“Barış ve Demokratik Çözüm Grubu” 19 Ekim Pazartesi günü ülkeye giriş yaptı. Kürt halkı, Kandil’den gelen gerillaları ve Maxmur’dan gelen mültecileri Habur’dan Diyarbakır’a kadar görkemli kitlesel etkinliklerle karşıladı. Halkın büyük kalabalıklar halinde günlerce şenlikli gösteriler yapması, “açılım süreci”nde bir dönüm noktası oldu. Aylardır AKP iktidarının (ve devletin) çeşitli oyalamalarıyla içeriği iyice boşaltılan “Kürt sorununda açılım […]
“Barış ve Demokratik Çözüm Grubu” 19 Ekim Pazartesi günü ülkeye giriş yaptı. Kürt halkı, Kandil’den gelen gerillaları ve Maxmur’dan gelen mültecileri Habur’dan Diyarbakır’a kadar görkemli kitlesel etkinliklerle karşıladı. Halkın büyük kalabalıklar halinde günlerce şenlikli gösteriler yapması, “açılım süreci”nde bir dönüm noktası oldu.
Aylardır AKP iktidarının (ve devletin) çeşitli oyalamalarıyla içeriği iyice boşaltılan “Kürt sorununda açılım süreci”, böylece gerçek bir devrimci özneyi ortaya çıkarmış oldu. Evlatlarına sağ salim kavuşmanın duygusallığını yaşayan halkın coşkusu elbette anlaşılır bir durumdur. Ancak bu gerçeğin sadece küçük bir parçasıdır. Karşı karşıya olduğumuz gerçek, egemenlerin teslimiyet dayatan oyalamalarına karşı Kürt halkının ortak siyasal bir iradeyle meydan okuyuşudur. “Barış, özgürlük ve demokratik çözüm” taleplerini yüksek sesle dile getiren Kürt halkı, AKP hükümetinin son bir manevrayla ‘milli birlik projesi’ne dönüştürdüğü egemen Kürt açılımı projesini, halkın aşağıdan inisiyatifiyle devrimci bir dinamizmle buluşturarak tersine çevrilebileceğini gösterdi. Böylece, “açılım” beklentisiyle ve devletin şiddetli baskılarıyla yerel seçimden beri hareketsiz bir konuma itilen Kürt hareketi, önemli bir atılım yaparak açılım sürecinde ileri bir inisiyatif elde etmiş oldu.
İşte dönüm noktası da burasıdır. Kürt halkı bütün içtenliği ve kararlılığıyla gerçek bir barış sürecinin temel öznelerinden biri ve güvencesi olduğunu göstermiş oldu.
Kürt hareketinin en azından şimdilik aldığı bu ileri inisiyatif, bildik bir rejim refleksini gündeme getirdi. Arkasında emperyalist bölge projelerinin ve neoliberal sermaye politikalarının olduğu egemen açılım projelerine dahi tahammül edemeyen CHP ve MHP gibi partiler, başından beri kitlesel şovenizmi ve faşizmi kışkırtan tavırlara yönelmişlerdi. Kürt halkının ileri barış hamlesiyle birlikte bu tavırlarını iyice tırmandırdılar.
Buna karşın AKP hükümeti (ve devlet), bir yandan, bu sürecin Kürt hareketini güçlendirme olasılığı; öte yandan, sokaklarda yükselen şoven tepkiler karşısında geri adım atarak sürecin gözden geçirilmesi gereğini dile getirdi.
Fatura kime kesilmeli?
Ortaya çıkan toplam manzara şudur: “Düzenin Kürt açılımı” gereksinimine bağlı olarak atılan adımların niteliği başından beri belliydi. Açılım süreci, Kürt hareketinin tasfiye edildiği, PKK’nin ve gerillanın çözüldüğü, Demokratik Toplum Partisi’nin iyice baskı altına alınarak hareket alanının kısıtlandığı bir nitelik sergilemektedir. Eli kolu bağlanan Kürt halkının, dayatılan sürece kuzu kuzu teslim olduğu bir manzara egemen planların temel unsurunu oluşturuyordu. Böylece düzen için gerek duyulan açılım adımları kolayca atılacaktı. Bu işi şansa bırakmayan iktidar, açılım süreciyle birlikte Kürt hareketine ve halkına yönelik saldırılarını da artırdı. PKK’nin tek yanlı ateşkesine karşın askeri operasyonlar hiç kesilmedi. Bunu DTP’ye, toplumsal muhalefette ve emek hareketinde mücadele eden Kürtlere yönelik polis operasyonları ve bunların hapsedilmesi izledi. Kadın ve gençlik hareketinde yer alan Kürtler ve özellikle Kürt çocukları bu saldırılardan en büyük payı aldı. İkiyüzlü barış ve kardeşlik söyleminin gölgesinde yürütülen bu operasyonlarda yetişkin çocuk ayrımı yapılmadan insanlar öldürüldü.
Bütün bu saldırılara karşın, Kürt halkının barış talepleriyle sokaklara çıkması düzenin bütün güçlerini baskıcı, gerici, faşist ve şoven politikalar etrafında saflaştırdı. Devlet destekli şoven gösteriler Kürtlere, (hatta sola ve emek hareketine) yönelik linç hareketlerine dönüşmeye başladı. Açılım sürecinin gerici halk düşmanı karakteri erken doğum yaptı. Muhalefetten sokağa, hükümetten TSK’ya bütün iktidar bloku, ne yazık ki şu ana kadar kendini ortaya koymuş tek gerçek barış ve kardeşlik öznesi olan ezilen emekçi Kürt halkını sindirmeye çalışmaktadır. Egemen açılım projesinin önündeki tek gerçek halkçı özne, güvenilmez bulunarak etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. Halksız bir çözüm peşinde koşan egemenler, halk dışındaki, özellikle halkı temsil etmeyen bütün unsurları harekete geçirmeye çalışmakta, kendi pisliklerinin faturasını halka kesmeye çalışmaktadırlar.
Üstelik şimdi durum daha kötüye gitmektedir. AKP’nin bocalaması sonucu fırsattan istifade ederek, açılım sürecini AKP’yi bitirme planına dönüştüren muhalefet, halkların kardeşçe barış içinde bir arada yaşamalarını tamamen imkansız kılacak politikaları tırmandırmakta ve bundan Kürt halkını sorumlu tutmaktadır. Eğer bugün ülkemiz her geçen gün biraz daha Kürt-Türk kamplaşmasına gidiyorsa, bunun sorumlusu en başta AKP hükümeti ve devlet, ardından bütün düzen partileri, sermaye güçleri ve onların bilimsel-medyatik bütün uzantılarıdır. Yüzyıllardır gerici sermaye iktidarlarının kitle temelini oluşturmak için yukardan aşağıya devlet aracılığıyla geliştirilen şovenizme ve faşizme kesilmesi gereken faturanın hesabı, ezilen emekçi Kürt halkına sorulamaz. Hele hele ağır bedeller ödeyerek, bunca ikiyüzlü açılım çığırtkanlarının arasından sıyrılıp, barış için sokaklara çıkmış bir halk hareketine hiç sorulamaz.
Solu etkisizleştiren iki yanılgı
Türkiye solunun ve toplumsal muhalefetin ise, Kürt halkının kitlesel ve coşkulu eylemlerle sokaklara dökülen barış taleplerini selamlamak ve bunun karşısında yükselen şovenizme karşı ödünsüz bir mücadele çizgisi izlemek noktasında pek başarılı bir sınav verdiği söylenemez. Tıpkı Anadolu topraklarında yaşayan bütün halklar gibi elbette Türk halkı da uzun zamandır barış özlemi çekmektedir. Ancak bu özlem gerçek bir talep olarak devrimci öznesiyle buluşabilmiş değildir. Halka ve emekçi sınıflara dayalı gerçek bir barış ve kardeşlik sürecinin oluşması şovenizm ve faşizm tarafından sürekli çarpıtılmaktadır.
Bu görevin yerine getirilmesini zorlaştıran iki yanılgının üzerine kararlılıkla gitmek gerekmektedir. Birincisi, sürekli ileri inisiyatifler alabilen Kürt halk hareketi gerçeği görmezden gelinerek, sürecin sadece emperyalist projelere indirgenmesidir. İkincisi ise, Kürt hareketinin sürükleyici dinamizminin yoksul, emekçi, ezilen Kürt halkı tarafından oluşturulduğu gerçeği görmezden gelinerek, hareketin sadece etnik bir kimlik hareketine indirgenmesidir.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, gerçek bir barış ve Kürt sorununda demokratik-özgürleştirici bir çözüm, ancak ezilen halkların ve emekçi sınıfların devrimci eylemi temelinde olanaklıdır. Kürt ve Türk halklarının yeniden kardeşleşme çizgisinin güvencesi olmaksızın gerçek barışa ulaşılamaz. Daha doğrusu, emekçi sınıfların ve ezilen halkların yeniden kardeşleşmeye dönük eylem çizgisi olmadan bu süreçlere evet demek, “kurda kuzu teslim etmek” anlamına gelir. O zaman, barış sürecinin ipleri, yüzyıllardır sömürgecilik, emperyalist savaş, milli zulüm ve kirli savaş politikalarıyla bu sorunun oluşmasına yol açan egemen sınıflara teslim edilmiş olur.
Süreci tersine çeviren, yoksul emekçi Kürt halkının, Habur’dan Diyarbakır’a kadar sokaklara çıkmasıdır. Zaten istenmeyen de budur. Kürt hareketinin, halk hareketi olma niteliği, egemen sınıf politikalarının karşısındaki en ciddi engeldir. AKP hükümeti ve devlet bundan tedirginlik duymaktadır. Çünkü yıllardır terör (PKK) sorunu olarak kodlanarak görmezden gelinen Kürt halkın barış, demokrasi ve özgürlük sorunu, artık görmezd
en gelinemeyecek kadar meydandadır ve kitlesel/sınıfsal devrimci öznesiyle buluşmuş durumdadır.
Bu noktada süreci kimin başlattığı önemini yitirmektedir. Sürecin her anı zaten sınıf çatışmalarının değişik boyutlarından oluşmaktadır. Önemli olan bu çatışmalara büyük bir ciddiyet, politik cesaret ve kararlılıkla girmek ve emek eksenli halkçı çözümler doğrultunda ileri mevziler kazanabilmektir. Tarih halkın devrimci ayaklanmalarıyla tersine çevrilen nice egemen sınıf projelerine ve bundan doğan devrimlere tanıktır. İşte bu son örnekle Kürt halkı bunun mümkün olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Yeter ki, sürece, bir yenilgi psikolojisini ürünü olarak ‘yenilmez emperyalist güçlerin mutlak projeleri’nden değil, bir halkın devrimci potansiyellerinden bakalım.
Ne yapmalı?
Kürt hareketi, önceki Kürt hareketlerinden farklı olarak modern bir halk hareketi/toplumsal hareket niteliğindedir. Öyle kolayca egemen sınıfları satın alınarak ya da önderliği teslim alınarak ortadan kaldırılabilecek bir ilk-sel milliyetçi hareket değildir. Yeni yeni ortaya çıkan kent yoksulları, giderek büyüyen Kürt proletaryası; ucuz, güvencesiz ve mevsimlik biçimlerde ağır çalışma koşullarına mahkum edilen Kürt işçileri; sürekli yıkıma uğratılan kır yoksulları ve özellikle o muhteşem Kürt kadın militanlığı; emek hareketi, kamu çalışanları ve toplumsal muhalefetin değişik kesimlerinde mücadele eden Kürt militanlarıyla Kürt hareketinin içinde gelişen yeni devrimci potansiyel mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu haliyle yine emperyalist projelerin ve İslamcı gericiliğin önündeki en ciddi engellerden biri yine Kürt hareketidir. Uzaktan indirgemeci reddiyeler yerine bu potansiyeli etkinleştirecek ya da en azından yüreklendirecek çalışmalar yapılmalıdır.
Elbette ki, Kürt hareketi eleştiriden bağışık değildir ve yeri geldiğinde mutlaka yapılmalıdır. Ancak, eleştiri ve özeleştiri Kürt hareketini baskı altına almaya çalışan kampanyadan mutlaka ayrıştırılmalı ve temel mücadele görevlerine yedirilerek yapılmalıdır. Peki, Türkiye solunun ve toplumsal muhalefetin bu noktada temel görevi nedir? Barışın ve çözümün önündeki engellerden hemen müdahale edebileceğimiz yakınlıkta olanı, halkın ve emekçi sınıfların arasında yükselen şovenizmdir. Şovenizmin gerçek yaratıcıları ve kaynakları, başta AKP hükümeti olmak üzere sermaye ve devlet politikaları ve bunların saldırgan sokak gücünü oluşturan gerici faşist hareketlerdir. AKP iktidarına karşı mücadele, onu çözüm doğrultusunda Kürt hareketini muhatap almaya zorlayan taktikler, rejime ve neoliberalizme karşı mücadeleyle birleştirilerek yürütülmelidir.
Buradan hareketle bugünün ertelenemez görevler bütünlüğünü şunlar oluşturmaktadır:
1. Kürt sorununda barışın, demokratik özgürleştirici çözümün ve yeniden kardeşleşmenin önündeki en ciddi engel olan şovenizme karşı mücadele,
2. Bu mücadelenin emek hareketi, toplumsal muhalefet ve hak mücadelesi zeminlerinde yaratıcı ve militan biçimlerde kapsanması.
Emperyalizme karşı mücadele söylemiyle, Kürt hareketinin eleştirisinde ileri sürülen emek eksenli mücadele ilke ve değerleri, emekçi sınıflar ve yoksul halk kitleleri arasında yaygınlaşan şovenizmi destekleyen ya da en azından yüreklendiren bir nitelik taşımamalı; tersine şovenizme karşı mücadeleyi tamamlamalıdır. Ancak bu şekilde, halklarımız arasında giderek ayrışan devrimci süreçler yakınlaştırılabilir ve ortaklaştırılabilir.