İstanbul Üniversitesi’nde 54 öğrenci toplam 14 yıl 9 ay uzaklaştırma cezası almıştır. Bu cezalar 2 hafta ile 4 dönem yani 2 yıl arasında değişmektedir. • Bu cezalar; öğrenim, düşünce ve bilim özgürlüğüne bir darbedir. • Bu cezalar, demokrasi ile bağdaşmamaktadır. • Bu cezalar; hukuka, adalete ve insan haklarına aykırıdır. • Bu cezalar; ahlaka ve insanlığa […]
İstanbul Üniversitesi’nde 54 öğrenci toplam 14 yıl 9 ay uzaklaştırma cezası almıştır. Bu cezalar 2 hafta ile 4 dönem yani 2 yıl arasında değişmektedir.
• Bu cezalar; öğrenim, düşünce ve bilim özgürlüğüne bir darbedir.
• Bu cezalar, demokrasi ile bağdaşmamaktadır.
• Bu cezalar; hukuka, adalete ve insan haklarına aykırıdır.
• Bu cezalar; ahlaka ve insanlığa aykırıdır.
• Bu cezalar; demokratik, çağdaş eğitim mantığı ile hiç bağdaşmaz.
• Bu cezalar; sorgulamayan, üretmeyen, yaratmayan, geliştirmeyen, dönüştürmeyen, bilim dışı, itaat eden, robotlar yetiştiren gerici-ırkçı bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayış özgür, demokratik, bilimsel, rasyonel bir üniversitenin değil, çağdışı skolâstik bir medresenin anlayışıdır.
Cezaya çarptırılan öğrencilerin hemen hemen hepsi yoksul aile çocuklarıdır. Kim bilir ne umutlarla gelmişler, ÖSS yarışından sonra üniversiteli olmuşlar. Yaşadıkları dar alandan, geniş bir alanda kendilerini bulmuşlar. Büyük bir kent olan İstanbul’da çok farklı insanlarla karşılaşmış, farklı kültürler, farklı renkler, farklı diller, farklı inançlarla tanışmışlar. Daha evvel yaşadıkları küçük kentin ve kapalı bir toplumun yaşam kültürü gereği baskıcıdır. Toplum, aile, okul baskısı bitmiş, artık üniversiteli olmuşlardır. Bundan sonra hayalleri gerçekleşecek, artık özgür düşünecekler, kişilikleri gelişecek yani özgür birey olacaklar.
Yoksulluğu yenmek, geldikleri baskıcı toplumun anlayışını değiştirmek, dönüştürmek, toplumsal dönüşümler için bir takım çareler düşünecekler, sorgulayacaklar, araştıracaklar ve çözüm üreteceklerdir. Bunu yaparken sadece düşünce özgürlüğü ve bilimsel özerklik istiyorlar. Hiçbir zaman şiddete başvurmadılar. Çoğu kez satırlı, bıçaklı saldırılara maruz kaldılar. Bu gençlerin düşüncelerini özgürce, baskı görmeden ifade etmelerine hiç mi izin verilmeyecek? Geçmişte Mahirlerin, Denizlerin, Hüseyinlerin hakları ve hayatları gasp edildiği gibi bunların ki de mi gasp edilecek? Hani demokrasi, hani insan hakları, AB açılımları, hani uluslararası anlaşmalar, hani Kopenhag kriterleri… Bu gençlerin yaşamlarından bir buçuk yıl- iki yıl çalmak, geleceklerini karartmak, hayatlarını söndürmek kimin hakkıdır? Buna hangi yasa izin verir? Adaletin hangi terazisinde tartarak bu cezaları verdiler, hangi ölçü aracıyla ölçtüler? Hukuk fakültesine kayıt olurken hakkı, hukuku, adaleti, adalet dağıtımını öğrenmeye gelmişlerdi. Adaletsizliğe uğrayan öğrencilerin adalete inançları kalır mı? Bu cezayı veren soruşturma hocası ve bunu onaylayan rektör; hangi adalet anlayışı, hangi insan duygusu, hangi eğitim bakışı hangi çağdaş-etik yorum ve vicdanla bu kalemi kırmışlardır?
Bütün suç(suzluk)ları; özgür birey olabilmek, endişesiz, korkusuz, güvenli bir gelecek için haksızlıklara karşı gelmek yani 12 Eylül faşist darbesinin icadı olan YÖK ucubesine karşı olmak ve bu anlamda haklarını aramaktır. Bundan doğal ve haklı ne olabilir?
Orta ve ilköğretim okullarında biz öğretmenler öğrencilerimize kişilikli olmalarını, bağımsız karar verebilmelerini, üreterek yaratıcı ve dönüştürücü olmalarını öğretmedik mi? O zaman bu öğrencileri soruşturanlar bizi yargılasınlar. Suçlu biz ve çağdaş eğitim politikasıdır.
Hep sağduyudan söz ederiz. Bu sefer ben herkesi SOL duyuya davet ediyorum.
Mithat Can
Emekli Eğitimci