Kürt sorununda ortaya çıkan yeni durum her kesimden insanın gündemine girdi. Her yerde sorun ve çözüm gereği tartışılmaya başlandı. Tüm tartışmaların içerisinde umut ve temkinlilik içiçe haklı olarak. Özellikle Kürtler’de temkinliliğin olmasının güçlü ve anlaşılır nedenleri var. Buna geçen yazımda da değinmiştim. Anımsanırsa son yazımda Gül’ün açıklamaları ile Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığını, bu […]
Kürt sorununda ortaya çıkan yeni durum her kesimden insanın gündemine girdi. Her yerde sorun ve çözüm gereği tartışılmaya başlandı. Tüm tartışmaların içerisinde umut ve temkinlilik içiçe haklı olarak. Özellikle Kürtler’de temkinliliğin olmasının güçlü ve anlaşılır nedenleri var. Buna geçen yazımda da değinmiştim.
Anımsanırsa son yazımda Gül’ün açıklamaları ile Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığını, bu dönemin riskler barındıran dolaylı bir müzakere süreci olduğunu belirttim. Dolaylı dedim, çünkü bahsettiğim sürecin dili ve aktörleri böyle olmasını gerektirecek. Sürecin, medya, kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri ve aracı ya da temsilciler eli ile yürütülebileceğinden geçen gün de bahsettim. Yani muhataplar, bu araç ve aktörler eli ile konuşacak, uzlaşacak, kavga edecek, pazarlık yapacaktır.
Gül Özal’dan farklı
Niçin riskli olduğuna ilişkin ise geçmişte başlayan, ancak kesintiye uğrayan benzer nitelikteki süreçleri örnekleyerek anlatmaya çalıştım. 1993 bunun en tipik örneğidir.
Özal, şimdiki durumdan bir adım daha ileride, sorunu her biçimde ve ana aktörleri ile tartışmaya açık olduğunu ilan etmiş, federasyon da dahil her çözüm seçeneğinin masada olduğunu söylemişti. Ancak Özal, bu adımları atarken devlet içerisinde çözüm istemeyen kesimleri yeterince hesaba katamadı. Yani bir devlet mutabakatı oluşturamadı. Bunun sonucunda da öldürüldü.
Şimdi Gül’ün çözüm söylemleri 1993’ün kuşkusuz gerisinde, ancak tartışmayı başlatmaya ve çözüm önerilerini açığa çıkarmaya dönük güçlü zemine işaret etme cesareti gösterdi. Gül, Kürt sorununa dönük her bir söylemi, dikkat ederseniz, muhalefet liderleri ve devlet içindeki silahlı güçlerin temsilcileri ile yaptığı mini zirvelerin ardından dile getirdi. Yani Özal’dan daha çok iç mutabakat arayışında olarak benzer bir sonu kendi çapında önlemeye çalışıyor. Genelkurmay Başkanı’nın da, siyasilerin de ve toplumun giderek ağırlıkta bir kesiminin de ‘bu iş silahla olmaz, PKK operasyonlarla bitirilemez, bu sorun çözülmeli’ demesi 1993’e göre daha kolay bir mutabakat zeminine imkan veriyor. Ancak buna rağmen Özal’la aynı kaderi paylaşmak istemediği anlaşılan Gül, daha geriden başlama gereği duydu.
Bu durum sürecin direkt başlatanlarınca sekteye uğraması ya da kesintiye uğraması riskinin de varlığına işaret ediyor. Gül, şimdilik Özal kadar cesaretli, ısrarcı olacağı izlenimi vermiyor, daha çekingen, daha ürkek ve kendi durumunu daha çok gözeten bir hal içerisinde. Ama bu Özal deneyiminden sonra bir yere kadar anlaşılabilir.
Sürecin riskler taşımasının nedenlerinin başında ise devlet içerisinde çözüm istemeyen kesimlerin süreci provake edecek eylem ve yaklaşımlarda olma riskinin geldiğinden bahsetmiştim. Hatta bu tür müzakere süreçlerinde müzakerenin yürütücü güçleri bile yer yer karşı tarafın aktörlerinin elinin zayıflatılmasına bir yere kadar göz yumabilirler. Ama kontrol edilemese neler olacağının en somut örneği 1993 sonrasındaki orta şiddette savaş görüntüleridir. Bu nedenlerle de risklidir.
Kaygılar haklı
Yazımda Kürtler açısından önemli olan bir diğer noktanın da ‘yoğurdu üfleyerek yeme’ ihtiyacı olduğundan bahsetmiştim. Çünkü ne zaman Kürt sorununun çözümüne ilişkin elverişli koşullardan ya da çözüm yolundan bahsedilse süreç, siyasi hesap ve basiretsiliğin kurbanı olmuş, bu süreçlerden de en çok Kürtler zararlı çıkmıştır. Örneğin 1992’de Demirel Kürt realitesini tanıdığını ilan ettikten bir süre sonra Newroz kutlamalarında yüzlerce insan öldürüldü. Mesut Yılmaz ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ dedikten sonra operasyonlar hız kazandı. Çiller ‘Bask modelini’ incelediğinden bahsettiği zaman binlerce faili meçhulün altına onay koymuştu. Erdoğan 2005’te Diyarbakır’da Kürt sorunu benim de sorunumdur, devlet hatalar yapmıştır, ‘ dedikten 6 ay sonra Diyarbakır’da yaşanan saldırılarda ‘kadın da olsa çocuk da olsa’ 11 kişi öldürülmüştür…
Bunun gibi binlerce örnek yüzünden Kürtler, bir siyasetçi ne zaman Kürtleri sevdiğinden bahsetse, ne zaman sorunun çözümünden bahsetse olacakları kaygıyla izlemekte, umudu bile kaygısız hissedememektedir. Şimdi de aynı ruh hali yani güvensizlik vardır. Demek ki Kürt sorununda çözümünün hakikaten istendiğine dair devletin Kürtleri de ikna etme sorunu bulunmaktadır. Bu duygunun ne denli güçlü olduğunu son yazıma gelen maillerde gösteriyor. Örneğin bir okur ‘Acaba AKP erken seçim hesapları mı yapıyor?’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum. E ne de olsa bugüne kadar söylenmiş her güzel sözün altından bir kazık çıkmadı mı?’ diye soruyor. Bir diğeri ‘Kendimizi kandırmayalım. Bu söylenenler yeni bir imha politikasının başlangıcıdır’ diyor. Bir diğeri ‘Ordu çözüm istemiyor’ bir başkası, uluslararası fırsatlara dikkat çekip ‘Bu pastadan pay alma çabası’ diyor. Bir diğeri ise ‘Evet bir müzakere masası var ve bu masada herkes yer alıyor ama esas yer alması gereken biz Kürtler masada yer almıyor, ayakta kalıyoruz. Tarih boyunca inkar ve imha politikalarının bizde yarattığı tahribatı, sorunları dinlemek istemiyorlar. Oysa önce bizi dinleyip ondan sonra çözüm üretilmesi gerekiyor, bu yapılmadığı takdirde masadakilerin amacı belli oluyor, tarih boyunca yaptıkları gibi kendileri yapıp kendileri bozacaklar.’… Şimdi Kürtler ikna olmak için devletin çözüm adına somut, güven yaratan adımlar atmasını bekliyorlar. Çözüm söylemlerinin savaş bumerangı olarak kendilerine dönmesini sağlayan kaderin kırılmasını bekliyorlar.
Talabani Kandil’e niye gitti?
Bu sürecin önemli aktörlerinden bahsederken, Kürt siyasal aktörlerin önemine yeniden değinmek gerekiyor. Bu anlamda müzakereler bu siyasetçiler aracılığı ile de yürütülebilecektir. 1993’te öyle olmuştu. Celal Talabani, Ahmet Türk, Kemal Burkay gibi o dönemin belirgin aktörleri Devlet ile PKK arasında aracılık yapmış, ardından da PKK ateşkes ilan etmişti. Bu dönemin Kürt siyasi aktörleri de benzer bir rolü oynayabilir. Bu anlamda Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin üç gün önce ‘ABD tankları’ eşliğinde Kandil’in dibindeki bir kasabaya gitmiş olması belki de böyle bir rolün yansımasıdır. Bunu da zamanla anlayacağız… Çözüm yolunda Başbakan Erdoğan’ın hangi koşulları arzuladığına gelince, anlaşılan o ki 1999-2004 yılları arasında yaratılan koşullara yeniden kavuşmak istiyor… Niçin böyle olduğunu ise sonraki yazımızda tartışmayı sürdüreceğiz…