ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’deki 29 Mart yerel seçimine AKP’yi destekleme temelinde taraf olduğunu herkes görmüştü. Yeni dışişleri bakanı Bayan Clinton’ın seçimden kısa bir süre önce Ankara’yı ziyaret etmesi ve yaptığı açıklamalar bu gerçeği herkese göstermişti. 29 Mart yerel seçimi ardından sadece bir hafta geçmişken bu kez yeni Başkan Obama’nın Ankara’ya ziyareti yine herkesin dikkatini çekmişti. […]
ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’deki 29 Mart yerel seçimine AKP’yi destekleme temelinde taraf olduğunu herkes görmüştü. Yeni dışişleri bakanı Bayan Clinton’ın seçimden kısa bir süre önce Ankara’yı ziyaret etmesi ve yaptığı açıklamalar bu gerçeği herkese göstermişti.
29 Mart yerel seçimi ardından sadece bir hafta geçmişken bu kez yeni Başkan Obama’nın Ankara’ya ziyareti yine herkesin dikkatini çekmişti. Genel kanı ” ABD sıkışmış ve çok acele ediyor” biçimindeydi. Yine Başkan Obama’nın hem de “ilk kez bir Kürt siyasetçiyle görüşüyorum” diyerek DTP Eşbakanı Ahmet Türk ile görüşmesi daha çok dikkat ve ilgi çekici olmuştu. Bu görüşme de “ABD Kürt politikasını değiştirmiş ve Ortadoğu stratejisi içine tüm Kürtlerin koymuş” biçiminde değerlendirilmişti.
Hiç kuşkusuz ABD’nin hem de Başkan düzeyinde DTP Başkanı ile ve “Kürt siyasetçiyle görüşüyorum” vurgusunu yaparak görüşmesi trükiye ve Kürt siyaseti açısından çok önemliydi. Yeni ABD yönetiminin Türkiye’deki Kürt politikasında ve DTP ile ilişkide değişiklik yaptığını açıkça gösteriyordu. Seçime kadar DTP’nin başarısız olması için çok yönlü çalışan ABD yönetimini, seçim sonrasında DTP ile Başkan düzeyinde görüşüyordu. Bu tutum da ABD yönetiminin 29 Mart yerel seçim sonuçlarını kendi politikaları doğrultusunda kullanma çabası yatıyordu. Bunda çok aceleci olduğu da açıkça görülüyordu. Yine yeni süreçte DTP ile ilişki kurarak yeni bir Kürt politikası izleyeceğini gösteriyordu. Obama yönetiminin seçim sonrası DTP ile yeni bir ilişki içine girdiği açıktı, ancak bunun nasıl gelişeceği ve neyi içereceği belli değildir.
İşte 14 Nisan günü yapılan ve 70 civarında gözaltı ile başlayan “DTP Operasyonu” ABD politikasının bilinmeyen yönlerini açığa çıkardı. 14 Nisan operasyonu gerçek anlamda DTP ve Kürtlere yönelik bir “Obama Operasyonu” oldu.
Obama operasyonu gösterdi ki, yeni ABD yönetiminin Kürt politikasında eski yönetiminkinden özünde pek bir değişiklik yoktur. Özgür Kürt iradesini reddeden ve yok etmek isteyen ABD politikası devam etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK şahsında Kürt özgrülük iradesi yine reddedilip zorla tasfiye etme çabaları olduğu gibi sürmektedir. Değişiklik yalnızca DTP’ye yaklaşım konusundadır. Bush yönetimi tarafından DTP de tümden PKK safında sayılıp reddedilirken, Obama yönetimi DTP’yi PKK’den ayıran, DTP’yi kendi içinde parçalayan, bu biçimde DTP’yi PKK’ye ve Kürt özgürlüğüne karşı kullanmayı öngören bir politikayı devreye koymuştur. Yani “DTP’nin bir kısmına evet, diğer kısmına hayır” denmektedir. Örgütü tasfiye edilmiş Ahmet Türk’e “Kürt lider olarak evet” denmek istenmektedir. Yani Ahmet Türk de binde bir oy alamayan sözde “Kürt lider”lerden biri haline getirilmeye çalışılmaktadır. Obama politikasının Kürt Özgürlük Hareketine karşı çirkin bir oyun olduğu ortaya çıkmaktadır.
Son operasyon gösterdi ki, DTP’yi reddederek geriletemeyen ve seçim başarısını engelleyemeyen ABD yönetimi, son politik yönelimleriyle DTP’yi içten bölüp parçalamayı öngören bir politika izlemeye çalışmaktadır. DTP’ye ve Kürt Özgürlük Hareketine karşı imha ve tasfiye saldırısı şimdi böyle bir yöntemle sürdürülmek istenmektedir.
Elbette Obama yönetiminin bu politikasıyla Türkiye yönetimi de uyum ve birlik içindedir. Hem AKP hükümeti ve hem de Genelkurmay Başkanlığı Obama yönetiminin bu politikasına umut bağlamış durumdadır. Nitekim 14 Nisan operasyonu, birkaç gün önce gerçekleşen Bağdat zirvesi ardından gündeme gelmiştir. Daha önce yapılmış olan “Bağdat Planı” bu tür yöntemlerle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
Seçim meydanında yenilgiye uğramış olan AKP, polis operasyonuyla intikam almaya ve DTP’yi geriletmeye çalışıyor. DTP’nin seçim başarısını önleyemeyen devlet ve inkarcı sistem, zorla DTP’yi tasfiye etmek istiyor. “Operasyon DTP’ye karşı değil PKK’ye karşıdır”, hatta “DTP’yi PKK’ye karşı koruma operasyonudur” denerek yapılan operasyon, Kürt siyasetini parçalayıp birbirine karşı kullanma amacına dönüktür. DTP’liler sorgulanarak ve işkenceden geçirilerek, Ahmet Türk örgütten yoksun kılınarak “entegre edilmeye” çalışılıyor. Seçimde kazandığı başarıyla yüksek moral kazanmış olan Kürt halkı ve demokratik güçlerin morali bozulmak isteniyor.
14 Nisan operasyonunun, 29 Mart yerel seçim sonuçlarını hazmedememenin bir sonucu olduğu tartışmasızdır. Zaten Ağrı ve Amara’da halka vahşice saldırılmıştır. Her alanda askeri operasyonlar yaygınlaştırılmıştır. Bu operasyonla da DTP budanmak ve sindirilmek isteniyor. NATO ile anlaşılarak, Bağdat ittifakı hareket geçirilerek geliştirilen saldırılarla 29 Mart seçiminin yarattığı demokratik siyasi gelişme ezilmek ve tasfiye edilmek isteniyor.
Belli ki bu tür saldırılar daha da gelişebilir. Faşizmin temel kuralıdır: Demokratik alanda başarılı olunamayınca zorbalığa başvurulur. Türkiye demokrasisini temsil eden DTP’ye ve Kürtlere karşı geliştirilen zorbaca saldırılar da bu çerçevededir.
Hiç kuşkusuz, 29 Mart seçiminde gösterdiği büyük çabayla başarı kazanan DTP ve Kürtler, bu tür faşizan saldırılara karşı da cesaretle direneceklerdir. Herkesten önce Eşbaşkan Ahmet Türk’ün kendisi oynanan oyunları görerek örgütüne sahip çıkacaktır. Zaten bu yönlü tutumunu netçe ortaya koymuş ve daha şimdiden bütün oyunları bozmuştur. Yine tüm DTP’liler yüksek bir birlik ve direniş ruhuyla bu oyunları bozup, saldırıları kıracaklarıdır. DTP yönetimi, üyeleri, tüm Kürtler ve demokratik güçler, bu saldırıya karşı gözaltına alınanlara sahip çıkarak her alanda protesto eylemlerini geliştireceklerdir. Bu faşizan saldırıya karşı tüm Kürtler ve demokratik güçler en üst düzeyde birlik ve direniş içinde olacaklardır.
DTP’ye dönük operasyon, bir gücün değil, güçsüzlüğün ürünüdür. Saldırganların güçsüz olduğunu 29 Mart seçim günü sandıklar açıkça göstermiştir. Genelkurmaya Başkanlığının 27 Nisan 2007 tarihli muhtıraya benzer bir muhtıra verdiği 14 Nisan günü bu saldırının gerçekleşmesi tesadüf değildir. adeta yeni bir darbe rejimi topluma dayatılmak istenmektedir. Türkiye’deki herkesin bu gerçeği görmesi gerekir. Demokrasiden yana olan herkes elbirliği ederek, 29 Mart demokrasi başarısını kalıcı siyasal gelişmeye dönüştürecek demokratik siyasi adımları kararlılıkla atabilmelidir.