Geldeğimiz noktada tartışılması gereken Toplu İş Sözleşmesi ve grev hakkı değil, AKP iktidarının zaten varolan bu hakkı engelleme tutumudur. 15 Ağustos’ta başlayan toplu görüşmelerin, kamu çalışanlarının sorunlarına çözüm I üretmesi mümkün değil. Bunun esas nedeni, siyasi iktidarların sosyal politikalara yönelik programları tercih etmemeleri. İktidarın 2002’den bu yana her fırsatta böbürlendiği büyüme rakamlarına göre Türkiye 2008’e […]
Geldeğimiz noktada tartışılması gereken Toplu İş Sözleşmesi ve grev hakkı değil, AKP iktidarının zaten varolan bu hakkı engelleme tutumudur.
15 Ağustos’ta başlayan toplu görüşmelerin, kamu çalışanlarının sorunlarına çözüm I üretmesi mümkün değil. Bunun esas nedeni, siyasi iktidarların sosyal politikalara yönelik programları tercih etmemeleri. İktidarın 2002’den bu yana her fırsatta böbürlendiği büyüme rakamlarına göre Türkiye 2008’e kadar yıllık ortalama yüzde 6,2’lik bir büyüme sağladı. Öte yandan bu büyüme karşısında kamu emekçilerinin reel ücretleri ortalama yüzde 30 geriledi. Bu tablonun nedeni kuşku yok ki, AKP iktidarının 2002’den bu yana uygulanan faiz dışı fazla hedefine kilitlenmiş “harcama disiplini” yaklaşımıdır. Esasen dış kaynağa dayalı bu büyüme stratejisi, genel ücretler seviyesinin ve özellikle kamu alanındaki ücretlerin baskı altında tutulmasını gerektirir.
22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimlerden bu yana temel harcama kalemleri karşısında alım gücü yüzde 40’a varan oranlarda azaldı. Kamu emekçilerinin ücretleri, katsayılar dikkate alındığında, iki yılda TÜFE karşısında reel olarak yaklaşık yüzde 1, gıdadaki fiyat artışları karşısında yüzde 8, elektrik, gaz ve diğer yakıtlar karşısında yüzde 13, su ve diğer konut harcamalarında yüzde 11 oranında geriledi.
Bu duruma yol açan, bizzat 4688 sayılı yasadır. Çünkü bu yasa kamu emekçilerinin iradesini hükümetlere teslim ediyor, tek taraflı deklarasyonu mümkün kılıyor. Yasada sendikalar bir yaptırımı olmayan kurumlara çevrildi. Çünkü “toplu görüşme”, toplu sözleşme değildir. 4688 sayılı yasa kadük kaldığı için, çalışma yaşamının demokratikleşmesi ihtiyacını karşılaması, örgütlenme yaşamının sorunlarını çözmesi mümkün değil.
Yaptırım gücü ve grev hakkı gasp edilen sendikalarla hükümetin görüşmesinin bir anlamı yok. Üstelik bugün hemen toplu sözleşme masası düzenlemenin önünde yasal bir engel de yok. Tersine siyasi iktidar toplu sözleşme yapmayarak, uluslararası sözleşmeler karşısında hukuksuz bir konuma düşüyor. Toplu sözleşme sadece bir talep değil, Anayasa’nın 90. Maddesine göre uluslararası sözleşmelerden doğan bir haktır.
Geldiğimiz noktada tartışılması gereken TİS (Toplu İş Sözleşmesi) ve grev hakkı değil, AKP iktidarının zaten var olan bu hakkı engelleme tutumudur. Gerçekte TİS hakkı vardır ve şimdi yürürlükte olan toplu görüşme modeli meşru değildir, hukuksuzdur. Yapılan toplu görüşmeler, ulusal hukuğa, AİHM kararlarına ve uluslararası hukuğa aykırıdır.
Sendikalar emekçilerin mevcut haklarını korur, onların yeni haklar, yeni kazanımlar elde etmesi için mücadele verir. Bunun da yolu yordamı bellidir: Emekçilerin iradesini temsil etmek. Serbest piyasa ekonomisine dayalı politikalar sermaye hareketlerini kontrolsüz kılarken, emeğin haklarını yok saydı. Örgütlenme alanını daralttıkça daralttı, emekçilerin mücadele araçlarını elinden almaya ya da etkisizleştirmeye çalıştı. Bu şekilde son bir yılda bir milyondan fazla insanımız işini kaybetti. Bu, bir milyon insanın sıfır gelire sahip olması anlamına geliyor. Zaten işsizlerin sayısı 6,5 milyonu buldu. SSK, Bağ-Kur ya da Emekli Sandığı’ndan emekli olmuş milyonlarca
Kira kadar ücret
Asgari ücret, asgari geçim indirimi dahil net 546 TL’dir. Milyonlarca insanımız bu ücretle ailesini geçindirmeye çalışıyor. Oysa TÜİK’in resmi rakamlarına göre Türkiye’de sadece ortalama kira 465 TL. Kamu emekçilerinin yüzde 95’i yoksulluk sınırının altında ücret alıyor. Bu gerçekler de göz önüne alındığında bir temel ücret belirlenmesinin zorunlu olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Bu ücret, sadece kamu emekçileri için değil, asgari ücret alanlar ve emekliler için de 1500 TL olmalı. Bu da yeterli değil, işten atılan, yani geliri sıfırlanmış yurttaşlarımıza, açlık sınırının altında yaşayan yurttaşlarımıza devlet, “yurttaşlı ücreti” vermeli, bu insanlarımızın doğalgaz, elektrik ve su faturalarını ödemelidir. Sosyal devlet olmanın gereği budur.
Ayrıca tam da krizin etkilerinin her gün biraz daha hissedildiği bu süreçte acil bir vergi reformuna ihtiyaç var. Bu vergi reformunun ana gövdesini kurumlar vergisi teşviklerinin kaldırılması, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, çalışanlardan alınan gelir vergisinin 10 puan düşürülmesi, dolaylı vergilerin azaltılması oluşturmalı.
İnsanların geleceğe güvenle bakmasının temel koşullarından biri de iş güvencesidir. Oysa başta 657 sayılı kanunun 4/B, 4/C ile 4924 sayılı kanuna göre sözleşmeli olarak çalışan emekçiler, yine 657 sayılı kanunun 86. maddesine göre çalışan vekil personel olmak üzere binlerce emekçi güvencesiz çalıştırılıyor. Sözleşmeli personel, geçici personel ve vekil personel gibi adlar altında kamu kurum ve kuruluşlarında iş güvencesiz ve sözleşmeli olarak istihdam edilen çalışanlar “kadro”ya alınmalıdır.
Önce kadınlar
İşten atmalarda kadınlar ilk sırayı alıyor. İstihdam paketi ile kreş olanakları daha da zorlaştırıldı. SSGSS yasasıyla kazanılmış birçok hak ellerinden alındı. Çalışma yaşamında toplumsal cinsiyet ayrımcılığı derinleşti. Öncelikle kreş, ebeveyn ve süt izni hakkı için acil düzenleme yapılmalıdır. Engelli yurttaşlarımızın yararına pozitif ayrımcılık uygulanmalı, yasalarda var olan istihdam kotaları doldurulmalıdır. Siyasi iktidar, emekçilerin ücretlerine yüzde 5 ya da 5,5 gibi zamlar önerirken, her yıl olduğu gibi bu yıl da kaynak sıkıntısından söz ediyor. Şirketler söz konusu olduğunda teşvik üzerine teşvik yağdıran, prim atlarına, vergi indirimlerine rahatlıkla kaynak bulan hükümetin bu noktada kaynak sıkıntısından bahsetmesi manidar.
Ancak açıktır ki, ana hatlarını yukarıda ifade ettiğim önlemler alınır, kurumlar vergisi indirimlerinden vazgeçilir, sermaye hareketleri vergilendirilir, kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınırsa; son günlerde Kürt sorununda yakalanan olumlu havanın çözüm yolunda gelişmesiyle birlikte, barış sağlanır, operasyon ve çatışmalarda heba edilen, milyarlarca dolarla ifade edilen harcamalar durdurulursa kaynak ortaya çıkacaktır.
Toplumsal sorunlarımız ve demokrasi ihtiyacı öyle yoğunlaşmıştır ki bugün ihtiyaç duyduğumuz şey toplu sözleşme sürecini bir toplum sözleşmesi sürecine çevirmektir.