Çocukların yaşama alanı toplumların vicdanıdır. Eğer öyle bir yer yoksa, parçalanan, kurşunlanan çocuklarımız, yaşarken ruhlarını sakatladığımız çocuklarımız var demektir. Ve sakın kendi çocuğunuzu daha tekin bir hayata büyüttüğünüzü sanmayın. Her öldürülen çocuktan geriye kalan karanlıkta kararacaktır hayatları… Tarihi fırsatlar ve demokratik açılımların yolları çocuklardan geçmedikçe hep bir sayıklama olacaktır. Uzakta olanlar ve görmediklerimiz ‘ahlaksal’ olarak […]
Çocukların yaşama alanı toplumların vicdanıdır.
Eğer öyle bir yer yoksa, parçalanan, kurşunlanan çocuklarımız, yaşarken ruhlarını sakatladığımız çocuklarımız var demektir.
Ve sakın kendi çocuğunuzu daha tekin bir hayata büyüttüğünüzü sanmayın.
Her öldürülen çocuktan geriye kalan karanlıkta kararacaktır hayatları…
Tarihi fırsatlar ve demokratik açılımların yolları çocuklardan geçmedikçe hep bir sayıklama olacaktır.
Uzakta olanlar ve görmediklerimiz ‘ahlaksal’ olarak bize uzakta değillerdir
Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz ve diğerleri bizim merak etmediğimiz çocuklarımızdı.
Aynı ülkede yaşadığımız ama ölümleri medyada gönülsüzce küçük haber yapılınca tanıdığımız çocuklarımızdı.
Kayıtsızlığın döşediği dünyamızda ‘yok saydıklarımızın’ çocuklarıydılar.
Çocuklarımızın aralarında coğrafyalar yoktu, aralarında ‘delirtici ön yargılarla’ zehirlenmiş vicdan vardı.
İkisi de evlerinin yakınlarında öldürüldüler, Uğur 12, Ceylan 13 yaşındaydı.
Uğur’un yıllar içinde kalın kara bir dosyası oldu, şimdi Ceylan’ın dosyası kabarıyor…
Üstelik bilirkişi raporları çok ayrıntılı ve onların bedenleri için çok ağırdı.
Raporlarda Uğur’un bedenine yağan 13 kurşun mevzileniyor, Ceylan’ın parçalanmış karnının tarifi yapılıyor.
Annelerinin onların cansız bedenlerine sarıldıklarında yüreklerinde bu yaraların tıpkısının açıldığını tüm anneler biliyor.
Mayınlanmış bir hayata ve kurşun sesine doğmuş yavruları kendilerinden topla, tüfekle koparılmıştı .
Uğur ve Ceylan’dan şimdi geriye iki fotoğraf, iki çocuk mezarı, iki bilirkişi raporu ve ‘biz’ kaldık.
Gittikçe puslanacak, gölgelenecek iki çocuk ölümü.
Yıpranmış ve küf kokan dünyamızdan attığımız küçük ellerin izleri çoğalacak…
Uğur’un davasında yargılananlar beraat etti.
Ceylan’ın ölümündeki büyük sessizlik kırıldı, yerini ‘büyük müphemiyete’ bıraktı.
Sahi failler kimdi?..
Çocuklarımız, ‘büyüklerin cezaevinde’ tutuklu yargılanmayı bekliyor, çocuklarımız ‘büyüklerin suçundan’ ceza alıyorlar.
Çocuklarımız; Güneydoğu’nun mevsimlik işçileri, okula gidemiyorlar, onlar her yanı havan mermisi ve bombadan örülmüş dünyalarında kimsenin hatırlamak istemedikleri…
Çocukların ‘ölü’ ve ‘suçlu’ kahramanlar olduğu bu zalim anlatı devam ediyor…
Oysa 25 milyonluk Venezuela’da 300 bin çocuk ve genç, kamusal vakıf ‘El Sistema’ sayesinde müzik yapıyor.
Venezuela’nın yoksul çocuklarının hayatları, 102 gençlik ve 55 çocuk orkestrasıyla büyüyor.
Bir büyüyü andıran müzikleri, Venezuela ‘bario’larından’ yaşama ‘evet’ diyorlar.
Sokaklardan gelen çocukların ‘devlet kaynaklarıyla’ desteklendiği bu büyük halk orkestrasının adı ‘Sinfonica Juventad de la Venezolana Simon Bolivar’.
Dünya virtüözlerinin birlikte çalmaya can attığı bu orkestralar, Venezuela’nın ‘vicdanı’ oluyor
Duyunca içimizi sarsan bir hayal, masal gibi değil mi?