Kriz, son süreçte sadece ekonomi çevrelerinde değil, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerinde de tartışılan konuların başında geldi. Keza bu süreçte farklı yorumlar yapılıyor ve ekonomi kulislerine sürekli değişen içerikte bilgiler sızıyor. IMF ile anlaşma beklentisinin yüksek olduğu dile getirilirken, ertesi gün IMF ile köprülerin atıldığı ileri sürülebiliyor. Konunun önemi paranın efendilerinin İstanbul buluşmasına hazırlandığı şu […]
Kriz, son süreçte sadece ekonomi çevrelerinde değil, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerinde de tartışılan konuların başında geldi. Keza bu süreçte farklı yorumlar yapılıyor ve ekonomi kulislerine sürekli değişen içerikte bilgiler sızıyor. IMF ile anlaşma beklentisinin yüksek olduğu dile getirilirken, ertesi gün IMF ile köprülerin atıldığı ileri sürülebiliyor. Konunun önemi paranın efendilerinin İstanbul buluşmasına hazırlandığı şu günlerde daha bir artıyor. Dünya ekonomisi, yoksulluğun ortadan kaldırılması, ekonomik kalkınma gibi konular, sorunların ceremesini çekenler değil de, bizzat sorumluları tarafından 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da tartışılacak.
Bu arada, IMF 11 Eylül’de yayımladığı olduğu bir rapor ile“Türkiye’nin makro ekonomik verilerindeki gelişimin kalitesini” hoşgörü ile karşıladığını açıkladı. IMF, rapor ile makro ekonomik verilerin yüksek kalite ve nitelikler taşıdığı ve 2001’e göre hatırı sayılır bir gelişim gösterdiği sonucuna ulaşıldığını ileri sürdü. Bu yazıda Türkiye ekonomisine ilişkin kimi nicel veriler eşliğinde IMF ile anlaşma olasılığı ele alınmaya çalışılacak.
İthalatta düşüş, küçülmeyi azalttı
Dış ticaret verilerinden başlanabilir. Dış ticarette temmuz sonuçlarına göre ihracat miktar endeksi bir önceki yıla göre yüzde 5,4, ithalat miktar endeksi ise yüzde 14,3 oranında geriledi(. Bu durumun küçülme rakamları üzerindeki etkilerini frenlemesini Boratav’dan (2009b, www.sol.org.tr) dinleyelim:
” (…) ithalat artışları, iç talebi yurt dışına kaydırır; ülke dışı üretimi ve istihdamı destekler; ithalata rakip olan yerli üretim kollarını daraltır. İthalat daha az düşseydi; örneğin ihracatla aynı oranda gerileseydi, milli gelirin küçülme hızı yüzde 15’e ulaşacaktı.”
İki çeyrek aşıldı, üç çeyrek üst üste küçülme!
Küçülme verileri yüzde 15’ler düzeyine tırmanmasa da benzer bir daralma eğilimini bu alanda da görmek mümkün. 2009’un 2’nci dönem (Nisan-Mayıs-Haziran) sonuçlarına göre Türkiye ekonomisi* geçen yılın aynı dönenine göre yüzde 7 oranında küçülmüştür. İlk dönem sonuçlarına göre ise söz konusu veri, yüzde 14,3 olarak açıklanmıştı. Böylelikle Türkiye ekonomisi tarihinin yılın ilk çeyreğindeki en büyük düşüşünü görmüştü. Bundan önceki en yüksek daralma ise 1945 yılında -İkinci Dünya Savaşı koşullarında- yaşanmış ve yüzde 15,2 olarak gerçekleşmişti.
Ekonomi, geçen yılın son çeyreğinde de yüzde 6,5 küçülmüş, literatürde reel GSYH’nin iki veya daha fazla çeyrek yıllık dönemde arka arkaya eksi büyüme göstermesi durumu ya da genel olarak ekonomik durgunluk olarak tanımlanan resesyona girmişti. Şimdi ise ekonomi üç çeyrek üst üste küçülmüş oldu.
6 aylık küçülme yüzde 10,6!
Boratav’ın (2009b, www.sol.org.tr) “milyon TL” üzerinden hesaplamasına göre ise küçülme yüzde 10,6’dır.
Yatırımlardaki küçülme ise dramatik boyutlardadır. 2008-2009 yıllar karşılaştırıldığı zaman yatırımlardan yüzde 50’ye varan bir azalma olduğu görülmektedir (Boratav, 2009b, www.sol.org.tr).
Sanayide daralma…
İmaalat sanayinde aylık kapasite kullanım oranları da krizin etkilerini açıkça yansıtmaktadır. 2008’in ilk 8 ayında ortalama yüzde 80,4 olarak gerçekleşen aylık kapasite kullanım oranı, 2009’un aynı döneminde ise ortalama yüzde 68’e kadar düşmüştür.
Bu arada son açıklanan sanayi ciro ve sipariş verileri
de, krizin sonuçlarını yansıtır boyutta. Buna göre, aylık sanayi ciro endeksi, temmuzda bir önceki yıla göre yüzde 12,7; aylık sipariş endeksi, yüzde 16,8 azaldı.
İç talep yetersizliğinin nedenini soran yok…
Türkiye İstatistik Kurumu işyerlerinin tam kapasite ile çalışamamasının en önemli nedeni olarak iç pazardaki talep yetersizliğine işaret etmektedir. Peki, iç pazardaki talep yetersizliğinin nedeni nedir?
Buraya kadar aktarılan verilere bakarak, krizin Türkiye ekonomisinde bir “reel sektör krizi olarak, yaygın işsizlik, sanayide çöküş ve yatırım kapasitesinin hızla daralması biçiminde” (Yeldan, 2009, http://www.bilkent.edu.tr) yaşanmakta olduğu söylenebilir.
IMF ile yeni bir anlaşma yolda mı?
IMF programı esas olarak, Türkiye’nin uluslararası piyasalara bir ucuz emek gücü deposu olarak eklemlenmesi, kamu varlıklarının sermayeye yok pahasına satılması ve esneklik, yönetişim, vs. gibi uygulamalar ile emekçilerin kazanılmış haklarının teslim alınması olarak okunmalı.
İthalatın finansmanının sıcak para girişlerine bağlandığı IMF programı koşullarında, yeni bir anlaşma, ortaya atılan farklı iddialara karşın, bir olasılık olmanın ötesinde bir zorunluluk gibi gözüküyor. Dış ödemelerin yapılabilmesi için gerekli sıcak para girişinin sağlanabilmesine olan gereksinim, IMF ile yeni bir anlaşmanın yolda olduğunun işaretleri arasında sayılmalı. OECD de, aynı şekilde IMF ile yapılacak yeni bir anlaşmanın, yerli ve yabancı yatırımcıların güvenini sağlamaya yardımcı olacağına işaret etmiş bulunuyor.
IMF’nin bekletilmesinin güvencesi kayıt dışı sermaye mi?
Bir parantez açarak belirtelim: Ekonomiye Ekim 2008- Mayıs 2009 tarihleri arasında giren 18 milyar dolarlık kayıt dışı sermaye (Boratav, 2009a, www.sol.org.tr) Hükümetin IMF ile yapılması “olası” anlaşmayı bu kadar geciktirmesinin bir nedeni olarak de düşünülebilir.
Ancak her şekilde ekonomik döngünün yabancı sermaye girişine bağlandığı bir ortamda, yabancı sermayeyi çekebilmek ve geleni de tutabilmek için hükümetin IMF limanına yeniden demirlemesine yüksek bir olasılık olarak bakmak gerekiyor.
“Neoliberalizmin faşizan bir koşullandırması”
Sunulmaya çalışılan tablonun toplumsal alandaki etkisini tartışmak kuşkusuz ayrı bir yazının konusunu oluşturacak kadar derin. Ancak belirtmek gerekir ki, her ekonomik, hukuksal, siyasal kararda olduğu gibi, IMF programının uygulanması yönündeki istek ve çabalar da belirli düşünsel-ideolojik önkabuller-dayatmalar içermek durumunda. AKP iktidarının 7 yıllık serüveninin ardından olan bitenler bu tür bir içerikle her gün daha fazla doğrulanıyor. Alınan siyasal, ekonomik kararlar ve düzenlenen hukuksal çerçeve, neo-liberalizmin doğal bir sonucu olarak despotik-otoriter bir anlayış içerisinde, AKP’nin kendi rengini de çaldığı bir toplumsal ortamda vücut buluyor. Bu durumun IMF programı düzlemindeki yansımasına Yeldan (2009, http://www.bilkent.edu.tr ) şu notu düşüyor:
” ‘IMF ile anlaşılsın’ söylemi artık bir ‘iktisadi öneri’ ya da ‘siyasi talep’ sınırlarını çoktan aşmış, doğrudan doğruya neoliberalizmin faşizan bir koşullandırmasına dönüştürülmüş durumda. IMF-dışı bir istikrar reçetesinin olamayacağını; olmaması gerektiğini; hatta böyle bir şeyin düşünülmesinin dahi mümkün olamayacağını savunan neoliberal düşüng