Bu hafta başında Almanya’da domuz gribine karşı aşılamalar başladı. Daha aşı kampanyasının hacmi tam ortaya çıkmadan yayılan bazı haberler, insanların tepkisini çekti. Haberlere göre hükümet üyeleri, polis memurları, ordu mensupları ve bürokratlar, yani devlet erkanı halka yapılacak olan aşıdan farklı bir aşı alacaklardı. Yayılan haberler ve bunlara karşı gelişen tepkiler üzerine Şansölye Merkel başta olmak […]
Bu hafta başında Almanya’da domuz gribine karşı aşılamalar başladı. Daha aşı kampanyasının hacmi tam ortaya çıkmadan yayılan bazı haberler, insanların tepkisini çekti. Haberlere göre hükümet üyeleri, polis memurları, ordu mensupları ve bürokratlar, yani devlet erkanı halka yapılacak olan aşıdan farklı bir aşı alacaklardı. Yayılan haberler ve bunlara karşı gelişen tepkiler üzerine Şansölye Merkel başta olmak üzere, popülist birçok politikacı ‘yok canım, halka hangi aşı yapılıyorsa, bize de ondan yapılacak’ biçiminde açıklamalar yaptılar. Medya da bu gösterilen ‘alçak gönüllüğü’ öve öve bitiremedi.
Süren tartışmalarla birlikte, ‘domuz gribi’ konulu haberlerde önemli bir artış görüldü. Benzer bir haber yoğunluğunu Türkiye medyasında da görmek olanaklı. Birden bire okullar kapatılmaya, bakanların ağzından ‘ölümlerin olmasını istemiyorsanız, sorumlu davranıp, aşı olmalısınız’ biçimde açıklamalar duyulmaya başlandı.
Tabii durum böyle olunca, benim gibi hepten şüpheci muhalif tiplerin kafalarına çeşitli sorular takılmaya başladı. Acaba neden medyası ve hükümeti ile birlikte bütün egemenler halka ‘aşı olun’ telkinini bu yoğunlukta yapıyorlardı? Sorular soruları kovalarken, bu sabah Junge Welt gazetesinde okuduğum bir söyleşi birden bire sisi yarıp, gerçek resme yaklaşmama yardımcı oldu. Tıp doktoru ve eczacı olan Wolfgang Becker-Brüser söyleşisinde ‘domuz gribi’ olarak adlandırılan grip türünün olağan bir grip türü olduğunu ve paniğe kapılınmaması gerektiğini söylüyor.
Öncelikle yapılacak olan aşı türlerine bakmak gerekiyor. Becker-Brüser, ki kendisi aynı zamanda doktorlar ve eczacılar için bağımsız bir enformasyon ağının temsilcisi, iki tür aşı olduğunu ve bunların GlaxoSmithKline ve Baxter adlı ilaç tekelleri tarafından üretildiğini söylüyor. Aşılardan birisi Pandemrix. Bu aşı maddesi konvansiyonel olarak tavuk yumurtasından kazanılıyor ve etki arttırıcı maddelerle besleniyor. Ancak bu etki arttırıcı maddelerin istenmeyen yan etkileri de var: iğnenin yapıldığı yerde aşırı ağrılar (yüzde 90), yüksek baş ve eklem ağrıları ve titremeler (yüzde 20). Aşı yapılan kolun şişmesi ve hareket ettirilememesi söz konusu. Baxter’in ürettiği diğer aşı ise Celvapan ve hayvani hücre kültürlerinden üretiliyor. Buradaki sorun, bu aşının Sağlık Bakanlığı’ndan izin alıp, üretime geçmesinden bu yana sadece 800 kişide denenmiş olması. Yani yan etkilerinin tam olarak bilinememesi. Politikacılar ve ordu mensuplarına bu aşı yapılacaktı. Ancak ABD’nde bu maddeleri içermeyen ve konvansiyonel yollarla üretilen olağan grip aşılarının kullanıldığına dikkat çeken Becker-Brüser, Almanya’da kullanıma sokulan her iki aşıyı da tıbbi kaygılarla öneremeyeceğini söylüyor. Pandemrix’ten 50 milyon adet alan Alman hükümeti ise, masrafları çıkartmak için neredeyse sağlık sigortalarına ve sigortalılara aşı olma zorunluluğunu getirecek. Çünkü şimdiye kadar Almanya’da bu aşıları yaptıranların oranı son derece düşük.
Diğer taraftan Transparency International adlı lobicilik karşıtı örgüt, aşı olunmasını öneren uzmanların genellikle uluslararası ilaç şirketleri ile bağlantılı oldukları iddiasını ortaya attı. Basından ve internetten öğrenbildiğim kadarıyla bu iddianın doğru olduğuna kanaat getirdim. Örneğin Almanya’da hükümetin atadığı ve ünlü Robert-Koch-Enstitüsü’nde konuşlandırılmış olan ‘Sürekli Aşı Komisyonu’ üyelerinin neredeyse hepsi, öyle ya da böyle uluslararası ilaç tekelleri ile ilişki içerisindeler. Wolfgang Becker-Brüser, komisyon üyelerinin işleri gereği ilaç tekelleri ile ilişki içerisinde olmalarının bir noktaya kadar anlaşılır olduğunu, ama asıl kararların verildiği noktalarda büyük olasılıkla tekellerden yana tavır alacaklarını söylüyor. Adam nazik, hani parayı bastıran düdüğü çalar demiyor da, ‘bal tutan parmağını yalayabilir’ mealinde eleştiri yapıyor. Benim gibi bir patavatsız olsaydı açıkça ‘ilaç tekellerinin kontrolü altında olan bir komisyona güvenilemez’ derdi herhalde.
Elbette grip aşısı, bilhassa belirli yaş grupları için son derece önemli. Ancak politikacıların ve medyanın ‘aşı olunmazsa domuz gribi binlerce insanı katledecek’ biçiminde kopardıkları yaygaranın bizleri paniğe sokmasına da izin vermemeliyiz düşüncesindeyim. Doğru grip öldürüyor, hem de (Almanya’daki istatistiklere göre) yılda 30 bin kişiyi. Ama bu sayılar sözüm ona domuz gribi ortaya çıkmadan önce de vardı. Resmi istatistiklere göre domuz gribi nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı Almanya’da bir elin parmakları kadar, ki sahiden mi domuz gribi yoksa olağan grip mi şüpheli. Çocukların veya yaşlıların yaşları nedeniyle rizikolu gruplar arasında olmalarından dolayı, gribin yaşamsal tehlikesi olabileceğini zaten yıllardır doktorlardan duymaktayız. O nedenle birden bire artan ‘domuz gribi vakaları’ndan hayli şüphe duymaya başladım açıkçası.
Diyeceksiniz ki, kardeşim doktor değilsin, eczacı değil. Dünya Sağlık Örgütü bile aşı olunmasını salık veriyor, sen onlardan daha iyi mi bileceksin? Doğru, bir doktordan, eczacıdan daha fazlasını bilemem, ama sağlıklı bir şüphecilik ile soruna yaklaştığımızda, rizikolu sayılan yaş gruplarının aşı olmaları gerekiyorsa, olağan grip aşısı yaptırmalarının ve paniğe kapılınmamasının daha doğru olduğunu görmez miyiz?
Bir cümle de Dünya Sağlık Örgütü’ne: Afrika’da AİDS salgınına karşı uluslararası ilaç tekellerinin çıkarlarını savunan, yoksul ülkelerin değil domuz gribi aşısı, sıradan aşı için bile para ayıramadıklarını bile bile dünya kamuoyunu skandalize açıklamalarla tereddüte düşüren bir örgüte, kusura bakmayın ama, günahım (ya da grip virüsüm) kadar güvenmiyorum. Bu nedenle, size de salık veririm: korunalım korunmasına da, aptalca değil. Bunun için alternatif tıp insanlarına ve onbinlerce yıllık deneyime dayanan insan zekâsına güvenmek yeterlidir.