Hillary Clinton’un 7 Mart’ta gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti öncesi ABD dışişlerinden yetkililer Kürt sorunu ile ilgili olarak Türkiye’den üç isimle, Şerafettin Elçi, Esat Canan ve Orhan Miroğlu ile görüştüler. Bu, Obama’nın Nisan ayında gerçekleştireceği Türkiye ziyareti ve aynı ay içerisinde toplanması muhtemel Kürt Ulusal Konferansı ile birlikte düşünüldüğünde, “Tasfiyeye Karşı” isimli yazıda belirttiğimiz planın derinleşerek yürürlüğe […]
Hillary Clinton’un 7 Mart’ta gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti öncesi ABD dışişlerinden yetkililer Kürt sorunu ile ilgili olarak Türkiye’den üç isimle, Şerafettin Elçi, Esat Canan ve Orhan Miroğlu ile görüştüler. Bu, Obama’nın Nisan ayında gerçekleştireceği Türkiye ziyareti ve aynı ay içerisinde toplanması muhtemel Kürt Ulusal Konferansı ile birlikte düşünüldüğünde, “Tasfiyeye Karşı” isimli yazıda belirttiğimiz planın derinleşerek yürürlüğe konulduğunu gösteriyor: ABD, sorunu DTP/PKK çizgisinden bağımsız bir şekilde çözmek için kendi aktörlerini, kendi öznelerini devreye sokuyor.
Bu aktörlerden ilki elbette ki Barzani. ABD ve AKP beraberce Barzani’yi Türkiye Kürtlerinin siyasi sözcüsü haline getirmeye çalışıyorlar. Barzanici çizgi, Ergenekon Operasyonu’nu PKK’yı etkisizleştirmek için bir manivela olarak kullanıyor. PKK’nın Ergenekon’un, yani derin devletin bir piyonu olduğuna ilişkin iddia Barzanici yayın organlarında çok uzun bir süredir sürekli bir şekilde dile getiriliyor. Örneğin Rizgari Online isimli internet sitesinde, Öcalan’a fotoshop aracılığıyla kalpak giydiriliyor ve fotoğrafı Mustafa Kemal’in kalpaklı bir fotoğrafının yanına iliştiriliyor. Öcalan’ın avukatlarıyla görüştüğü yönündeki haber metinlerinde “avukatları” sözcüğü tırnak içine alınarak, aslında görüşlerini başkaları aracılığıyla dışarıya ilettiği mesajları veriliyor, hatta Öcalan’ın interneti takip edebildiği iddia ediliyor.
Bununla da yetinilmiyor; Ergenekon iddianamesine uygun bir şekilde PKK’nın yönetim kadrosunda Türk kurmay subaylarının bulunduğu ya da JİTEM’in PKK’ya binlerce silah verdiği yönündeki haberler kesin gerçekler olarak sunuluyor. Sitenin yazarları, PKK’yla ilgili olarak “Tek vatan, tek bayrak, tek millet ve Misak-ı Milli sınırları için mücadele eden, kemalizmi savunan bir örgüt ne kadar Kürd örgütü olur?” gibi sorular soruyor ya da Sırrı Sakık’ın “biz Kürtler iki ayrı devlet istemiyoruz. İki ayrı bayrak istemiyoruz. Bu coğrafyada Edirne’den Şırnak’a kadar özgür bir Türkiye istiyoruz…” gibi sözlerini örnek göstererek DTP/PKK çizgisinin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine ihanet ettiğini söylüyorlar.
Son newroz kutlamalarında, Leyla Zana’nın, tasfiyeden söz eden Talabani’ye teessüflerini bildirmesi ve hemen arkasından “Kürtlerin üç büyük partisi vardır: PKK, KDP ve KYB” diye eklemesi, İmralı ve Kandil’den farklı olarak, DTP içerisindeki kimi unsurların Barzanici çözümü -söz konusu çizginin Öcalan ve DTP/PKK’ya yönelik olanca husumetine rağmen- bütünüyle dışlamadıklarını ve uygun gördükleri koşullarda bu plana eklemlenebileceklerini gösteriyor.
Gülen cemaati ise Barzanici çözüme yeni-Osmanlıcı bir perspektifle destek vermeyi sürdürüyor. Cemaatin son “açılımı” İngilizce bir ismi bulunan, Türkçe yayınlanan ve fakat bir Kürt gazetesi olan “Hewler Post”. Abant Platformu’nun Hewler’de düzenlediği konferansın düzenleyicileri arasında yer alan Rebwar Kerim Weli tarafından ilk sayısı 21 Mart’ta, yani newrozda çıkarılan gazetenin başyazısında, gazetenin dilinin Türkçe olması iki halkın bir zamanlar “büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası” olmaları üzerinden açıklanıyor. Kürtlerin Osmanlı’ya yönelik isyanları ise Osmanlı’nın bölge siyasetinin “giderek merkezi ve sistemli bir hal” alması argümanı ile açıklanarak, günümüz çözümünün merkezi vesayetten kurtulmuş, özerk bir yapılanma ile mümkün olabileceği ima ediliyor; yani yeni-Osmanlı’dan geçmişteki hataları tekrar etmemesi talep ediliyor.
Taraf’ın cemaatçi/polis yazarları Önder Aytaç ile Emre Uslu ise, tasfiyenin ardından Türkiye’nin hızla demokratikleşeceğini, devletin küçülmesinin sağlanacağını, böylelikle piyasaya keyfi müdahalelerde bulunulamayacağını ve merkezi yönetimden yerel yönetimlere yetki devrinin gerçekleşeceğini yazıyor. Bu iki yazarın, liberallerin Prens Sabahattin’den bu yana en büyük iki fantezisi olan kamuculuğun yerine bireysel girişimin ve merkeziyetçiliğin yerine âdem-i merkeziyetçiliğin benimsenmesinin ancak bu tasfiyeyle mümkün olabileceğini söylemelerini dikkate almak gerekiyor; sürekli olarak söylediğimiz üzere, cumhuriyet ile Kürt hareketi aynı anda tasfiye edilmek isteniyor. Cumhuriyeti sahiplenme iddiasındaki Kemalist cenahtan tasfiye sürecine dair herhangi bir değerlendirme gelmemesi ise buradaki akıl tutulmasının sürüp gitmekte olduğunu gösteriyor.
Bu noktada ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu’nun newroz açıklaması Türkiye solunun meseleye nasıl bakması gerektiğini göstermesi açısından hayli önem taşıyor: “Şimdi özgürlüğün simgesi olan Newroz ateşinin yeniden alevleneceği bugünlerde Kürt sorununun çözümü emperyalist ülkelerin himayesinde Erbil’de yapılması düşünülen konferansta aranıyor. Kürt sorununun çözümü Ortadoğu’yu yeniden kendi çıkarları doğrultusunda dizayn eden ABD emperyalizminin ferasetine terk edilemez. Halkların eşit, özgür ve demokratik bir ülkede bir arada yaşama zihniyetinden uzak, gerçek anlamda demokratikleşmeyle savaş halinde olan AKP hükümeti, Kürt sorununun çözümünü de diğer sorunlarda olduğu gibi, sorunun muhataplarını iktidar olmanın olanaklarıyla tasfiye etmekte görüyor. Yeni gün anlamına gelen Newroz’da AKP hükümetine, bu yolun yol olmadığını, yeni Osmanlıcılık anlayışının bir parçası olan bu yaklaşımın ülkeyi büyük bir felakete sürükleme riski bulunduğunu hatırlatıyoruz.”