Bu nasıl bir nefret duygusudur? 30’un üzerinde insan hayatını kaybetmiş ve bunların önemli kısmı olay anında tesadüfen orada bulunan kişilerden oluşuyor. Yani işini çok mükemmel yapan Tayyip efendinin hükümet ve belediye otoritesinin “biz uyarmıştık” zevzekliğiyle diline doladığı dere yatağında oturan yoksul insanlardan değildi ölenlerin çoğu. Bu nasıl utanmazlıktır, aymazlıktır, yüzsüzlüktür ki 15 yıldır belediye yönetiminde […]
Bu nasıl bir nefret duygusudur? 30’un üzerinde insan hayatını kaybetmiş ve bunların önemli kısmı olay anında tesadüfen orada bulunan kişilerden oluşuyor. Yani işini çok mükemmel yapan Tayyip efendinin hükümet ve belediye otoritesinin “biz uyarmıştık” zevzekliğiyle diline doladığı dere yatağında oturan yoksul insanlardan değildi ölenlerin çoğu.
Bu nasıl utanmazlıktır, aymazlıktır, yüzsüzlüktür ki 15 yıldır belediye yönetiminde olup da çözemediği bir sorundan dolayı onlarca vatandaşını kaybeden bir ülkenin başbakanı “derenin intikamı” diyebiliyor.
Konuyla ilgili açıklama yaparken yüz ifadesine baktınız mı? Nefretle bahsediyor orada oturanlardan, ölenlerden… Zerre kadar üzülme, merhamet etme, utanma, acıma duygusu yok. Sadece nefret ediyor, öldükleri için…
Çünkü o yoksulun dilencisini seviyor. Gelip ondan iş isteyecek karşılığında oyunu ona verecek veya bilmem ne tarikatına takılmayı kabul edecek. Kapısına bir ton kömür bırakacak ömür boyu ona kul köle olacak. O ona “Allah senden razı olsun” diyecek, O da ona “Yüce dinimizde yoksullara merhamet etmenin erdeminden bahsedecek.” Bir de bunu arsızca yardımı sanki kendi cebinden veriyormuşçasına yapacak.
Böyle olduğunda yoksulun başının üzerinde yeri vardır. Yere göğe sığdıramaz. “Fakir, fukara,” der “guraba” der, “Anadolu’nun temiz insanı”ndan bahsederken mest olur.
Ama yoksul haddini bilmez şikayet etmeye kalkarsa bundan hiç hoşlanmaz. Gözü görmek istemez böylesini, anasını da alıp gitmesini emreder. Hele bir de İstanbul’daki sel felaketinde olduğu gibi ölerek onu zor durumda bırakırlarsa… İşte o zaman yüzüne bir nefret oturur… Gözlerinin kenarındaki o “fakir-fukara” ile konuşurkenki merhamet çizgisinden eser kalmaz. Buz gibi bir matlık oturur yüzüne… En çok da övündüğü işlerde façasını bozduğu için nefret duyar.
Ne diye ölmüşlerdir!,,, Ömürlerini üç kuruş paraya direksiyon başında geçiren o TIR şoförleri neden orada uyumuşlardır, yok mudur ceplerinde bir otel parası… Hele o işçi kadınlar… Milliyet gazetesi muhabirinin aktardığına göre komşularının “işçi gibi yaşadılar, işçi gibi öldüler” dediği, o kadar kıymet biçilmediği için normal bir servis aracı yerine mal gibi kapalı arabada taşınan işçi kadınlar…
Yanılıyorsun Tayyip efendi! Dere yoksullardan intikam almıyor. Aksine senden intikam alıyor. Dere, yatağına uzanmış yoksulların tencerelerini, yorganlarını, cesetlerini ayaklarının dibine fırlatarak senin gerçeğini yüzüne çarpıyor hesapsızca: “Sen busun işte!”
Evet biliyoruz eğer sen kendini bir an Atatürk gibi hissedip bir laf söylemeye kalksaydın herhalde şöyle derdin: “Ben yoksulun itaatkarını ve ilkesizini severim” Ama oyun bozanını sevmezsin değil mi? Al işte kültür başkenti balonunu, onlarca katlı plazalarını, bilmem ne sermaye yatırımlarını bir gecede ayaklarının dibine fırlattılar… Evet felaket gecesi ortalığa saçılan yoksulların yatakları yorganları değildi, sizin şehri rantiyeye peşkeş çeken siyaset anlayışınızdı.
Son sözümüzü biraz içimiz buruk söylüyoruz; ölülerimiz yaşayanlarımızdan önde gittiği için. Ama “işçi gibi yaşayıp işçi gibi ölmek” varsa eğer hala ve hele ki bunu hayatın her alanında yaptıkları gibi en devrimci biçimde yapıyorsa kadınlarımız… O zaman daha son sözümüz söylenmedi demektir…