AKP`ye karşı son dönemde emek eksenli en güçlü sol çıkış 1 Mayıs meydanlarından yapıldı. 2009 yılı 1 Mayıs`ı işçilerin, öğrencilerin, yoksulların, kadınların, işsizlerin AKP`ye karşı tüm ülkede sokakları doldurduğu tam bir meydan okumaya dönüştü. Pek çok yerde ilk defa 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilirken, geçen senelere göre 1 Mayıs eylemlerine katılımda özellikle gençlikte ve işçi kitlelerinde […]
AKP`ye karşı son dönemde emek eksenli en güçlü sol çıkış 1 Mayıs meydanlarından yapıldı. 2009 yılı 1 Mayıs`ı işçilerin, öğrencilerin, yoksulların, kadınların, işsizlerin AKP`ye karşı tüm ülkede sokakları doldurduğu tam bir meydan okumaya dönüştü. Pek çok yerde ilk defa 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilirken, geçen senelere göre 1 Mayıs eylemlerine katılımda özellikle gençlikte ve işçi kitlelerinde önemli bir artış gerçekleşti.
Emekçi halkın AKP`ye karşı siyasi meydan okumasının en önemli simgesi kuşkusuz Taksim Meydanı oldu. Devletin aylar öncesinde başlayan baskı, yalan, terörize etme gibi onca yöntemine karşı İstanbul`da Taksim iradesi kazandı. Taksim`e çıkan sokak aralarında devletin faşist zorbalığının işe koyulduğu sırada aynı “Taksim iradesi” Ankara`da meydan girişlerindeki polis arama noktalarını ortadan “kaldırırken”, Kocaeli`nde devrimciler İstanbul yolunu trafiğe kapattı ve İzmir Konak`taki yasak da Öğrenci Kolektifleri tarafından delindi.
Taksim için kopan fırtına
Türkiye`de 1 Mayıs`lar emeğin insanca yaşam talepleri ile demokrasi ve özgürlük istemleri açısından her zaman bir mücadele günü olagelmiştir. Bu 1 Mayıs`a havasını veren temel talepler de kriz karşısında emeğin haklarını, insanca yaşam için kamusal hakları savunmak ve 1977 yılı 1 Mayıs`ında kontrgerilla tarafından katledilen 36 insanımızın devletten hesabını sormak oldu. Devletin faşist zorbalığının, emekçiye dönük “Taksim yasağı” konusundaki klasik yasakların altında yatan temel dürtü de bu taleplerin dile getirilmesinin engellenmeye çalışılmasından ibaretti.
Ortaya atılan “biz 1 Mayıs`ı tatil lütfettik siz de Taksim`den vazgeçin pazarlığı”, “makul sayı” saçmalıkları, işçi-işçi olmayan, sendika-sendika dışı gruplar gibi yapay ayrımlar (ki bu ayrımlar medya tarafından da “işçiler-provokatör gruplar” gibi ayrıştırmalarla işlenmiş ve devletin ileride de kullanacağı belli olan taktikler olarak görülüyor) kullanılan kirli engelleme yöntemlerinin başındaydı. Onca polis, gaz bombası, plastik mermi, yüzlerce gözaltı, dayak, işbirlikçi Türk-İş ve Hak-İş ile Taksim iradesini bölmeye dönük Kadıköy mitingi, hepsi ama hepsi Taksim`e çıkan yollarda devrimcilerin, emekçilerin gerek öncesinde gerekse de 1 Mayıs gününde kararlı duruşları sayesinde boşa çıkartıldı.
Peki Taksim olmazsa olmaz mıydı? Yani devletin “pazarlıklarına” gelinseydi, yasaklarına uyulsaydı, oyunlarına gelinseydi… Kısaca hatırlayalım: 1988-92 yılları arasında her yıl Taksim zorlanarak kutlanması yasak olan 1 Mayıs`ın yasal mitinglerle kutlanma hakkı kazanılmıştı. Bu mücadele boyunca 89`da Mehmet Akif Dalcı polis tarafından öldürülmüş, İTÜ öğrencisi Gülay Beceren ise 90 yılında yine polis saldırısıyla felç edilmişti. 1996`da Kadıköy`de polis kurşunu bu kez üç canı hedef almıştı. 2004 yılında Saraçhane`den Taksim`in zorlanmasıyla Kadıköy Meydanı tekrar miting alanı haline getirilmişti. 2007 (yıllardan sonra Taksim`e bu yıl çıkılmıştır) ve 2008 yıllarında ise Taksim yine zorlanarak 1 Mayıs`ın tatil ilan edilmesi hakkı kazanıldı. (Bu, yıllardır emeğin en önemli taleplerinden biridir ve “kazanılmıştır”, hiçbir şekilde AKP`nin bir lütfu değildir.) Evet Taksim, bütün akıl dışılığı herkesçe görülmüş olmasına rağmen devletin yasakçı tutumundan vazgeçmemesinden de anlaşılacağı üzere, yıllardır emekçi halk ile egemen sınıflar arasındaki siyasi mücadelenin simgesidir.
2009 yılı 1 Mayıs`ında Taksim mücadelesi ile:
1. Egemenlerin öğrencilere, aydın ve sanatçılara, bilim insanlarına, işten attığı kitlelere, güvencesiz ve kötü şartlarda çalıştırdığı yüz binlerce emekçiye, işsizlere, Kürt halkına, Alevilere, kadınlara, çocuklara, özcesi yoksul emekçi halka uyguladığı ekonomik ve siyasi zulüm-baskı AKP`ye karşı tek bir öfke halinde birleşti. Emekçi halkın hakları için ve gerçek bir demokrasi için AKP`de kendini bulan geleneksel devletçi yasaklara, emeğin sömürüsü ve halk düşmanlığına karşı ödünsüz ve kararlı bir mücadele yürütüldü.
2. 1 Mayıs sıradan bir bayram-tatil günü olarak değil; anlamına yakışır biçimde ve Türkiye`nin faşizm gerçekliğine uygun bir şekilde mücadele günü olarak geçti.
3. Yerel seçimlerde halk desteği gerileyerek tökezleyen AKP`ye karşı son dönemin emek eksenli en güçlü sol çıkışı yapıldı.
4. Taksim zaferi sembolik de olsa sola kazanmayı tekrar hatırlatmıştır. Sol, artık “güçsüzlük” psikolojisinden çıkmalı ve daha güçlü adımlarla doğru bildiği politik çizgisini uygulama kararlılığından vazgeçmemelidir. Bu 1 Mayıs, bu anlamda yeni bir başlangıç noktası olarak değerlendirilebilir.
5. Ve nihayet bu 1 Mayıs`ta, 1 Mayıs 1977`de Kemal Türkler`in Taksim`den ilan ettiği gibi Taksim Meydanı`nın 1 Mayıs meydanı olduğu bütün meşruluğuyla bir kez daha ilan edilmiş oldu. 1 Mayıslar için alan tartışması artık sona ermiştir. Bütün dünyada olduğu gibi ülkenin, şehrin en önemli meydanları 1 Mayıs meydanlarıdır ve İstanbul`da bu meydan Taksim Meydanıdır.
Emek örgütler ve sol
DİSK ve KESK`in Taksim konusundaki kararlı duruşları kuşkusuz ki son derece değerli olmuştur. 1 Mayıs gününde Valiliğin ve polisin onca tehdit ve tacizine karşın polis engeline takılan binlerce insanın Taksim`e çıkabilmesi için gösterilen çabanın hakkını teslim etmekle birlikte genel anlamda yetersizliği ise çok daha disiplinli ve iyi kurgulanmış bir ön hazırlık çalışması gerektirdiğini göstermiştir. Zira Taksim`e çıkan ana kortejin oluşmasının esas sağlayıcısı, polisle sabah saatlerinden itibaren karşı karşıya gelen devrimcilerin birkaç kez barikatı delmeleridir. Öte yandan sadece basın aracılığıyla merkezi bir propaganda ve çağırıcılıkla 1 Mayıs`ın güçlü ve kitlesel bir şekilde örgütlenmesinin yetersizliği; 1 Mayısın haftalar öncesinden başlayarak iş yerlerinde, kent meydanlarında, yoksul mahallelerde, sokaklarda vb. renkli, disiplinli ve yaygın bir şekilde örgütlenmesi gerektiği can yakıcı bir şekilde kendini göstermiştir. Bu konudaki en olumlu örneklerden bir tanesi Öğrenci Kolektiflerinin Taksim çağrısını güçlendiren renkli eylemleri (Taksim`de uçurtma uçurmak, yerin altından-daha öncesinden girilen yer altından rögar kapağını açmak suretiyle- Taksim`e çıkmak, üniversitelerde yaygın-kitlesel çağrı eylemleri yapmak gibi) olmuştur. Oysaki daha güçlü bir çabanın emek örgütleri tarafından sarf edilmesi gerektiği açıktır.
Türk-İş ve Hak-İş ile Kadıköy`de düzenlenen mitingin içler acısı halini en güzel ifade eden şey ise 1 Mayıs sonrasında Salim Uslu`nun Taksim yolunu kendilerinin açtıklarına dair lafıdır. Bu laf bir şuursuzluğun ifadesi değildir, aksine Taksim`in emekçilerin çıkarları açısından nasıl da önemli bir siyasi anlam taşıdığını işaret etmektedir. Krizin etkilerinin artıyor olduğu, işten atılmaların ve güvencesiz çalışma koşullarının derinleştiği şu günlerde Kadıköy`deki mitingde oluşan (tıpkı daha önceki yıllarda olduğu gibi) “işçi düşmanı-AKP dostu imaj” belli ki bu çevreleri hem kendi tabanları hem de bütün yoksul-işçi kitlelere karşı tedirgin etmiş bulunuyor. Bunu destekleyen en somut veri ise Türk-İş başkanının konuşması esnasında işçilerden gelen ve bütün ikna çabalarına rağmen engellenemeyen yuhalamalardır!
Maalesef bu sendika patronlarının emekçi halka yapmış oldukları ihanetle aynı noktaya düşenler de var: EMEP`in (tıpkı geçen senelerde olduğu gibi) “İ
şçiler Türk-İş`te, yerimiz işçilerin yanı” diyerek Taksim iradesini uyduruk gerekçelerle bölmesinin hesabı nasıl verilir bilinmez. Üstelik Kadıköy`deki mitingin sayısal vahameti, coşkusuzluğu, moral bozukluğu ve en önemlisi politik duruşu itibariyle halkın gözünde yitirdiği meşruiyet, bir yanlışlığı açıkça göstermişken, EMEP`e politikalarını gözden geçirmelerini önermekten başka yapabilecek bir şey yok.
EMEP`le aynı akıl dışı pozisyona düşmekten son anda bir manevrayla “kurtulan” TKP ise gerek öncesindeki açıklamaları gerekse de 1 Mayıs`tan sonraki değerlendirmeleriyle emekçi halkla egemenler arasındaki siyasi mücadeleyi ve 1 Mayıs`ı hiç de doğru okuyamadığını göstermiştir. Taksim`e gelmemeleri halinde EMEP`in pozisyonuna düşecek olmanın, emekçi halkın gerçek mücadelesinin gerçekleştiği bir düzlemden uzakta kendinden menkul ve steril bir mitingle günü geçiştirecek olmanın yaratacağı olumsuzlukların korkusu ve tabandan gelen basınç TKP`ye hayırhah bir tutumla Taksim dedirtmiştir. Bu ülkede fiili, meşru, militan ve kitlesel bir mücadele olmadan hiçbir hak kazanımı elde edilemeyeceğini anlayamayacak kadar dogmatik bir inanışla hareket eden TKP; önce çeşitli gerekçelerle Çağlayan Meydanı için başvuru yapmış, Kadıköy`le birlikte 1 Mayıs`ın parçalı kutlanacağı görüntüsünü pekiştirmiş, devletin işine yarayan ve solun ortak iradesini bölen bir çizgi izlemiş, ardından da vaz geçerek Taksim`e katılacağına karar vermiş ve Taksim zaferindeki “en büyük payeyi” (meydanın kazanılması ve kitlesellik yönünden!) kendisine biçerek herkesi şaşırtmıştır! Üstelik, Taksim zaferini sağlayan en önemli iradeyi, yani polis barikatıyla boğuşmak zorunda kalan devrimci iradeyi küçümseyen, yanlışlayan açıklamalarda bulunması ise ancak şuursuzluk olarak değerlendirilebilir. A.Güler`in emekçisiyle öğrencisiyle, genciyle yaşlısıyla “çiçek saksılarından barikatlar” kurarak sergilenen Taksim`e çıkma meşruiyetini gösteren devrimci iradeyi neredeyse devletin ve egemen medyanın yaptığına benzer bir ayrıştırmaya tabi tutması TKP`yi güya eleştirdiği liberalizmle aynı noktaya çekmiştir. Öte yandan Taksim kazanılmasına dair kendinden menkul “kendine büyük payeler” biçen değerlendirmeleri TKP`nin egemenlerle ezilenler arasındaki somut savaşın “neresinde” olduğunun ancak itirafı olabilir.
Bu 1 Mayıs`ın başarısının ardında yatan gerçek irade ise kuşkusuz ki DİSK ve KESK`e bağlı sendikalardan bütün kitle örgütlerine, gençliğe, yoksul halk örgütlerine, Taksime çıkan bütün yollarda polis barikatlarıyla boğuşanlara, özcesi 77 katliamının gerçekleştiği yerlerden birisi olan Kazancı yokuşundaki barikatı yararak alana çıkan devrimcilere aittir. Taksim`e çıkma iradesinin en güçlü temsilcilerinden birisi olan Halkevleri ise genciyle yaşlısıyla, işçisiyle yoksuluyla, kadınıyla engellisiyle oluşturduğu kitlesel halk kortejiyle Valiliğin “makullük sınırlarını” aştığı için polis barikatını karşısında bulmuştur. AKP`nin tam da korktuğu bir şekilde “halkın haklarını” dile getiren bir “halk tablosu” oluşturan Halkevleri`nin diğer devrimci güçler ve kitle örgütleri ile birlikte Taksim`in kazanılmasında “yıllardır süren ısrarlı mücadelesinin” etkisi yadsınamaz. Kaldı ki 1 Mayıs`ı yaratan iradenin önümüzdeki dönemi örgütlemedeki en güçlü silahı da hiç kuşkusuz ki bu enerjiden açığa çıkacaktır. Halkevleri`nin bu çizgisi kendisini İstanbul dışında pek çok ilde de göstermiştir. Kocaeli`nden Taksim için yola çıkan otobüslerin engellenmesinin üzerine İstanbul yolunu trafiğe kapatan ve gözaltına alınan Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri üyeleri önemli bir mücadele örneği sergilemişlerdir. Ankara`daki mitingin sendikaların dışındaki en kitlesel kortejini oluşturarak yoksul halkın taleplerini dile getiren Halkevleri`nin yarattığı “tablo” yine polisi ürkütmüş olacak ki bütün saldırılar terse dönerek halkın gazabına uğramış ve mitinge giriş noktalarındaki bütün arama noktaları “buhar” edilmiştir.
Geçtiğimiz senelerde 1 Mayıs`lara katılım açısından artış sergileyen Kürt illerinde bu sene de gözle görülür bir artış olmuştur. Bu durum Kürt halkının sol politikalara ihtiyacının bir göstergesi olarak değerlendirilmeli ve yeniden kardeşleşme çizgisinin güçlenmesi açısından taşıdığı önem not edilmelidir. 80 öncesinden beri 1 Mayıs`ın hiç kutlanmamış olduğu kimi ilçelerde de 1 Mayıs kutlanması ve bütün ülkede 1 Mayıs`a katılım açısından sergilenen ciddi artış halkın kriz koşullarında AKP`ye karşı öfkesinin adresinin giderek “sol” bir içerik taşımaya başladığının göstergesidir.
1 Mayıs`ta Dev-Genç ruhu
Gerek Taksim mücadelesinde gerekse de tüm ülkede 1 Mayıs`a katılım açısından en önemli dinamiklerden birisi liseli ve üniversiteli gençlik oldu. İstanbul`da Taksim iradesinin oluşmasında daha 1 Mayıs öncesinden itibaren üniversitelilerin azımsanamaz bir etkisi olmuştur. Bu noktada Öğrenci Kolektifleri`nin hakkı teslim edilmelidir. Taksim üzerine tartışmaların alevlendiği bir dönemde Kolektiflerin 1 Mayıs meydanının Taksim Meydanı olduğuna dair iradesini ortaya koyması ve bütün üniversitelileri bu yönde hareket etmeye çağırması pek çok siyasi parti ve sendika gibi kesimlerden bile daha emektar bir çizgi izlemesi gençlik mücadelesi adına bir olumluluk (devrimci bir iddia), diğer toplumsal muhalefet güçleri adına ise ders çıkarılması gereken bir durum olarak görülmelidir.
Taksim`e çıkan bütün yollarda gençliğin barikatların en önünde yer alması, kararlılığı ve kitleselliği dikkate değerdir. Üniversitenin kitlesel bağımsız gençlik örgütlenmesi olan Öğrenci Kolektifleri Taksim`in zorlandığı bütün çatışma noktalarında saf tutmuş ve alana hem DİSK kortejiyle girmeyi başarmış hem de Kazancı dahil farklı noktalarda birkaç kez barikatların yarılmasıyla alana çıkabilmiştir. Üniversitenin Taksim meydanındaki sesi olan Kolektifler AKP`ye ve AKP`nin faturasını halka-gençliğe kestiği krize karşı üniversitelilerin şartlarını, parasız eğitim mücadelesini, özgür ve demokratik üniversite mücadelesini taşımıştır. Taksim anıtında ortaya çıkan tablo DEV-GENÇ`in 80 öncesindeki ünlü görüntüsünü anımsatmıştır. Canla başla mücadele ederek oraya çıkan gençlik Dev-Genç marşını da okumuş ve DEV-GENÇ ruhunu Taksim alanına yeniden ve gerçek bir mücadele ile taşıma onuruna sahip olmuştur.
Dev-Genç iradesi ancak gençliğin üniversitesine ve ülkesine her koşulda sahip çıkan bağımsız, kitlesel, demokratik ve militan mücadelesi ile ve elbette inatla gençliğin devrimci eyleminin birliğini sağlamaya çalışarak hayata geçirilebilir. Taksim`de bu ruhun oluşmasını sağlayan şeyin önemli bir parçası kuşkusuz ki bütün gençlik gruplarının omuz omuza vermesidir. Ancak daha önemlisi üniversitelerin bağımsız kitlesel mücadelesini partilere sendikalara havale etmeden ve şişirme görselliklerle gerçekçi olmayan bir tablo yaratmaktansa kurumsal ve istikrarlı bir şekilde üniversitelilerin politikasını ısrarla örgütlemek ve Taksim meydanına da bu iradeyle çıkmaktır. Kolektifler dışındaki pek çok siyasi gençlik grubunda, Parti gençlik kollarında bu özellikleri görmek maalesef mümkün değildir. 1 Mayıs`ı Taksim iradesine karşı Kadıköy`de Türk-İş ve Hak-İş`le geçiren EMEP gençliği ya da TKP merkezinin fikir değiştirmelerine göre fikir değiştiren TKP gençliği bu duruşlarını nasıl açıklayabilirler? Geniş üniversiteli gençlik kitlelerinin kendisini ifade edeceği yer ve ve bu mücadelenin içeriği bu merkezlerin öznel tercihlerine göre değişkenlik mi taşıyacaktır? Pek çok siya
si gençlik grubunun üniversite öğrencilerinin kitle örgütü olarak savunduğu gençlik sendikasını alanlarda gören var mı? Bu nasıl bir kitle örgütü ki kendisini en güçlü bir şekilde ifade edeceği alanlarda yok oluyor? Liberallerin ve İslamcıların pek sevdikleri, egemenlerin örnek gençler olarak tanıtmaktan gurur duydukları “Genç Siviller” denilen grubun “en pahalı 1 Mayıs eylemi” olarak medyada yer bulan The Marmara Otelinden sallandırdıkları pankarta gelince… Elbette böylesi bir grubun dahi 77 Katliamının sorumlularının bulunması talebi olumlu değerlendirilebilir. Ancak bu pankartta yazılan “malumun ilanı” ifadelerin biraz kazındığında altında yazılan “darbecilere karşı yaşasın AKP demokrasisi” imzası da görülmek zorundadır.
Gençliğin 1 Mayıs kutlamalarındaki katılımı sadece İstanbul`da değil Samsun, Trabzon, İzmir ve Ankara başta olmak üzere pek çok ilde oldukça etkin ve kitlesel olmuştur. Üniversiteli ve liselilerin tüm ülkede on binlerle telaffuz edilebilecek kitlesel katılımı üç noktadan dikkatle ele alınmalıdır:
Birincisi, öğrenci gençlik kitleleri AKP`nin piyasacı ve gerici politikalarının kelimenin gerçek anlamıyla mağduru haline gelmiştir. Krizin etkisini artırmasıyla birlikte gençlik, yoksul halkın insanca yaşam için emek ve hak mücadelesinin önemli ve içeriden bir parçası olmuştur.
İkincisi, öğrenci gençlik içine itildiği geleceksizlik ve onursuz bir yaşamı reddetmektedir. Ve Denizlerin anma-eylemlerine katılımdaki yoğunlukta da görüleceği üzere Denizleri, Mahirleri, İboları kendisine giderek daha fazla örnek almaya başlamaktadır. Onurlu ve özgür bir geleceği emekçi halkla birlikte ve onun içinde bir “Dev-Genç”li olarak mücadele ederek kazanacağına dair umutları güçlenen bir kesim giderek artmaktadır.
Ve son olarak, 1 Mayıs meydanlarındaki örgütlü katılım her ne kadar artış göstermiş olsa da toplam öğrenci gençlik sayısı içerisinde bu oran son derece cılız görünmektedir. Örneğin Ankara`da ODTÜ, Hacettepe ve “DTCF öğrencileri” gibi imzalarla alana gelen üniversitelilerin sayısı 1000`i aşarken (buna dağınık bir şekilde gelen binlerce liseli ve üniversiteli dahil değildir) bağımsız gençlik örgütlenmelerinin bu kitleler için halen yeterince çekim merkezi olamadığı aşikardır.
Böylesi bir atmosferde ülke çapında 2000`den fazla bir sayıyla pek çok ilde birden “Tek Yol Devrim” diyerek alanlara çıkan Öğrenci Kolektifleri en kitlesel ve bağımsız üniversiteli kitle örgütü olarak üniversiteli gençliğin bağımsız örgütlenmesi açısından önemli bir yerde durmaktadır. Liselilerin üniversitelilere nazaran pek çok yerde daha kitlesel olmaları hem bugün hem de gelecek açısından gençlik mücadelesi ve toplumsal muhalefetin gelişimi için umut vericidir. “Liselilerin muhafazakârlaştığı” yönünde ve belirli bir gerçekliği de yansıtan haberlere karşı liselilerdeki bu dinamizm kuşku yok ki devrimci bir politika etrafında piyasacılığa ve gericiliğe karşı en önemli dayanaklardan birisidir. Yeter ki liseliler kendi sorunları etrafında kitlesel örgütlenmelerini güçlendirebilsin, ülkesinin, okulunun ve mahallesinin sorunlarına devrimci müdahale olanaklarını çoğaltabilsin. Bu noktada Liseli Genç Umut, AKP`nin piyasacı-gerici-yozlaştırıcı politikalarına karşı yükselttiği red bayrağıyla, kitlesel örgütlenme ve hareket tarzıyla liselilerin örgütlü gücü olarak giderek daha fazla kendisini göstermektedir. Alanlara taşıdığı binlerce liseli de bunun bir göstergesidir.
Sonuç olarak, şimdi bütün devrimci emek örgütlerine, sol güçlere, gençlik örgütlerine düşen en önemli görev krizin yarattığı yıkıma, işten atılmalara, piyasalaştırma ve gericiliğe karşı 1 Mayıs kararlılığıyla mücadeleyi güçlendirerek devam etmektir. Gençlik her zaman olduğu gibi “Dev-Genç” iradesiyle bu kavgada yerini aldığını ve alacağını göstermiştir. Denizler için dört bir yerde yapılan anma-yürüyüşler ve elbette ki Mersin`li liman işçilerinin direnişine destek veren Mersin Öğrenci Kolektifleri`nin polisin baskılarına karşı işçilerle birlikte direnerek göstediği tavır örnek niteliktedir.