Orada bir Kürt Kadını Kongresi yapıldı uzakta, gitmesek de görmesek de: Hakkari Üniversitesi Kürt Kadını Kongresi (1-5 Ekim 2009) ve İzlenimler söyle geriye ne kaldı, acıdan ve gözyaşından başka…söyle elimizde ne kaldı şimdi…insanlığımızdan başka…? sabahın ilk uçağı, istikamet Ankara, Adı Türkçe, yolcusu Türk, yönü Türkiye, bir uçak göklerde…adana’dan binilen Hendek adlı uçak, önce Ankara, oradan […]
Orada bir Kürt Kadını Kongresi yapıldı uzakta, gitmesek de görmesek de: Hakkari Üniversitesi Kürt Kadını Kongresi (1-5 Ekim 2009) ve İzlenimler
söyle geriye ne kaldı, acıdan ve gözyaşından başka…söyle elimizde ne kaldı şimdi…insanlığımızdan başka…?
sabahın ilk uçağı, istikamet Ankara, Adı Türkçe, yolcusu Türk, yönü Türkiye, bir uçak göklerde…adana’dan binilen Hendek adlı uçak, önce Ankara, oradan da Van’a istikamet…bindik bir uçağa, gerisi hayır-gele sabahın erken bir yerinde… önce Ankara Esenboğa Havaalanı istikamet, tabii ki yolcuları “high society”, orası başkent yani, asık suratlı özanası çok büstlü güzel ülkenin… oysa karanlık zaman kentli, bina yıkıntısıdır gidilmekte olan… bilen bilir… yolculardan bir kaçı asık suratlı dikkatimi çekiyor, aklımda öteki uçak, afilli, pembemsi elbiseleri havalarda uçuyor, ama asık suratlı ve pek bir mutsuz gözleri… sonra Van uçağındayız, yolcusu sabahkinden çok farklı… nasıl mı; gözgöze gelebilmek mümkün örneğin, sıcacık bir bardak çayı yudumlar gibi… yaklaşık 1.5 saat sonra geldik: Van Ferit Melen Havaalanı… insanlar bambaşka…adı Türkçe, coğrafyası Türk, dili Kürtçe, yönü …
van’dayız Ferit Melen Havaalanı’nda… “Serhat” öğretim görevlisi Hakkari Üniversitesi’nden, şaşkın ve oldukça sevinçli… karşıladı havaalanında tüm panelistleri… cumhuriyet caddesindeyiz herbirlikte… kahvaltı ebem kuşağı renginde… bitişik evler gibi… içiçe samimi…neşeli trt şeş ekibi de bizimle… oturduk adalet sarayına nazır ahşap hüzünlü bir masanın çevresine… çayların sıcacık kızıl buğusu vuruyor gözlerimize… gözlerimizde çeyrek asırlık bir inkarın özeleştirisi… telaşlı bir sevinç bu: birarada olmanın samimi sevinci ve gördüklerimizin hüznü… bu aynı yerden sevebilmek bir halkı ve insanlarını… ayırt-etmeden dilini, rengini, ötekileştirmeden… bu, aynı sulardan gelmenin ortak sevinci, “kırmadan dökmeden insana geldik” dediği gibi büyük usta Ruhi Su’nun… insanı insanca sevmenin kardeş gözleriydi, gözlerimizdeki buğu… aynı ekmeğe el uzatırken ki…. türkü, amerikalısı, kürdü, ingilizi, herkes en çok insandı masanın çevresinde….
bindik üniversiteye ait bir araca… üç saatlik mucur bir yol, yol olmayı bekliyor, ithal bir çözüm paketiyle… yollar nasıl hüzünlü… dağlarına, analarının yıllar yılı süren isyana acıya ayarlı çığlıkları değmiş besbelli… yollar bir inkarın kurak sarı rengine bulanmış… yollar, acının eziyetin kanın ve göçün yıllanmış izine ev sahipliği etmiş… belli ki yeşili çok olmuş unutalı bu yollar, bu dağlar… sümbülün nazik eteklerindeyiz şimdi de… yaklaştık, işte… ve Hakkari. Burası, istanbuldan izmire, adanaya, cudiye memleketin dört bir yanına uzanan hikayelerin, kavgaların, acıların ve öteki olmanın başkenti… Hakkari… etrafı sümbülle çevrili, sümbül yeşilin öfke izli kurak kızı… anlıyor insan bir nedeni varmış meğer insanların da dağ gibi kurak kalışının….
sokaklar cıvıl cıvıl, sanki istanbulda bir pazar yeri…. kadınların kızların içlikleriyle eş uzun rengahenk elbiseleri… insanlar öyle mutlu ki biz ordayız diye… gözlerinden okuyoruz içlerini: hocalar gelmiş kentlerine, üstelik akademisyenlermiş, anaların hasretlerini, özlemlerini, hikayelerini daha anlamak için, yıllanmış acılarının kavgasını vermek için, ellerini tutup yanınızdayız demek için… üstelik konu kadınmış… saygılı ve sevinçliler… mağruru ve ürkekler… hüzne karışık utanç kadınların yoksulluklarını örten puşilerinin ardına gizledikleri… ve elbet adaylar bir kent olmaya yüzyıla yakışır yollara, suya, okula ve hizmete… hanidir anayasanın sosyal devlet ilkesinde dendiği gibi… sağlık, eğitim, güvenlik onların da hakkı… caddeler ve insan yüzleri… sıcacık… etraf nazlı sümbül dağının rengine sinmiş, büyüsüne sinmiş kederi ile dolu… sümbülün ortası kent yeri: adı Hakkari…
ulaştık sonunda Atatürk kültür merkezine, bir tören: açılış töreni bu… arabaların plakalarından belli… yol yorgunu dağınığız hepimiz… karşılandık ve buyur edildik salona hızlıca… bir rektör: 80’den sonra unuttuğumuz ve hiç alışık olmadığımız bir söylem ve samimiyetle çıktı kürsüye, dedi ki açılış cümlesinde: “Hün hemi Xer Bi Hattını”… hepiniz hoş geldiniz… bu aşının tuttuğudur… bu aşı, insanlık aşısı, sonunda sümbüle de vuran ve daha da vuracak olan… ardından bu devletin valisi: vali Türker .bir açılış kokteyli… ve kürtçe yanık bir aşk şarkısı valinin dilindeki: “Rındamın”… hep beraber söyledik ve içlendik türküyle… gözlerdeki özlem bir dili inkar etmemenin sevinciyle iç içe bu sefer… şarkılar yoldaş oldu o gece bize…
ertesi günü aydınlık bir Hakkari sabahı karşıladı bizi… kürt kadını kongresi başladı işte sonunda, neler mi tartıştık: kürt kadınının aile içindeki yeri, maruz kaldığı şiddet ve töre olayları, ekonomik güçleri, siyasete karşı duruşları, toplum içerisindeki sosyal statüsü, bir kürt kadınının anne olarak fotoğrafı, adli süreçlerdeki durumları ve tutumları, yoklukla baş etme yolları, zorunlu ve gönüllü göçte yaşadıkları ve uyum becerileri gibi kürt kadınını tanımaya ve anlamaya yönelik tüm konular tartışıldı…hem Kürtçe yani anadilinde, hem ingilizce yani kabul gören bilim dilinde, hem de Türkçe yani üveyanasının dilinde (Bknz: C. Süreya)….
kimler mi ordaydı, konu çok disiplinli olmayı gerektiren, ama ev sahipliğini elbette sosyolojinin yaptığı ve bence de yapması gereken, iktisat, işletme, kamu yönetimi, edebiyat, tarih, felsefe, hukuk, tıp ve diğer, hemen tüm disiplinlerce derinlemesine ele alındı… ama konulardan ve tartışma derinliğinden çok daha önemli bir mesaj vardı… o gün orada olmanın insani yönü vardı gözlerde…yüreklerde… üstelik bu sefer sınıf, kıdem, yaş, cinsiyet, dil ayrımı olmadan… olur mu diyenlere açık mesajdır….oluyor… hem de öyle güzel oluyor ki… sarılmanın iyileştiriciliği bu… yarasına da olsa bir halkın ve kadınların: sarılmak… acısına da olsa… yıllar sonra da olsa. sadece kucak açın ve sarılın insanlara… nasıl da yetecek göreceksiniz… çocukların yoksul ve nasırlı ellerine bulaşmış acıyla karışık utangaç sevince sarılın çekinmeyin… uzağınızda değiller… biz gitmesek de onlar bu ülkenin her yerinde… durduğunuz kırmızı ışıkta… köşedeki çöp bidonlarını kurcalayan gözlerde… sabahları simit satan çocuğun gözlerinde… o çocuklar bu dünyanın çocukları… gözlerinin içinde birbirinizi görene kadar bakın gözlerine… oralarda bir yerde, unuttuğumuz, unutturulan insanlığımız yetecek anlamamıza, yıllardır neleri kaybettiğimizi bir hiç uğruna ötekileştirilenlerin nasıl da güzel olduklarını, aslında…. tavsiyemdir… bu yaz bodrum, gökova, adalar yerine… alın sevdiğinizi, çocuğunuzu, yeğeninizi Hakkari’ye gidin… korkmayın… sümbül dağının nazlı eteklerinde, depinde çay başında, yüksekovanın güzelliğinde, insanların gözlerinde yeniden hatırlayın… bıraktığınız yerden, yeniden başlayın… ve sevmenin nasıl her şeye yettiğini hatırlayın… insanca yaşayabilmenin barış içerisinde… bizlere sunulduğu gibi çok zor olmadığını… aynı sofraya bağdaş kurup, sıcacık bir ekmeği kardeşçe bölüşmenin nasıl da güzel ve insana yakışan olduğunu anlayın… ben gittim gördüm…. korkmayın siz de gidin… gidin de gözyaşı dinsin kadınların… çocukların gözleri öyle hüzünlü bakmasın… ne için olursa olsun gidin…gidin de neyse o unutulan hatırl
ayın yeniden ve hatırlatın… korkmayın gözlerine bakmaktan insanların, dillerini bilmeseniz de bakın gözlerinin içine, bu yetecektir acıyı ve kavgayı bu topraklardan silmeye… ve sarılmaktan utanmayın, korkmayın …
Dr. Esmeray Yoğun