Gazeteler mayınla yaşamını yitirdiği söylenen 6 askeri manşetlerine taşımışlar. Tüm televizyonlar olaydan sağmaya kalktıkları acı ile PKK’nin lanetlenmesini sağlama gayreti sergiliyorlar. Yayınlar bir yandan PKK’nin nasıl bir ‘terör örgütü’ olduğundan dem vururken, öte yandan Kürt sorununu da ‘PKK’den kurtarma’ çağrıları yapıyorlar. 1 Haziran’a az bir süre kala yaşanan bu olay beklenen ‘fırsatı’ sunmuş gibi görünüyor. […]
Gazeteler mayınla yaşamını yitirdiği söylenen 6 askeri manşetlerine taşımışlar. Tüm televizyonlar olaydan sağmaya kalktıkları acı ile PKK’nin lanetlenmesini sağlama gayreti sergiliyorlar. Yayınlar bir yandan PKK’nin nasıl bir ‘terör örgütü’ olduğundan dem vururken, öte yandan Kürt sorununu da ‘PKK’den kurtarma’ çağrıları yapıyorlar. 1 Haziran’a az bir süre kala yaşanan bu olay beklenen ‘fırsatı’ sunmuş gibi görünüyor.
Bu olayın ele alınma mantalitesi üç amaç üzerinde şekilleniyor: Birincisi; PKK’nin ‘terörist’ bir yapılanma olarak kamuoyunda yeniden lanetlenmesini sağlamak. Malum son dönemlerde KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın açıklamaları ile Türkiye ve dünya kamuoyunda PKK’ye dönük bir miktar sempati ve PKK’nin muhatap alınabileceğine dair kimi fikirler gündeme gelmeye başlamıştı. Bu durum birileri için rahatsızlık vesilesiydi. İşte bu olay klasik PKK algısının yeniden gündeme getirilmesi açısından bir fırsattı. Bu nedenle yaygın medya ve onları yönlendiren politik odaklar sonuna kadar bu ‘fırsat’ı kullandı.
İkincisi; PKK ile Kürt sorununu yeniden ayrıştırma olanağı olarak değerlendirildi. Yayınlar ve açıklamalar bir yandan PKK’yi lanetlemeye zorlarken diğer yandan çözülmesi gereken Kürt sorunundan bahsetmeyi bu nedenle sürdürdü.
Üçüncüsü; Kürt sorununun çözülmesinde engelleyici güç olarak PKK sunuldu. Bu biçimde asıl şiddetle işlerini halletmek isteyen tarafın PKK olduğu savunularak sorunun çözülmesini isteyen liberal kesimlere ve elbetteki uluslararası güçlere ‘Bunun için PKK’nin bitirilmesi gerek’ mesajı verilmeye çalışıldı.
Çukurca’da yaşanan olayın ele alınma biçimi hakkında daha başka tahliller de yapmak mümkün, ancak bu üç husus en açık yansıyanı.
Ama…
Hiçbir yayın, ve konu hakkında açıklama yapanlar, bu olayın gerçek halini sorgulamadılar. Oysa haber yaygın medyanın verdiği biçimde değerlendirilse bile, yukarda saydığımız çıkarsamaların çok da yerine oturmadığı görülecektir.
Yaygın medya olayı, ‘Çukurca bölgesinde operasyona çıkan birliklerin geçişi sırasında, yola döşenmiş bir mayın uzaktan kumanda ile patlatıldı’ biçiminde verdi.
Yani 1 Haziran’a kadar ateşkes ilan eden bir örgüte karşı askeri güçler operasyon için araziye çıkarılmışlar. Ortada saldırı için yola çıkmış bir güç var! ‘Çözüm tartışmalarının yapıldığı bir zamanda, üstelik PKK çatışmasızlık ilan etmişken sen askeri, operasyona niye çıkarırsın?’ diye soran yok.
Patladığı söylenen mayın PKK’nin olsa bile askeri, böylesi bir süreçte operasyona çıkaran güce tepki göstermeyen, o gücün bu ölümlerdeki sorumluluğunu aklayan, kusura bakmayın ama barış istiyor olamaz!
O bölgede mayın olduğunu askeri komutan bilmiyor muydu? Bu soru yanıtlanabilmelidir. O askeri komutan önceden döşenmiş olan mayınların bile benzer acılara yol açacağını bilerek hesabını yapmakla, birliğini korumakla yükümlü değil midir? Bu sorulabilmelidir.
Bir diğer hakikate gelirsek, haziran başına kadar ilan edilen çatışmasızlık sürecine rağmen sadece son bir ay içinde onlarca gerilla, askeri operasyonlar sonucu yaşamını yitirdi. Daha geçen hafta çoğu PKK’nin üst düzey komutasını oluşturan pek çok kişi yaşamını yitirdi. Ölümlerin artması üzerine PKK ‘meşru savunma hakkını kullanacağını’ duyurdu.
Bu olaylar olduğu zaman da Kürt sorununa çözüm tartışmaları vardı. O zaman da Cumhurbaşkanı Gül ‘iyi şeyler’ olacağını söylüyordu, üstelik PKK’lilerin yaşamını yitirdiği günlerde Gül çözüm için tarihi fırsatın ‘asker ve siyasetçiler arasındaki mutabakat’ olduğunu savunuyordu.
Ama buna rağmen DTP dışında kimse ‘İyi şeyler bu operasyonlar üzerindeki mutabakat mı’ diye sormadı, kimse ‘Operasyonları durdurun, herkes elini tetikten çeksin’ çağrısı yapmadı. Kimse ‘Tarihi fırsat bu çatışmasızlığın süreklileşme olanağıdır, bunu heba edemezsiniz, operasyona çıkamazsınız, askeri ‘ölüm’ alanlarına gönderemezsiniz’ demedi. Oysa bunların denmesi gerekir!
Şimdi kimse kendini kandırmasın!
Ortada bitirilmiş bir savaş yok, dolayısı ile bir barış da yok. Ortada sadece provoke edilen ve karşılık bulmayan bir çatışmasızlık süreci var. Oysa barış ‘ellerin tetiklerden çekilmesi’ ile gelir.
İkincisi, ortada Kürt sorununun çözümüne ilişkin yuvarlak söylemlerden başka bir şey yok. Oysa çözüm icraatla gelişir. İcraanın başı olan hükümet sorunu nasıl çözeceğine dair tartışılabilecek bir yol haritası bile önermiyor. Önermediği gibi tüm çözümlerin başı olan diyaloğu geliştirmiyor. Çünkü hükümet ne kendini bu sorunun muhatabı olarak görüyor, ne de karşısındakini muhatap olarak kabul ediyor!
Ortada olan, Kürt sorununun çözüm aktörlerinin elini zayıflatma girişimleridir. DTP’lileri tutuklama, sindirme faaliyetleridir, örgütlü Kürtleri diskalifiye etme çabalarıdır, dağdakilere operasyonlardır.
Anlaşılan o ki devlet açıklamadığı yol haritasını güçten düşürülmüş ve örgütlü iradesi dağılmış Kürt muhataplar ile ‘biz bize’ hazırlamayı ummaktadır. Bu anlayış, PKK’nin tasfiyesi, Kürt sorununun kısmi bireysel haklarla elemine edilmesi üzerine kurgulanmaktadır. Bu yaklaşım yaşanan acıları bitirir mi, çözüm getirir mi, sanmıyorum!