25 yıl önce Turgut Özal’ın”eşkıyalık” olarak değerlendirdiği Büyük Kürt İsyanı, “Kürt Sorunu”nun varlığını devlete nihayet resmen kabul ettirdi. AKP’nin “Kürt Açılımı” ile Abdullah Öcalan’ın “Yol Haritası”, Türkiye toplumunun ilgisini Kürt sorununun nasıl çözülebileceği sorununa odakladı. Tartışmanın bir sonuca ulaşıp ulaşmayacayacağını hep birlikte göreceğiz. Tartışmayı kadük (işe yaramaz) hale getirmek için debelenenlerin başında Deniz Baykal var. […]
25 yıl önce Turgut Özal’ın”eşkıyalık” olarak değerlendirdiği Büyük Kürt İsyanı, “Kürt Sorunu”nun varlığını devlete nihayet resmen kabul ettirdi. AKP’nin “Kürt Açılımı” ile Abdullah Öcalan’ın “Yol Haritası”, Türkiye toplumunun ilgisini Kürt sorununun nasıl çözülebileceği sorununa odakladı.
Tartışmanın bir sonuca ulaşıp ulaşmayacayacağını hep birlikte göreceğiz. Tartışmayı kadük (işe yaramaz) hale getirmek için debelenenlerin başında Deniz Baykal var. Baykal hala sorunun kaynağını, Anayasa’nın 66. maddesini, çözümün koşulu olarak tartışıyor.
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ibaresiyle başlayan Anayasa’nın 66. maddesini Kürt sorununun çözümünde hareket noktası olarak almak “işi yokuşa sürmek” bile değil, ciddiyetsizliktir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Türk Devleti” olarak tanımlanması 1961 Anayasasının marifetidir.
Devleti Osmanlı ailesinin mülkü olarak tanımlayan 1876 Anayasası’nda “yurttaşlık” kavramı yoktur ama “teba”nın nasıl adlandırılacağı belirlenmiştir. 1876 Anayasası’ın 8. maddesinde “Devleti Osmaniye tabîyetinde bulunan efradın cümlesine her hangi din ve mezhepten olur ise olsun bilâ istisna Osmanlı tabir olunur” denir. Devletin bir aileye değil de “milli kimliğe” atıfta bulunarak tanımlandığı ilk metin 1921 Anayasası’dır. 1921 Anayasası devleti “Türkiye Devleti” olarak tanımlar. Devlet “ortak yurt” Türkiye’nin adıyla tanımlanmıştır; ama bu anayasada “yurttaşlık” tanımı bulunmaz. Yurttaşlığın tanımının yapıldığı ilk metin olan 1924 Anayasası’nın hükmü, “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir” biçimindedir. 1924 Anayasası, Türkiye’de farklı “dinlerin ve ırkların” bulunduğunu kabul eder ama farklı “ırk ve din” mensuplarının “vatandaşlık” sıfatını Türk olarak tanımlar. “Türkiye” devletini “Türk Devleti” olarak tanımlayan 1961 Anayasası “Türklük” ile “vatandaşlık” arasındaki ilişkiyi değiştirir. 24 Anayasası’ndaki vatandaşlık adlandırmasının yerini 61 Anayasası’nda ulusal kimlik dayatması alır. 61 Anayasası Türkiye’de farklı “ırk ve dinlerin” varlığını dahi tanımaz.
Rumlara ve Ermenilere düşmanlık temelinde sahiplenilen “Ortak Yurt”un 1921’de “Türkiye” olarak adlandırılmasına Anadolu’daki diğer milliyetlerin nasıl rıza gösterdiğini ayrıca saptamak gerekir. Ama Türkiye’de yaşayan herkesin vatandaşlık bağı itibariyle de olsa “Türk” olarak adlandırılmasının “ortak yurtta tek ulus yaratmak” adına atılmış tarihsel bir adım olduğu açıktır.
Yalnızca Kürtlerin değil, Lazların, Çerkezlerin, Gürcülerin etnik varlıklarını da reddeden bu vatandaşlık tanımıyla ulaşılmak istenen sonuca varılamadığını iddia etmek de yanlış olur. Anadolu’da yaşayan Lazlar, Çerkezler ve Gürcüler, etnik kimliklerini “vatandaşlık” ilişkisine dahil etmeyen bu yurttaşlık tanımını önce kabullenmişler, sonra da sahiplenmişlerdir. Ancak Kürtler için bu sonuca ulaşılamamıştır.
“Devletin sahibi” ağzıyla konuşan ve “Kürtlere etnik kimliklerine bağlı haklar verirsek bunun arkası gelmez, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler vb. de aynı hakları ister; Anadolu etnik bileşenlerine ayrışır; Devlet parçalanır” sakızını çiğneyen akıldaneler, 1924 Anayasası’nın getirdiği yurttaşlık tanımı nedeniyle Lazların, Çerkezlerin, Gürcülerin “etnik kimliklerini” yitirmemelerinin, Kürtlerin ise üç çeyrek yüzyıl yok sayılmalarının sırrını neden merak etmezler?
Lazları, Çerkezleri, Gürcüleri ticaret burjuvazisi ve bürokrasideki seçkinleri vasıtasıyla “Türkiye Devleti”nin “ortak sahibi” kılan Cumhuriyet’in aynı şeyi Kürtler için niçin yap(a)madığını bu “mal sahipleri” açıklama ihtiyacı duymuyorlar mı?
Bu gün “devlet adına” Kürt sorununu tartışan herkes, bir çözüm perspektifi oluşturmak için, Cumhuriyet’in “tek ulus” yaratma projesinin, Anadolu’daki tek halk, Kürtler için başarılı olamadığını kabul ederek işe başlamak zorundadır.
“Lazlar, Çerkezler, Gürcüler” edebiyatı, caninin cinayet mahalline dönüşünden başka bir anlam taşımaz.