28 Kasım 2007 tarihinde ‘PKK silah bırakabilir’ başlıklı bir yazı yazdım. Yazımı ‘PKK silah bırakmak için demokratik bir adım ve samimi bir çağrı bekliyor’ sözleriyle noktaladım. 5 Kasım’da gerçekleşen Bush-Erdoğan görüşmesinde çıkan sonuçların tartışıldığı günlerdi. Amerika PKK’yi ‘ortak düşman’ ilan etmiş, Türkiye’ye açık istihbarat desteğiyle operasyon izni vermişti. Nitekim 16 Aralık gecesi 50 kadar Türk […]
28 Kasım 2007 tarihinde ‘PKK silah bırakabilir’ başlıklı bir yazı yazdım. Yazımı ‘PKK silah bırakmak için demokratik bir adım ve samimi bir çağrı bekliyor’ sözleriyle noktaladım. 5 Kasım’da gerçekleşen Bush-Erdoğan görüşmesinde çıkan sonuçların tartışıldığı günlerdi. Amerika PKK’yi ‘ortak düşman’ ilan etmiş, Türkiye’ye açık istihbarat desteğiyle operasyon izni vermişti.
Nitekim 16 Aralık gecesi 50 kadar Türk savaş uçağı Kandil bölgesini bombaladı. Yoğun bombardımanla geçen iki ayın ardından bu kez ‘kara harekatı’ (21 Şubat 2008) başlatıldı. Ancak dokuz gün süren yoğun çatışmalardan sonra Türk ordusu saplanıp kaldığı Zap alanından apar topar geri çekilmek zorunda kaldı! Ordu gerillanın direnişi karşısında açık bozgun yaşadı.
Türk ordusu hayal kırıklığı yaratmış, itibar kaybına uğramıştı. Kamuoyunda sert tartışmalar yaşandı. Ordu tabusu ağır darbe aldı. Türkiye bunu sarsıcı etkisini atlatamamıştı ki bu kez (3 Ekim 2008) Aktütün karakolu basıldı. Gerilla baskını bir şok dalgası daha yarattı.
Baskından dört gün sonra ‘Savaş bitti, bitiyor’ başlığıyla yeni bir yazı yazdım. Savaş tam tamların yükseldiği, çatışmaların daha da şiddetleneceğinin beklendiği o günlerde, ‘son baskın düşük yoğunluklu çatışma zeminini tüketmiştir’ dedim. ‘Kısa erimde çatışmalar alevlense de, esas itibariyle 3 Ekim’de savaş bitmiştir’ diye de ekledim.
Bundan sonra ya Türk- Kürt boğazlaşması yaşanacaktı ancak, Türkiye bunu göze alamazdı; ya da silahlar susacak ve sorun siyasal zemine taşınacaktı. Türkiye bundan sonra, başarısızlığı tekrar tekrar kanıtlanmış şiddet politikasında ısrarlı davranamaz, varlığını tehlikeye atamazdı. İstemese de başka bir yola sapacaktı. Dediğim buydu.
Aktütün baskınından bu zamana Türkiye ‘silahların susmasını’ tartışıyor. Eskisinden farklı olarak PKK ve DTP’yi de işin içine katıyor. Kasım 2008’den yerel seçimlerin yapıldığı 29 Mart 2009’a kadar aradan geçen altı aylık sürede hem çözüm tartışıldı hem de herhangi bir çatışma yaşanmadı. Newroz ilk defa olaysız kutlandı. Seçimler de görece sakin bir ortamda yapıldı. Bütün bunlar çözüme ilişkin umutları arttırdı.
Fakat seçimlerin ardından DTP’ye yapılan operasyonla, Lice’de dokuz askerin hayatını kaybettiği gerilla eylemi umutları kırdı. İyimserliğin yerini bu kez karamsarlık aldı. Çözümün bir başka bahara kaldığı yorumları yapıldı.
Ne var ki Milliyet gazetesinden Hasan Cemal’in PKK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la yaptığı röportaj çözüm umutlarını yeniden canlandırdı. Karayılan’ın açıklamaları tüm Türkiye’de olumlu yankılandı. Cumhurbaşkanı Gül bile’ Kürt sorunu Türkiye’nin bir numaralı meseledir, çözülmelidir’ sözleriyle tartışmaya katıldı. Başbakan’ın da yeni bir ‘açılım’ hazırlığında olduğu bilgisi basına sızdırıldı.
Röportaj ve röportaja verilen tepkiler savaşı sürdürmenin -iki taraf için de- kolay olamayacağını ortaya çıkardı. Savaşı sürdürmenin bitirmekten daha zor olduğunun, nesnel sürecin tarafları uzlaşmaya mecbur bıraktığının işaretleri bir bir alındı. Karayılan röportajında dikkat çeken en önemi husus Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamak için gösterdikleri açık ve net irade kararlılığıydı.
Kürt tarafı birlikte yaşamaktan yanaydı. Savaşın sona ermesi için de üzerine düşeni yapmaya hazırdı. Esas olarak Türkiye bunun gereklerini yapmalı, operasyonları durdurmalı ve Kürtlerin haklarını anayasal güvence altına almalıydı.
Madem Kürtler Türklerle birlikte yaşamaya karar vermiştir. Bunu samimiyetle istediğine dair açık ve net bir irade sergilemiştir. O zaman şimdi sıra Türkiye’dedir. Türkiye bu fırsatı değerlendirmeli, Kürt sorununu demokrasi içinde çözebilmelidir. Kuzeyi güneyiyle bütün Kürtlerin haklarına saygı göstermeli, Kürtleri birbirlerine karşı kullanmaktan vazgeçmeli, Kürt halkıyla eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden sözleşmelidir.
Türkiye’nin artık evrensel değerlerle uyumlu yeni bir anayasa yapması, militarizmin halklarımıza zorla giydirmeye çalıştığı deli gömleğini yırtıp atması; ülkeyi etnik, dini ve mezhepsel kavgaların kısır döngüsünden çıkarması gerekmektedir.
Nesnel süreç silahlar sussun, savaş sona ersin ancak, Türk devleti de atılması gereken adımları atsın diyor. Atabilir mi peki? Sanırsam devlet içindeki bir kesim bu adımları atmak zorunda olduklarını fark ediyor. Çözüm süreci de esas olarak buradan besleniyor. Çünkü bu kesim hem PKK gerçeğini kabul etmişe hem de Kürt sorununun ortaya çıkardığı potansiyel tehdidi görmüşe benziyor.
Gelişmeler Türk devletinin çözüm arayışına girdiğini gösteriyor…
gunayaslan@hotmail.de