Biyogüvenlik Yasasının tartışıldığı bugünlerde, üzerinde en çok durulması gereken konu “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, daha bilindik haliyle GDO. Bu yazının amacı, daha önce çeşitli yerlerde yayınlanmış GDO ile ilgili araştırmaların kısa bir özetini çıkarmak ve GDO’ nun ekolojik ve toplumsal zararlarına bir kez daha dikkat çekmektir. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen […]
Biyogüvenlik Yasasının tartışıldığı bugünlerde, üzerinde en çok durulması gereken konu “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, daha bilindik haliyle GDO. Bu yazının amacı, daha önce çeşitli yerlerde yayınlanmış GDO ile ilgili araştırmaların kısa bir özetini çıkarmak ve GDO’ nun ekolojik ve toplumsal zararlarına bir kez daha dikkat çekmektir.
Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” diyoruz. Örneğin; Antarktika Balığındaki soğuğa direnç geni çileğe verildiğinde soğuğa dirençli çilek elde edilir. Genetik yapısı değiştirilerek mısır kurtlarına karşı toksin üreten bir bakteri genine sahip mısır, patates böceklerine karşı toksin üreten bir gene sahip patates üretilebilir ve böylelikle daha kaliteli! nişasta elde edilebilir.(1) Bu işlem kısaca şöyle gerçekleşir; balıktaki soğuğa direnç geni restriksiyon endonükleaz(dna koparıcı enzim) denen enzimler yardımıyla balıktan alınır ve antibiyotiklerle korunan bu gen DNA-ligaz enzimleri ve vektörler yardımıyla çileğin DNA iplikçiğine eklenir. Artık çileğin DNA’sı değiştirilmiş olup sentezlediği proteinlerin yapısı da farklılaşmaktadır. Çilek diye yediğiniz yapısal olarak artık farklı bir “şey”dir.
Buraya kadar GDO’nun ne olduğunu nasıl üretildiğini az çok anlattık. Esas sorulması gereken soru şu: Doğal olanın yerini ne zaman ve ne amaçla GDO’lu ürünler aldı? Çünkü standart olarak bildiğimiz şey şudur ki insan doğayla uyum içinde yaşadığı ve doğal beslendiği ölçüde sağlıklıdır.Yüzyıllardır süregelen geleneksel tarım ürünleri ne oldu da birden daha az üretilir oldu ve bu iş kimin cebini oluk oluk doldurdu? Gelişmekte olan ülkelerin tarımsal üretimi çökerken, bu ülkelerin hükümetleri nasıl olup da hala GD tohum alımını ve ekimini teşvik edebilmektedir? GD’li tohumların kısırlaştırılması, her yıl çiftçileri tohum tekellerine daha bağımlı hale getirip kendi ürettikleri tohumları kullanmaları yasal yaptırımlarla engellenirken, emperyalizmin bu yeni saldırısı kimler tarafından ve nasıl manipüle edilip yeniden üretilmektedir? GDO denmeyip “Biyoteknoloji” ürünü denmekle kastedilen nedir? GDO’lu ürünlerin insan ve doğa üzerine tahribatı ne boyuttadır?
GDO’lu ürünlerin üretiminden önce bu süreci hazırlayan iki dönemden bahsedilir.İlk dönem 1940-1960 yılları arası dönemdir ve 1.Yeşil Devrim olarak kabul edilir. Bu dönem tarımın endüstrileşme sürecinin başladığı dönemdir. Hibrit tohumların,kimyasal gübrelerin,tarım ilaçlarının,sulama tesislerinin kullanılması bu dönemin belirgin özellikleridir.1980’lerin başıyla 1990’ların ortalarına kadar olan döneme ise 2.Yeşil Devrim denilmektedir. Bu tarihten itibaren artık tohumların genleriyle oynamaya başladılar ve 1994 yılında Amerikan Colgene şirketi tarafından ilk GDO’lu ürün olarak Flavr Savr domatesi üretidi. GDO’ların ticari amaçlı ekimi 1996 yılından sonra artış göstermeye başladı.Bu amaçla üretilen ürünlerin içinde en bilinenleri soya, mısır, kanola ve pamuktur. GDO üretiminin %88’i, başını ABD’nin çektiği ve Çin, Kanada,Arjantin,Güney Afrika gibi ülkelerinde katkısıyla Güney ve Kuzey Amerika da üretilmektedir.ISAA’nın verilerine göre soya tarım alanlarının %70’i, pamuk tarım alanlarının %46’sı,mısır tarım alanlarının %24’ü ve kanola tarım alanlarının %’20si GD’li tohumlarla ekilmektedir.Bunun hektar olarak karşılığı 124.5 milyon hektardır.(2)
GDO’lu ürünlerin lehine propaganda yapanların başından beri ısrarla iddia ettikleri, açlığın ancak GD’li tohumlar sayesinde ortadan kaldırılabileceği, GD’li tohum kullanmanın verimi arttıracağı, tarım ilaçları kullanımını azaltacağıdır.Tüm bu iddiaların aksi bilimsel verilerle kanıtlanmış durumdadır. Sırasıyla kısaca alıntılar yaparak bu durumu göstermeye çalışalım. İlk olarak açlığı ortadan kaldırma iddiasını ortaya atanların kimler olduğuna bir bakmak lazım: ABD eski başkanı G.Bush, biyoteknoloji devi Monsanto ve daha birçok emperyalist odak. Dünyadaki açlığın tek sebebi olan kapitalizmin en tepesinde refah sürenlerin, dünyaya açlık, vahşet ve ölümden başka bir şey getirmeyen ve bu sistemin çarklarını döndürmek için milyonları bu çarklar içinde ezenlerin, açlığı kaldırma iddialarının daha başlangıçta koskoca bir yalan, ikiyüzlü bir söylem olduğu kuşku götürmez bir gerçek değil midir? Dünyadaki açlığın sebebi, üretimin yetersizliği değil eşit dağıtım mekanizmasının işletilememesi, kısacası kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucudur.Bugün 1 milyar insan geceleri aç yatıyorsa ve günde 50 bine yakın insan açlıktan ölüyorsa ve bunun yanında ABD’de nüfusun yarısına yakını obezite ile ilgili sağlık sorunu çekiyorsa kimse kalkıp bunun aksini iddia edemez.
Bu emperyalist güçlerin diğer iddialarının da nedenli asılsız olduğuna bir göz atalım. ABD’de üniversitelerin 1998 yılında yaptıkları 8200 alan denemesinde GD soyanın diğer soyalara göre %5,3 daha düşük verime sahip olduğu tespit edildi. 1999 ve 2000 yıllarında da devam ettirilen çalışmalarda bu sonuç teyit edildi. 2001 yılında Nebraska Üniversitesi agronomistlerinin yaptıkları çalışmalardan da aynı sonuçlar çıktı. Kansas Devlet Üniversitesi’nin çalışmalarında da GD soyanın yaklaşık %9 daha düşük verime sahip olduğu sonuçlarına ulaşıldı. Ayrıca, bu çalışmada, biyoteknoloji şirketlerinin yabancı ota karşı kullanılmasını istedikleri glyphosate uygulamalarının, başta mangan olmak üzere bitki sağlığı ve gelişimi için gerekli diğer önemli bitki besin maddeleri alımını da engellediğini tespit ettiler. Yapılan diğer çalışmalarda ise glyphosate uygulamasının, bitkilerin topraktan bitki besin maddeleri alımına yardımcı olan toprak bakterilerini öldürdüğü, hastalığa yol açan mantar üremesine yol açtığı ortaya çıktı.(3)
Kontrollü şartlarda yapılan mısır üretiminde ise GD mısırların %12 daha düşük verime sahip oldukları saptandı.(4)
GDO üreticilerinin bir diğer iddiası, bu tohumların tarım ilacı kullanımını azalttığıdır. GDO’lara karşı amansız bir mücadele veren GM Watch’ın Mart 2009’da yayımladığı bir raporda bu konu ile ilgili veriler şöyle.
●GD ekinler tarım ilacı kullanımında artışa neden oldu.
●En yeni GD ekin çeşitleri tarım ilacı kullanımını teşvik etmektedir.
●GD ekinler herbisite dayanıklılık gösteren yabancı otların yayılmasına neden oldu.
●Bu da, kimi Avrupa ülkelerinde yasaklanmış olanlarda dahil çok daha toksik (zehirli) tarım ilaçlarının kullanılmasına yol açtı.
Bu verilere yine aynı raporda belirtilen iki madde eklemek çok daha anlamlı olacaktır.
●Monsanto GD tohum alanında tekeldir.
● Monsanto dünyanın 5. büyük tarım ilacı şirketidir.
Yukarıda örneklerini sunduğumuz veriler, GDO üretiminin tüm söylemlerinin tersi yönde sonuçlarının birer kanıtıyken hala nasıl olup ta GD’li tohum ekiminin ve bu yönde çalışmaların hız kesmeden devam ettiği sorusu, aslında bilimin ve teknolojinin kimlerin elinde ne amaca hizmet ettiği sorusunun bir türevidir.Fikret Başkaya “şey”leri adıyla çağırmayanların amacının ideolojik manipülasyon yaratmak olduğunu söyler.GDO’lu ürünleri “Biyo-Teknoloji” ürünleri olarak pazarlayan , bu söyleme karşı çıkan tüm insanları bilim ve teknoloji düşmanı olmakla suçlayan tohum tekellerini ve onların bu söylemlerini, bilimselliği kendinden menkul üniversitelerde meşrulaştıran ve yeniden üreten bazı ak
ademisyenleri Fikret Hoca’nın bu sözü ile değerlendirdiğimizde ilk sorduğumuz sorunun cevabı yeterince net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
“Tarım ve gıda tekelleri yalnızca DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlara nezdinde değil her alanda nüfuz sahibi. Bu alanların içerisine ne yazık ki bilim ve akademik kuruluşlar da dahil. Fonlar, bağış vb. ilişkiler nedeniyle uluslararası tekellerin etki alanına girmiş üniversitelerde, enstitülerde yapılan bilim, ancak sponsorlarının işine yarayan bilgi üretebilir”. (5)
GDO üretimine, bu emperyalist projeye karşı çıkanları bilim ve teknoloji düşmanlığıyla suçlayanların bu ifadeleri ideolojik manipülasyonlarının en zavallı örneklerinden biridir. Atom bombasının ve kimyasal silahların üretiminin de bilim ve teknolojinin geldiği seviye sayesinde üretildiği ve bu “teknoloji harika”ları yüzünden milyonlarca insanın katledildiği,doğanın tahrip edildiği düşünülecek olursa, bilim ve teknolojinin kimlerin elinde ve ne amaçla kullanıldığı gözardı edilerek bilim fetişizmine soyunmak, bilimin kendi öz varlığına küfretmektir.
GDO’nun doğaya ve onun parçası olmakla bir türlü yetinemeyip onu tutsağı haline getirdiği ölçüde nesnesinin kaderini paylaşmak zorunda kalan “insan”a olumsuz etkilerine bir göz atalım. Şu ana kadar GDO’nun insan sağlığı üzerine etkileri ile ilgi yapılmış herhangi bir çalışma bulunmuyor. Fakat fareler üzerinde deney yapan ve elde ettiği verileri açıkladığı için çalıştığı Rowett Araştırma Enstitüsü’nden kovulan İskoç bilim insanı Arpad Pustza nın araştırmaları GDO’ nun doğal yaşama ve insan sağlığına verebileceği zararlar hakkında fikir edinmemize yardımcı oluyor. Üzerinde çalıştığı farelere GDO’lu patates yediren Pustza, farelerin sindirim sistemlerinin bozulduğunu,bağışıklık sistemlerinin çöküğünü,kan yapılarının bozulduğunu ve tüm iç organlarının küçüldüğünü tespit etti. Yine Rusya Bilim akademisinden Dr.Irina Ermakova’nın farelere GDO’lu soya yedirmesi ve bu farelerin yavrularının normal soyayla beslenenlere göre 10 kat daha fazla ölmesi GDO’nun zararlarına dikkat çekmesi açısından oldukça çarpıcı bir örnek.(6) Ayrıca bilim insanları GDO’lu ürünlerin antibiyotik direncini arttırdığı için hastalık durumlarında tedavi sürecinin zorlaşacağını belirtiyorlar. Bunun yanı sıra GDO’lu ürünlerin insanlarda toksik ve alergen etkilere yol açabileceği belirtilmektedir.
“GDO kendine özgü olmayan bir ürün üretir. Bu ürün hormon, pestisid, allergen, rezidü vb. olabilir ve ilişkide olduğu diğer canlıları ve çevreyi olumsuz etkileyebilir. Bağışıklık sistemi de olumsuz etkilenebilir. Nitekim, genetik yapısı değiştirilmiş patatesin farelerde zehir etkisi gösterdiği ve farelerin bağışıklık sistemini bozduğu saptanmıştır.”(7)
Bilim insanları,GDO’nun ekolojik dengeleri bozacağını ve çevresel felaketlerin yaşanabileceği uyarısını yapmaktadırlar.
“Bitki ve hayvan türleri açısından sahip olunan çeşitlilik bir ülkenin en önemli doğal zenginlikleridir. Bu bağlamda, GDO ile ilgili en önemli kaygılar; aktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak, bulundukları çevredeki doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına, yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara neden olmaları dolayısıyla ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeleri bozarak küresel bir çevresel krize yol açabilmeleridir.”(8)
GDO’lu ürünlerin tüm doğayı ve insanlığı tehdit ettiği su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Hindistan’da 2003 yılından buyana 16000 çiftçi GDO üretiminden beklediği verimi alamaması sonucu borçlarını ödeyemediği için intihar etti.Brezilyada çiftçiler biyoteknoloji endüstrisinin talanına karşı tüm gücüyle savaşmakta ve topraklarını,emperyalist tohum tekellerine karşı sürdürdükleri toprak işgalleriyle savunmaktadırlar. Ülkemizde henüz yasal olarak bu talana karşı bir güvencimizin olmadığı ve yeni çıkacak Biyogüvenlik Yasası’nda yapılan açıklamalar ve bugüne kadar izlenen politikalar göz önünde tutulursa bize umut vermekten çok uzak olduğu açıkça görülmektedir. Bu aşamada yukarıda örnek gösterilen iki ülke, aslında önümüzdeki süreçte seçeceğimiz iki yolu temsil etmesi açısından önemlidir. Üçüncü bir yolda vardır muhakkak. Ama dönüp dolaşıp ilkiyle kesişir.
Kaynaklar:
(1) Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) ile ilgili Gen-Etik ve Çevresel Sorunlar, Pof. Dr. Arif Altıntaş
(2) http://www.ekolojistler.org/sofralarimizdaki-tehlike-gdolara-dikkat-ahmet-atalik.html
(3) http://www.ekolojistler.org/sofralarimizdaki-tehlike-gdolara-dikkat-ahmet-atalik.html
(4) http://www.ekolojistler.org/sofralarimizdaki-tehlike-gdolara-dikkat-ahmet-atalik.html
(5) http://www.ekolojistler.org/tohumumuza-sahip-cikiyoruz-3.html
(6) Cumhuriyet Gazetesi-Özlem Güvenli (12.03.2008)
(7) Altıntaş, agm
(8) Altıntaş, agm