1992’de neoliberalizm karşıtı güçlerle beraber yaptığı başarısız darbe girişiminin ardından iki yıl hapis yattıktan sonra 1998’de iktidar olan Başkan Chavez’in ülkesi Venezuella’daki Simon Bolivar havaalanına ulaşımın bu kadar zor ve zahmetli olacağını hiç aklıma getirmiyorum. Ulaşımı zor ve zahmetli kılan ise Türk olmanın dayanılmaz hafifliğinin beklenmedik bir anda bir ağırlığa dönüşerek başıma bir balyoz gibi […]
1992’de neoliberalizm karşıtı güçlerle beraber yaptığı başarısız darbe girişiminin ardından iki yıl hapis yattıktan sonra 1998’de iktidar olan Başkan Chavez’in ülkesi Venezuella’daki Simon Bolivar havaalanına ulaşımın bu kadar zor ve zahmetli olacağını hiç aklıma getirmiyorum. Ulaşımı zor ve zahmetli kılan ise Türk olmanın dayanılmaz hafifliğinin beklenmedik bir anda bir ağırlığa dönüşerek başıma bir balyoz gibi inmesi. Geçerli ABD vizem olduğu halde transit vizem olmadığı için uçağa alınmıyorum. Birinci değil de üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olduğum için vize bürokrasisi engellerini aşmam gerekiyor. Vize randevularının aylar öncesinden alındığı Alman Konsolosluğundan transit vizemi iki saat içinde almayı başardıktan sonra 24 saat uykusuz bedenimi tam Simon Bolivar’a sokacakken bu kez de domuz gribi tedbirleri kapsamındaki engeller karşıma çıkıyor. Gerekli formları doldurup domuz gribi olmadığımı kanıtladıktan sonra Karakas’tayım. Sosyalizme giden yolun zorluğunu Başkan Chavez ne kadar iyi biliyorsa ben de Simon Bolivar Havaalanına giden yolun zorluğunu o kadar iyi biliyorum.
Havaalanında beni bekleyen eşim, “Üzerinde yüklü miktarda para varsa” diyor “lavoboya gidip ayakkabılarının içine koy.” Bu tedbir havaalanı servisinin polis tarafından durdurulup aranmamız ihtimaline karşı. Bazı Karakas sakinleri de polisin soygunculardan daha tehlikeli olabileceğini söylüyor. Karacas ikameti süresince pasaport kopyanızı yanınızda bulundurmanız da gene yabancılara karşı çok nazik olmayan polise karşı alınması gereken bir diğer tedbir. Pasaport kopyam çantamda, yanımdaki para ceplerimde havaalanı servisi ile Karakas’a doğru hareket ediyoruz.
2006 verilerine göre toplam nüfusu 26 milyon olan ülke halkının 6 milyonunun yaşamakta olduğu Karakas’a giden yol birbirine girmiş gibi görünen rengârenk varoşlarla (barrio) başlıyor. Görüntüyü Esenboğa-Ankara yoluna benzeterek birazdan biter diye düşünsem de yol aynı görüntü ile devam ediyor. İspanyolca’da “mahalle” anlamına gelen ancak Karakas’ta ve belki tüm Latin Amerika’da gerçek anlamını yitirerek gettolaşmış gecekondu anlamını kazanan ve çanak şeklindeki şehrin ortasındaki gökdelenleri çevreleyen küçük tepelerde biriken bu yığınların oluşturduğu barriolar, şehrin simgesi ve şehirdeki inanılmaz yoksullukla beraber nüfusun büyük çoğunluğunun da mekanı.
Havaalanı servisimiz polis tarafından durduruluyor, eşim Türkçe konuşmamamı söylüyor. Ama polis yolcularla değil sürücü ile ilgileniyor. Normal trafik kontrolü.
Servis yeniden yola koyuluyor ve barriolardan birinin içinden geçiyoruz. Devrilmiş büyük çöp kutuları, 15-16 yaşlarında kızlı erkekli gençlerin oluşturduğu sohbet eden küçüklü büyüklü gruplar, sokakta oynayan ayakkabısız çocuklar ve yan yana duran onlarca motosiklet.
Bu görüntüler arasında kulübe evlerden farklı küçük beşgen yapılar dikkatimi çekiyor. Ne olduklarını sorduğumda Başkan Chavez’in Bolivarcı Devrimi’nin ilk pratiği olduğunu söylüyorlar. Ve Başkan Chavez’in iktidara geldikten sonra uygulamaya koyduğu ve MİSYON olarak adlandırılan, rekabet ve piyasa merkezli neoliberal ekonomi ve hayat anlayışı yerine dayanışma ve eşitlik temelinde bir hayat kurmayı amaçlayan sosyal adalet ve güvenlik programlarıyla tanışmaya başlıyorum. Evsizler için yeni ve bedava konutlar yapılması, yoksul halka bedava sağlık hizmeti verilmesi, topraksız köylülere işlemeleri için toprak verilmesi, çok düşük fiyatlı yiyecek dağıtımının yapılması, parasızlık sebebiyle eğitimlerine devam edemeyenlerin eğitimlerinin tamamlanması amaçlı, 10’un üzerinde gönüllülerin çalıştığı misyonlar var.
Benim gördüğüm yapılar da barrio yaşayanlarına bedava sağlık hizmeti vermek için Kübalı gönüllü doktorların çalıştığı küçük klinikler imiş. Başkan Chavez, Kübalı doktorları ülkeye davet etmezden evvel Venezüellalı doktorlara barriolordaki misyonlarda çalışmaları için çağrıda bulunmuş ancak yanıt alamamış. Belki de bu kliniklerde verilen sağlık hizmetleri Latin Amerika’da başarısız olmuş neoliberal sağlık reformlarına iyi bir alternatif.
Misyonlar büyük oranda devlet tekelindeki petrol şirketi PDVSA tarafından finanse ediliyor ve zaman içinde kendi kendilerine yetebilecek konuma gelmeleri bekleniyor. Yol boyunca bu misyonların tanıtımlarını reklam panolarında görüyoruz. Sonra bunları şehirdeki büyük binaların yakınlarındaki panolarda da göreceğiz.
Şehre yaklaştıkça barriolar bitip gökdelenler başlamıyor. Barriolar devam ederken gökdelenler görülmeye başlıyor. Bunca zaman ben, yoksulluğun zenginliğin hemen arka sokağında olduğunu, gökdelenlerin arka sokaklardaki yoksulluğu kapattığını düşünürdüm ama Karakas’ta gökdelenler yoksulluğu kapatamıyor, çünkü onunla birlikte var oluyor. Yoksul tepeler şehrin zengin gökdelenlerini çevrelemiş durumda.
Bu gökdelenlerde işyerleri var zenginlerin evleri var. İkisinin tepesinde ise kapitalist simgelerden koca bir kırmızı Nescafe fincanı ve Pepsi tenekesi… Şehirde kaybolma durumunda bunlara bakılarak koordinatlar kolayca belirlenebilir. Diğer çok ulusluların reklam panoları da gözden kaçacak gibi değil.
Havaalanı servis yolculuğumuz bittiğinde camları kapkara olan bir taksi ile Sabana Grande semtine gidiyoruz. Oteller, cafeler, restarurantlar, sayısız ayakkabı dükkanı ve kozmetik mağazaları ile dolu bu semt. Gördüğüm yoksulluğa rağmen bu çeşit dükkanların sayısındaki fazlalığa bir anlam veremiyorum. Dünya güzellik yarışmalarına o kadar güzel hazırlayan bu ülkedeki güzellik endüstrisine gelirlerinin beşte birini harcıyor halk. Plastik cerrahi endüstrisi de kıtadaki en çok kar getiren sektör. Taze sıkılmış meyve suyu içtiğimiz bir kafede yerleri silen bir bayanın desenli pedikürlü ayakları da dikkatimden kaçmıyor. Sanırım Karakas için patolojik bir şehir ifadesini kullanmak yanlış olmayacak.
Ertesi gün Güney Amerikalı devrimci önder Simon Bolivar’ın doğum yeri de olan başkent Karakas’ta şehir turu yapacağız. İlk durak, devrimci önderin doğduğu ev. Kendisinin İsa ve Don Kişot ile beraber tarihteki üç büyük ahmaktan birisi olduğunu söyleyen Simon Bolivar, İspanya sömürgesine karşı Voltaire’in ve Rousseau’nun aydınlanmacı fikirlerinin etkisiyle, yalnızca Venezüella’ya değil Ekvator, Kolombiya, Peru ve Panama’ya da bağımsızlıklarını 1821’de kazandırır. Bu ülkeler o zamanın Büyük Kolombiya’sıdır. 1827’de başlayan iç savaşlar nedeniyle birlik dağılır ve Bolivar’ın İspanya egemenliği karşısındaki birleşik Latin Amerika rüyası da böylece son bulur. Bu üzüntüye dayanamayan Bolivar 47 yaşında yalnız ve parasız bir şekilde hayata veda eder. Gabrial Marcia Marquez’in tarihi romanı “Labirentteki General” de Bolivar’ın son günlerini konu alır.
Tamamına yakını Roman katolik olan Venezüella halkı için Simon Bolivar nerdeyse bir azizdir. Öyle ki adı yalnızca okullarda, meydanlarda yaşamayan Bolivar’ın heykelleri ve tabloları hediyelik eşya dükkanlarında ve evlerde bile vardır. Bunlardan birisini Universidad de Los Andes’te fotoğrafçılık fakültesinde profesör olan bir tanıdığın dağ evinde de göreceğiz.
1800’lerdeki İspanya egemenliği karşısındaki birleşik Latin Amerika rüyası, Bolivar’ın devrimci fikirlerinden hayli etkilenmiş olan Başkan Chavez ile birlikte şekil değiştirir. Bu kez Latin Birliği ABD hegemonyasına karşı küresel bir güç dengesi olarak yaşama geçirilmeye çalışılacaktır. Rüya halen devam etmektedir.
İkinci durak Parque Del Este . Şehrin kaotik, trafik gürültülü ve çöp dolu ortamından uzaklaşıp biraz yürümek iyi geliyor. Ve “Burası tropikal iklime yakın bir iklim değil mi? Öyleyse neden kuş, böcek, kelebek falan göremiyorum” diye soruyorum. Şehirdeki kuşların, zengin evleri çevreleyen güvenlik amaçlı elektrik tellerine çarparak öldüğünü söylüyor eşim. 1980’lerin son yıllarından itibaren Karakas’taki suç oranı şehrin artan nüfusuyla birlikte çoğalıyor. Zengin kesimin yaşadığı Chacao, Altamira ve Las Mercedes haricindeki yerlerde. Buralarda böyle bir oran zaten yok. Şehirdeki güvenlik sorununun ve tedbirlerinin arkasındaki hikaye ise 80’lerin başında IMF’nin neoliberal politikaları ile tanışıp kemer sıkmak zorunda bırakılan halkın bu politikalar nedeni ile gidilen sosyal kesintilerin yarattığı gelir dağılımı adaletsizliğine artık dayanamayarak 27 Şubat 1989’da ayaklanması. 2 bin sivilin ölümüyle sonuçlanan bu olaydan sonra çözüm, petrolden başka geliri ve hiç bir üretimi olmayan her şeyini ithal eden bu ülkenin bir avuç petrol zengini için elektrik telleri olurken, yoksullar için çaresizlik barriolardaki gettolaşma, umut ise Başkan Chavez olur.
Petrol, Venezuella ekonomisinin kalbi ve temel doğal kaynağı. Karayipler kıyılarına geçit olan Puerto La Cruz’da büyük rafineriler görüyoruz. İhracat gelirlerinin % 80’ini oluşturan petrol buralardan çıkıyor olsa gerek. Bu gelirle Dole markalı muzlardan giysiye kadar diğer her şeyi ithal ediyorlar.
Muhalefet tarafından tehlikeli, megaloman, ve petrol gelirlerini yoksul kitlelerin oylarını almak amacıyla harcayan bir diktatör olduğu düşünülen Başkan Chavez, küresel ekonominin neoliberal politikalarına karşı yoksul halk ve çoğunluk tarafından halen bir umut olarak görülüyor. Bu ülkede ya Chavistasın ya da antiChavista… Arası yok. Bir başka ülkede ya Ergenekoncu olmak ya da AKP’li olmak gibi.
Devrim Duman Orhangazi