Ekonomik, siyasi ve kültürel krizin derinleşmeye devam ettiği bir dönemde faşizm kavramını yeniden tartışmaya başlamak gerekiyor. Prof. Emre Kongar’ın Neo-faşizm üzerine yazıları bu açıdan çok değerli bir katkı oldu. Ben de bazı noktaları vurgulamak istiyorum. Faşizmin dört özelliği Faşizmi siyasi baskıya, milliyetçiliğe, ırkçılığa, diğer bir deyişle bileşenlerinden birine indirgeme eğilimine liberal entelijansiyada, kaba Marksistler arasında […]
Ekonomik, siyasi ve kültürel krizin derinleşmeye devam ettiği bir dönemde faşizm kavramını yeniden tartışmaya başlamak gerekiyor. Prof. Emre Kongar’ın Neo-faşizm üzerine yazıları bu açıdan çok değerli bir katkı oldu. Ben de bazı noktaları vurgulamak istiyorum.
Faşizmin dört özelliği
Faşizmi siyasi baskıya, milliyetçiliğe, ırkçılığa, diğer bir deyişle bileşenlerinden birine indirgeme eğilimine liberal entelijansiyada, kaba Marksistler arasında sıkça rastlıyoruz.
Gerçekteyse faşizm bir özelliğine indirgenemeyecek kadar karmaşık, özgün bir kitle-parti-devlet ilişkisini içerir. Birincisi, faşizm, orta sınıf içerikli bir kitle tabanına dayanan hiyerarşik, totaliter ve mistik özelliklere sahip bir örgütlenmeyi/partinin varlığını gerektirir. İkincisi faşizmin bu kitle tabanı, örgütlenme dinamiği enerjisini totaliter (liderlik kültünü de içerebilecek) bir ideolojiden alır. Üçüncüsü faşist devlet, “sivil toplumu” tümüyle asimile etmeye eğilimli bir devlet biçimidir. İktidardaki faşizm, te- kelci sermayenin ekonomik, siyasi çıkarlarını korumaya, yayılma arzusunu gerçekleştirmeye hizmet eder. Dördüncüsü tekelci sermaye, ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde orta sınıf desteğini kaybetmeye, yalnızlaşmaya başlar, kendini demokratik, parlamenter rejimlerin sınırları içinde ya da diğer baskıcı rejimlerle koruyamayacağı zaman faşizme yönelir. Ama önce faşist hareket kitleselleşerek yönetebilecek düzeye geldiğini, tekelci sermayenin programını benimsediğini kanıtlamalıdır.
Irkçılık ve baskı
İtalya, İspanya örneklerinde gördüğümüz gibi, ırkçılık, faşist ideoloji içinde her zaman belirleyici olmayabilir. Zizek’in işaret ettiği gibi faşist ideoloji halkın barış, huzur, toplumsal güvenlik, dayanışma gibi insani talepleri üzerinde inşa edilir. Faşist ideoloji, bu insani talepleri, toplumda totaliter bir bütünlük sağlamaya hizmet edecek biçimde, bir “birleştirici unsurun” (ana gösterge) anlamlandırıcı hegemonyası altında birleştirir. Bu “ana gösterge” Nazi Almanyası’nda Yahudi düşmanlığı, Franco İspanyası’nda Cumhuriyet ve komünizm düşmanlığı, Katolik dincilik olmuştu. Diğer taraftan, Katolikliğin Yahudi düşmanlığını tarihsel olarak içerdiğini, Müslümanlığın belli kesimlerinin de İsrail devleti kurulduktan sonra bir Yahudi düşmanlığı geliştirdiğini biliyoruz.
Faşist devlet, Askeri Diktatörlük, Bonapartizm gibi diğer olağanüstü rejimlerden farklı bir yapılanmadır. Bu baskıcı rejimlerde devlet toplumla organik bağlar kuramaz, “sivil toplumun” içine nüfuz edemez. Faşizmdeyse parti ve örgüt, devleti “işgal” eder. Goebbels’in vurguladığı gibi “Her parti üyesi devlet memuru olsa bile öncelikle parti üyesi olarak kalmak ve parti yönetimiyle yakın işbirliği içinde olmak zorundadır”. Faşist devlet, devletin ideolojik aygıtlarını (din, eğitim sistemi, dernekler, meslek örgütleri, sendikalar) tümüyle devletin içine alarak bütünselleşmiş bir baskı, terör uygulama alanı yaratır. Faşizm topluma, parti, devlet, toplum ayrımlarını silerek, bireyin günlük yaşamını da mikro düzeyde denetleyen bir “biyopolitik” dayatarak organik bir bütün yaratmaya çabalar.
Türkiye’ye dönersek, önce “mahalle baskısı” kaygısı, arkasından Prof. Toprak’ın araştırması, sonra sonuçları geçen hafta açıklanan Bahçeşehir Üniversitesi araştırması, Türkiye toplumunda, dini birleştirici bir unsur olarak kullanan örgütlenmelere uygun bir toplumsal taban oluştuğunu düşündürüyor. Türkiye’de siyasal İslamın AKP döneminde devletle toplum arasındaki diyaframı deldiğini, “devletin ideolojik aygıtlarını” eline geçirmeye başladığını da biliyoruz. AKP hükümetinin, neo-liberalizm, bölge jeopolitiği gibi konularda ABD ve AB’ye güven verdikten sonra iktidara geldiğini de… Tüm bunlara, telefon dinleme, internette izleme, internet sitelerini yasaklama, muhalefetin entelijansiyasının önde gelen isimlerini sabah baskınlarıyla toplama gibi kişi özelini ihlal eden uygulamalarla, DTP’ye, işçi hareketine yönelik saldırgan politikaları ve genişlemeci “yeni-Osmanlı” hayalini de ekleyebiliriz.
Tüm bunlardan AKP yönetiminin Türkiye’de faşist bir devlet kurduğu anlamı çıkmaz, ama faşist bir devlete benzer bir oluşuma geçiş için gerekli, toplumsal siyasi koşulların büyük ölçüde oluştuğu, oluşmaya da devam ettiği sonucu çıkar… Faşizmin bir diğer özelliği de entelijansiyayı, çeşitli olanaklar sunarak baştan çıkarma becerisidir. Benzer bir süreci Türkiye’de de görüyoruz: Siyasal İslam, kimi kafası karışık “sosyalistlerden” yeni “yararlı salaklar” üretmeye bu ileri aşamada bile devam edebiliyor.
erginy@tr.net
http://erginyildizoglu.blogspot.com