12 Eylül’ü bugünden bakarak anlamaya çalışan zihniyetimiz, 12 Eylül’den bağımsız mıdır? Yoksa tepeden inme dayatılan düzenin kodlarıyla mı donanmıştır? Bu kodlarla baktığımızda gördüğümüz ‘gölgelerle ‘değerlendirme yapmak o dönemin gerçek mağdurlarına haksızlık değil mi? Tarihi ve toplumsal süreklilik arz eden zihniyetimize 12 Eylül’ün temsilleri katılmış ve oldukça da meşrulaştırmış görünüyor. Popüler tarihe teslim ‘tarih’ kavramımıza sansürü […]
12 Eylül’ü bugünden bakarak anlamaya çalışan zihniyetimiz, 12 Eylül’den bağımsız mıdır?
Yoksa tepeden inme dayatılan düzenin kodlarıyla mı donanmıştır?
Bu kodlarla baktığımızda gördüğümüz ‘gölgelerle ‘değerlendirme yapmak o dönemin gerçek mağdurlarına haksızlık değil mi?
Tarihi ve toplumsal süreklilik arz eden zihniyetimize 12 Eylül’ün temsilleri katılmış ve oldukça da meşrulaştırmış görünüyor.
Popüler tarihe teslim ‘tarih’ kavramımıza sansürü bizzat biz uyguluyoruz.
Bu dönemde incitilmiş insanları çekildikleri kabuklarında yaşamaya mahkum ettik, dillenmesinler diye.
12 Eylül öyle bir yapılanmaydı ki daha sonraları bile kendini sorgulayacak zihni bloke edebildi.
12 Eylül söz konusu olduğunda herkesin bir çocukluk karanlığı ya da gençlik travması olarak hatırladıkları kişisel hatıraları bunun alameti.
Kendini anlatacak dile bile ket vurmuş, kendini okuyacak zihniyete bile el atmış 12 Eylül’ün öncesi ve sonrasını hala geçiştirmemiz boşuna değil.
12 Eylül’ün hakim değerleri kendiliğinden bizim zihnimizde yaşıyor.
Tarih bilincimizin ‘toplumsal’ sansürü gayet derin işliyor.
12 Eylül izlenimlerimizin birkaç generalin siyah beyaz görüntüsü, günde on ölü ölçüsüne sıkıştırması da bu sansürün gereği.
Takıldığımız yer nedense 12 Eylül koşullarını hazırlayan dönemde sahneye koyulan ‘şiddet’ oluyor. Sonrasında üretilen sistematik şiddetten bahsedemiyoruz.
12 Eylül’ün hedefinde kanlı canlı bir siyasi organizma olan toplumun siyasi örgütlenmesi ve gelişen siyasi bilinci vardı. İşçi sendikalarından öğrenci örgütlerine kadar bir daha öylesi bir siyasi canlılık yaşanmayacaktı.
Tarihimizin siyaset üreten ve siyasi iradeye sahip anlayışın, toplumsal ve insani duyarlılıkların dillendirildiği en parlak dönemiydi.
Oluşan siyasi zihniyetin özerkliği ve direngenliğinin gücü büyüyordu. Tam da bu sırada 12 Eylül’ü hazırlayan süreç devreye sokuldu.
Bu sürecin analizi, o süreçteki dinamiklerin hangi odak ve kurumların ürünü olarak işlediği ve kimleri kapsadığını halen bilmek istemiyoruz.
12 Eylül’le Türkiye neo liberal ekonomiye adım atarken, boşaltılmış ve sindirilmiş siyasi zihniyet şarttı.
Sendikalar ve öğrenci örgütlerinin dümdüz edildiği, en küçük şüphenin 90 gün gözaltıyla bedellendirildiği bir zaman da…
İğdiş edilen siyasi ve entelektüel düşünce kendini toparlayamadı, safını ve zeminini kaybedenler yeni liberal sisteme yuvalandı.
Tüketim kalıplarıyla kendini var eden, görgüsüz zenginlerin seçkin sanıldığı topluma birlikte yürüdük.
Sosyal devlet tasfiye edildi, emekçi hareketler tarihdışı ilan edildi, tırmanan yoksulluk söylemi de rahatsız edici…
Magazin kültürünün örgütlediği düşünce hayatımızın yüzeyselliği bugünleri kurdu.
Sokaktaki şiddeti gerekçesiyle işbaşı yapan 12 Eylül rejiminin ürettiği şiddetin artan dozu normalleştirilerek gündelik hayatın içine karıştı.
Gençlere siyaset uzaktı, siyasetten kaçan kuşaklar eğitim cenderesinde benzeştirildi ve soru sormayı değil boşlukları karalamayı öğrendiler.
Otoriter, baskıcı, şoven, hamasi zihniyetimiz tamamıyla 12 Eylül yapımı.
Ötekileştirerek yaşayabilen, baskıcı yargılayıcı tavır çocuklara bile bulaştı.
Bu zihniyetle bakılan tarih de, tabii ki görmek istemediklemizi gösteremez.
Görmeyince de ne siyasal ne de hukuksal bir süreci talep edebilir.
12 Eylül de kurumlarıyla, değerleriyle, anayasasıyla, sansürlü zihnimiz ve kısmi hatıralarımızla bize bugünü vermeye devam eder.