Televizyondaki yarışmalarda para kazanmak için ‘dramını’ anlatan yüzleri görünce, evet bu böyle, aklıma General’in yüzü geliyor. Etiler’de apartman yönetimine el koyan emekli albay haberini okuyunca, gülerken bile, evet böyle, generalin yüzü geliyor gözümün önüne. Lice’de 14 yaşındaki Ceylan’ın havan mermisiyle paramparça olmuş gövdesini, bunu soruşturmayan savcıları duyduğum zaman, aklıma general geliyor, elimde değil. Dilinin beli […]
Televizyondaki yarışmalarda para kazanmak için ‘dramını’ anlatan yüzleri görünce, evet bu böyle, aklıma General’in yüzü geliyor. Etiler’de apartman yönetimine el koyan emekli albay haberini okuyunca, gülerken bile, evet böyle, generalin yüzü geliyor gözümün önüne. Lice’de 14 yaşındaki Ceylan’ın havan mermisiyle paramparça olmuş gövdesini, bunu soruşturmayan savcıları duyduğum zaman, aklıma general geliyor, elimde değil. Dilinin beli kırılmış, artık aşkını bile adam gibi anlatamayan bu ülkenin bir ‘ebelek gübelek toplumu’ olduğunu her düşündüğümde, aklımda yine generalin cemali!
Hakkımı arıyorum
Bu memleketin, evet böyle bu, hâlâ 12 Eylül’de yazılmış kaderini yaşadığını, bu kadar ‘demokrasi’ gürültüsü arasında bile bu kargacık burgacık kaderi henüz temize çekmeye başlamadığımızı düşünüyorum. Evet, aynen bu şekilde. 12 Eylül adlı ‘organize cinayetin’ Evren’le sınırlı olmadığını biliyoruz elbette, ama “İdam imzalarını atarken elim titremedi” diyen bir generalin, yargılanmasının, aynen böyle, anası ağlatılmış bir kuşağın, giderek kendimin hakkını aramak olduğunu düşünüyorum. Buna iman ediyorum.
General konuşuyor
Nazım Alpman’ın hazırladığı, İz TV’de gösterilen ’12 Eylül’ün kendisi: General Evren’ belgeseline bakıyorum. ‘Sevimli dede’ rolünden sıkılmış Evren, sorumlu olduğu işkencelerle ilgili şöyle diyor:
“E ne yapayım yani!”
“Kaçtı?” diyor idamlardan söz ederken, “Sayı aklımda değil şimdi. 30 küsur…” Ben söyleyeyim: 50! Unutmam! Unutturmam general! Biliyorsun, daha önce konuşmuştuk bunu seninle…
Belgesel, 14 Ekim’de 17.55’te yeniden İz TV’de, belki bakarsınız.
Belgesele baktıkça, aklıma 13 Eylül’de bu köşede yayımlanan ‘Bana bak general’ yazısından sonra internette tozu dumana katan tartışmalar geliyor. O tartışmalarda “Kenan Evren’e laf etmek kolay” ya da “Ece Temelkuran da taktı bu Evren’e” diyenlere söylüyorum bunu özellikle:
Kolaysa sen de yap! Yaptır! Hep birlikte yapalım!
Yoksa bu yeni bir susturma biçimi mi? Ya da madem bu kadar kolay, niye kimse yapmıyor? Madem bu kadar kolay bu meret, tutun bir ucundan yargılayalım şu generali!
’12 Eylül’e mektuplar’
Hatta bununla da kalma sevgili kardeşim. 1 Ekim’de garajistanbul’da ol. Çünkü, 1 Ekim’de garajistanbul’da bir sergi açılacak:
‘Kadınlar saçlarını çözüyor/12 Eylül’e mektuplar’.
Uçan Süpürge’nin yarattığı harika bir iş. Sergide 12 Eylül döneminde hapishanelere kilitlenmiş kadınların mektupları olacak. O mektuplardan birini okumak için başka sanatçı ve yazar arkadaşlarımla birlikte 3 Ekim’de saat 17:00’de orada olacağım. Sesim, yasaklanmış seslere ses verecek, bahtiyarım. Deniz Mukan ve Ayşegül Devecioğlu’nun hazırladığı sergi 14 Ekim’e kadar açık.
Sesim, susturulanlara
Ermenilerden, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan, ne kadar anası ağlatılmış insan varsa hepsinden, yıllardır onlarla konuşa konuşa öğrendiğim bir şey var. Unutmak, yok eder! Bu konudaki en ufak bir ihmalkârlık politik bir tavırdır. Çok fena bir tavırdır. Tedavi edilmeden üstü kapatılmış her yara kangren olur. Sonra? Sonra, bütün bir kuşak, hatta kuşaklar, bu ebelek gübelek toplumuna baka baka ekranlarda, sorar kendine:
“Biz hiç yok muyduk? Biz hiç mi bir şey yapmadık bu memleket için?”
Dönemle ilgili sergilerde, kitaplarda ismini arar listelerde. Dandik TV dizilerinde nasıl çirkinleştirildiğini hatıralarının, izler durur. Daha acı bir şey var mı?
Bu ebelek gübelek içinde işte, doğru ses basmalı sesimiz. Sesimizi, susturulanlara vermeliyiz. Evet, böyle bu.