Bu mektup, 2 Haziran’da Konur Sokak’ta gerçekleşen saldırı sonrasında gözaltına alınıp tutuklanan arkadaşımız Çağatay Öndersoy’a yazılmıştır! Kardeşim, Nasılsın diye sormak geliyor içimizden önce. Tahmin edebildiğimiz kadarıyla zordur içerden dışarıya bakmak ve tahmin edebileceğin gibi zor oluyor dışarıdan içeriye seslenmek! Alıştın mı diye sormak bile istemiyoruz. Çünkü alışılmaz mahpusluğa ve alışma sakın içerisinin insanı kuşatan durgunluğuna. […]
Bu mektup, 2 Haziran’da Konur Sokak’ta gerçekleşen saldırı sonrasında gözaltına alınıp tutuklanan arkadaşımız Çağatay Öndersoy’a yazılmıştır!
Kardeşim,
Nasılsın diye sormak geliyor içimizden önce. Tahmin edebildiğimiz kadarıyla zordur içerden dışarıya bakmak ve tahmin edebileceğin gibi zor oluyor dışarıdan içeriye seslenmek!
Alıştın mı diye sormak bile istemiyoruz. Çünkü alışılmaz mahpusluğa ve alışma sakın içerisinin insanı kuşatan durgunluğuna. Alışma ki bilensin öfken, bırak biraz nasır tutsun yüreğin, gözlerin dalıp gitsin uzaklara. Aldın mı kalemi eline şöyle dünyayı avucunun içinde çevirir gibi çevir düşüncelerini. Yalnızlık biraz koyar adama, zordur yalnız kalmak. Hele de içerde! Güneşe, toprağa, gökyüzüne, dostlara, sokaklara hasret kalmak zordur… Sen yine de ferah tut yüreğini. Güvercinler havalansın arada parmaklıların ardından, koyver gitsin küfrü. Bu hasretlik bizim de, bu sevda bizim! Yollarına düşlerimizi döşediğimiz bu kent de sokakları da bizim de!
Bak zorlanıyoruz yazmakta, emin ol dışarısı da zor, içerisi kadar olmasa da. Bilemezsin nasıl koyuyor adama kardeşini, arkadaşını içeride koymak, sesini duyamamak! Ama yine de devam ediyoruz hayatın üstüne üstüne gitmeye. Yine sürüyor o kavga, bir bakıyorsun sokağın köşesinde arkadaşımız kalıyor, bir bakıyorsun içeriye güvercin uçuruyoruz.
Konur sokak’ta bir pus var kardeşim! Onların kurduğu pusu’dan arta kalan bir pus! Bu topraklar çok gördü kalleşliği, arkadan vurmayı. Ama nerede görülmüş bizim gemiyi terk edişimiz. Hani derler ya, en son fareler terk edermiş gemiyi. Bizim gemimiz benzemez Nuh’un gemisine bilirsin! Terk-i diyar eylemek yazmaz tarihimizin denizlere akan mahir sularında…
Bazen şöyle bakıyoruz sokağın başından… İnsanlar yine yürüyor, yine kafelerden gülüşmeler geliyor, yine sloganlar yankılanıyor sokağın öte ucundan! Sonra bakıyoruz sokağın sonunu görmek umuduyla. Sen öyle bir gülümsüyorsun ki sokağın ucundan bize. İçimize güneş doluyor!
Biz sevdalarımızı hep bu halkın yüreğinden akan yollarda yazdık bilirsin. O yollar ki, ne yangınlar büyüttü tarihin dehlizlerinde. Biz öyle bir yol belledik ki: anamız, kardeşimiz, sevdiğimiz yaşlar döktü ardımızdan. Ama biz hep o yol’un yolcusu olduk sen de bilirsin! Bizim sol mememizin altındaki cevahir, öyle bir ulaştı ki o mahir sevdaya; kararır mı cevahir, susar mı hiç?
Biz o yol’a öyle bir döşedik ki sevdamızı; hep o fotoğraf kalmış aklımızda. Yoksulluğa, çaresizliğe, ezilmişliğe inat hep öyle uzatmışız ellerimizi birbirimize, öyle bir sarılmışız ki dostumuza. Nasıl anlatsam?
Düşün ki bir mahkeme salonundasın, etrafında onlarca sima. İçeriye giriyorsun usulca. Karşında arkadaşın oturuyor, alabildiğine gülümsüyor sana, hafifçe kalkıyor mahir bir edayla. Ulaşıyorsun omzuna usulca. O an yetiyor her şeyi anlatmaya! O an bir kol giriyor aranıza; gülümsemeyin birbirinize diyor, tahammül edemiyor bu dostça sarılışa! Ama dedim ya kardeşim; biz o yola düşmüşüz bir kere; artık bizi ne uzanan o karanlık ayırabilir ne de içerisiyle dışarısı arasındaki uzaklık! Biz Konur sokakta bir kere yürüdük mü, artık vazgeçilmez bir yol olmuştur o sokak bize! O sokak gayrı bizimdir!
Not: Çağatay’a mektup göndermek isteyen arkadaşlarımız için adresi:
Sincan Yenikent Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, Çocuk ve Gençlik Kapalı İnfaz Kurumu A9 Koğuşu, Çağatay Öndersoy- Sincan/Ankara