyona mı çıkacaksınız, yeni üniversitelere mi vakıf üniversitelerine mi gideceksiniz, bilmiyoruz ama tebdili mekânda ferahlık vardır, ey özgürlük, hayırlı yolculuklar. YÖK turizm”
Tüm bunları söylemeye hiç gerek yoktu belki de. Gerçi söyleyene değil Söylet’ene bak demişler. Salt sözün kıymeti yok zira halıyı ayağımızın altından çekiyor birileri. Oda arkadaşımızı, sınıf arkadaşımızı, mesai arkadaşımızı demokratik! bir YÖK’ün mümkün olduğuna inandırmaya çalışıyorlarken biz başka bir üniversitenin mümkün olduğunu anlatabiliyor muyuz? Neoliberal dönüşümün mikrokosmosunu direnişin mikrokosmosuna dönüştürmek ve sözün aşılabilmesi dileğiyle.
* Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Yükseköğretim Deklarasyonu, Gümüldür, 30 Mart 2008
Açalya Temel
7 Kasım 2009