“Toplumsal yaşamın düzenlenmesinde de gerek bireylerden gerek kurumlardan meydana gelen sivil toplum inisiyatiflerinin devletin yükünü paylaşması gerekiyordu. Böylelikle toplumsal ve ekonomik yaşamın organizasyonu tek başına devlet tarafından değil, piyasa ve sivil toplum aktörleriyle birlikte gerçekleştirilecekti. Fakat küçük bir farkla! Bu organizasyon artık halkın ihtiyaçlarına göre değil, piyasanın gereklerine göre yapılacaktı! ‘Kriz varsa çare de var’ […]
“Toplumsal yaşamın düzenlenmesinde de gerek bireylerden gerek kurumlardan meydana gelen sivil toplum inisiyatiflerinin devletin yükünü paylaşması gerekiyordu. Böylelikle toplumsal ve ekonomik yaşamın organizasyonu tek başına devlet tarafından değil, piyasa ve sivil toplum aktörleriyle birlikte gerçekleştirilecekti. Fakat küçük bir farkla! Bu organizasyon artık halkın ihtiyaçlarına göre değil, piyasanın gereklerine göre yapılacaktı! ‘Kriz varsa çare de var’ kampanyası tam da böyle bir mantığın ürünü.”
Sivil toplum örgütlerimiz geçtiğimiz günlerde her şeyi devletten beklememek lazım; krizle mücadelede çorbada bizim de tuzumuz olsun, diyerek bir kampanya başlatmışlar. TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) önderliğinde Hak-İş, Türk-İş, TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu), TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu), Kamu-Sen, TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi), TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş adamları Derneği) ve MÜSİAD’ın (Müstakil Sanayici ve İş adamları Derneği) bir araya gelerek başlattığı “Kriz varsa çare de var” kampanyasından bahsediyorum.
Bu kampanya, Türkiye’de milli gelirin yaklaşık %70’lik bir kısmını hane halkı harcamalarının oluşturuyor olmasından yola çıkarak krizin çözümünün hanehalkı tüketimini arttırmak suretiyle iç piyasayı canlandırmaktan geçtiği ve bunu başarabilmek için de tüm toplumsal aktörlere rol düştüğü düşüncesine dayanıyor. Bu düşünce, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun kampanyanın tanıtımı için düzenlenen tanıtım toplantısında söylediği “Hiçbirimiz ayrı yerde değiliz. Sen işini kaybettiğin zaman ben satışımı kaybediyorum. Ben satışımı kaybettiğim zaman sen işini kaybediyorsun. Hepimiz birbirimize aynı zincirin halkaları gibi bağlıyız” sözlerinde ifadesini buluyor.(1)
Hisarcıklıoğlu’nun sözleri 90’larla başlayan dönemin egemen “devlet-sivil-toplum-piyasa işbirliği” modelinin bir türevi. Oysa sosyal devletin ideolojik olarak egemen olduğu o eski zamanlarda her şeyi devletten beklemek meşruydu. Halk için kamu harcamaları yapmak devletin en temel görevlerinden biri olarak kabul ediliyordu. 90’ların “devlet-sivil toplum-piyasa işbirliği” modeliyle birlikte “her şeyi devletten beklememek lazım” söylemi ideolojik alanda egemenliği ele geçirdi. Sosyal devlet çözülürken, kamu harcamaları kısıldı; devletin kamusal görevleri piyasaya devredildi. Öte yandan sivil toplumculuk yükselişe geçti, bir sivil girişimcilik furyası tutturuldu gitti. Evet, her şeyi devletten beklememek lazımdı; ekonominin düzenlenmesinde piyasaya daha fazla söz vermek gerekiyordu. Toplumsal yaşamın düzenlenmesinde de gerek bireylerden gerek kurumlardan meydana gelen sivil toplum inisiyatiflerinin devletin yükünü paylaşması gerekiyordu. Böylelikle toplumsal ve ekonomik yaşamın organizasyonu tek başına devlet tarafından değil, piyasa ve sivil toplum aktörleriyle birlikte gerçekleştirilecekti. Fakat küçük bir farkla! Bu organizasyon artık halkın ihtiyaçlarına göre değil, piyasanın gereklerine göre yapılacaktı!
“Kriz varsa çare de var” kampanyası tam da böyle bir mantığın ürünü. Önce bu kampanyaya katılanlara bakalım. Bir tarafta TÜSİAD gibi sermaye örgütleri, öte tarafta TÜRK-İŞ gibi sendikalar. Bütün bu farklı aktörler sivil toplum şemsiyesi altında bir araya geliyor; oysa gerçekte olan piyasa ile sivil toplumun piyasa ekonomisinin işlemesi amacıyla buluşması. Bu aktörlerin yanında devlet de,(2) belediye başkanları ve valiler; iktidar ve muhalefet partileri de kampanyayı destekliyor.(3) Zaten kampanyanın hedeflediği de bu; zira her kesime krizle mücadelede bir rol biçiliyor. Halka “şimdi tüketimi kesme değil, bilinçli tüketim zamanı” çağrısı yapılıyor. Devlete ise vergi indirimleri yapması, harcama çekleri dağıtması gibi önerilerde bulunuluyor. Firmalardan da indirim kampanyaları gibi çeşitli kampanyalar düzenlemesi bekleniyor. Yani kısacası hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız deniyor.
Bu size neyi hatırlattı bilemem ama; bana 90’larla birlikte gündeme gelen, özellikle 2001 krizi döneminde yükselişe geçen “hepimiz aynı gemideyiz” söylemini hatırlattı. Oysa hepimiz aynı gemide falan değildik. Örneğin 2001 krizinin etkilerinin hala sürdüğü 2002 yılında lüks otomobil satışları ikiye katlanmıştı.(4) Bugünkü krizde ise lüks saat mağazalarının açılışı devam ediyor.(5) Bununla da kalmıyor; emekçiler ücretlerini alamaz, hatta kitlesel işten çıkartmalar yaşanırken sermaye gruplarımız semirmeye devam ediyor. Örneğin Turkcell 2008`de net karını dolar bazında yüzde 36, Türk lirası bazında ise yüzde 32 arttırırken(6); Sabancı yüzde 23 artışla 1,2 milyar kar etmiş.(7) Evet, soralım bakalım, hepimiz aynı gemide miyiz?
Ehh, koskoca ekonomik krizin üstesinden bir avuç Beyaz Türkün harcamalarıyla, karlarıyla gelinemeyeceğine göre, çoğunluğu oluşturan biz Zenci Türklerin durumuna bakalım. Bunun için bu kampanyayı düzenleyenlerin de Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz deyip sitelerine koyduğu bir bilgiye göz atalım: TÜİK verileriyle ülkemizdeki tarım-dışı işsizlik oranı % 19,8, tarım-dışı genç işsizlik oranı ise % 32,7.(8) Yani işsizlik kampanyanın ‘tüketelim, daha fazla tüketelim’ çağrısına tokat gibi çarpıyor.
Bütün bu gerçeklerin gösterdiği gibi bu kampanya çıkış noktasını oluşturabilecek bir nesnel zeminden yoksun. Talep arttırıcı politikaların uygulandığı, insanların alım gücünün yükseltilmeye çalışıldığı dönemler Keynezyen refah devleti döneminde kaldı. Keynezyen politikaların ortadan kaldırıldığı neo-liberalizm döneminde insanları harcamaya yönlendirmek ise böylesi komik kampanyalara kalıyor. Kısacası, model kulağa hoş geliyor; devlet, yeni teşvik paketinde örneklendiği gibi, vergi indirimleri, SSK primlerinin ödenmesi gibi araçlarla yatırımları teşvik edecek, piyasa da böylelikle bir yandan üretecek (ama tabii modelimize birazcık ihanet edip işten çıkarmalardan vazgeçmediklerini de not etmek lazım), tüketiciler de piyasadaki indirimlerden faydalanıp para harcayacak. Ee tabii, bu birazcık vakit alır, piyasa ekonomisinin gerekleriyle halkın ihtiyaçları çatışabilir; ama sabretmek lazım; aylardır evimize ekmek götüremesek de isyan etmemek lazım!
Hala ikna olmadınız; insanlar geleceksiz, para yok ki harcama yapsınlar diye sinirleniyor, asgari ücretin yoksulluk sınırının (açlık sınırının mı altında) altında olduğu, intiharın, cinnetin giderek artıyor olduğu bir ülkede insanlara tüketin demek ahlaksızlıktır mı diyorsunuz? Sinirlenmeyin, Başbakanımıza kulak verin:
“”Kriz varsa, çare de var’ kampanyasını destekliyoruz. ‘Harcayacak para yok’ diyenler yanılıyor. Kusura bakmayın arkadaşlar para var.”(9)
Dipnotlar:
1-http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/11706069.asp
2-“Babacan ‘Kriz varsa çare de var’da çarşıya çıkıp sıkı pazarlık yaptı”, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=939432&Date=07.06.2009&CategoryID=101
3-http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/11706069.asp
4-“Lüks oto sevdası kriz dinlemedi”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=63535
5-“Kriz lüks saati durduramadı, 41. mağaza Nişantaşı’nda açıldı”,
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=123893&_KOD=
6-http://www.tumgazeteler.com/?a=4740428
7-http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=3&ArticleID=1079151&Date=04.04.2009&b=Sabancinin%20k%C3%A2ri%201.2%20milyar%20TL
8-http://www.uretenturkiyeplatformu.org.tr/materyal/ekonomik_gostergeler.pdf
9-http://www.ntvmsnbc.com/id/24972908/