‘Dedin’ ‘demedim’ tartışması sürüyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Hasan Cemal dışındaki gazetecilere göre Federal Kürdistan Bölge yönetimine, anayasadaki adıyla hitap etti. Yani ‘Kürdistan’ dedi. O ‘Kürdistan’ der demez, kimi gazeteler söylemi manşetlere çıkardı. Tabunun kırıldığı yazılıp çizildi. Kürt sorununun tabu kırıcısı, barış kahramanı Gül’e övgüler dizildi. Her yerde bir ‘Kürdistan’ tartışması başladı ki sormayın gitsin, hani […]
‘Dedin’ ‘demedim’ tartışması sürüyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Hasan Cemal dışındaki gazetecilere göre Federal Kürdistan Bölge yönetimine, anayasadaki adıyla hitap etti.
Yani ‘Kürdistan’ dedi. O ‘Kürdistan’ der demez, kimi gazeteler söylemi manşetlere çıkardı. Tabunun kırıldığı yazılıp çizildi. Kürt sorununun tabu kırıcısı, barış kahramanı Gül’e övgüler dizildi.
Her yerde bir ‘Kürdistan’ tartışması başladı ki sormayın gitsin, hani ‘Kürdistan kuruldu’ deseniz ancak bu kadar sevinilirdi!
Kuşkusuz coğrafyaların isimlerinin reddi o coğrafyaya ait insanların kimliğinin reddi anlamına geliyor. ‘Kürdistan’ın reddi, Kürdün inkarının bir başka biçimde sürdürülmesi oluyor. 30 yıllık savaşın bu inkarın anlamsızlığını öğretememesi Türkiye’nin çok zor öğrenen bir devlet geleneğine sahip olduğunu gösteriyor. Bu embesil duruma gecikmeli de olsa son verilmesi anlamlı olurdu. Kaldı ki siz deseniz de demeseniz de o coğrafyanın adı buydu!
Ama Kürtlere ait doğruların kabulü bu ülkede ne varki zor gelişiyor.
Hatırlayın, bir süre önce Abant Platformu, Hewler toplantısında ‘Kürdistan’ ismini kulllanamadığı için bir sonuç bildirisi çıkaramamıştı. Düşünün Kürt sorununa çözüm ve barış aradığını savunan sivil bir platform dahi bu tanımı kullanamazken, inkarın sivil zihniyetlerdeki katı duvarını yeniden üretirken, bir Cumhurbaşkanı kalkıp ‘Kürdistan’ diyorsa bu önemsenebilirdi.
Hele hele bu ülkenin başbakanı planlamasına dahil oldukları ‘PKK’yi Kürtler eliyle tasfiye etme’ amacı taşıyan konferansa bile ‘Kürt Konferansı demeyelim’ itirazı ile ‘Kürt’ kelimesini dahi kullanmaktan imtina ederken, Gül’ün ‘Kürdistan’ lafını kullanması çelişkili de olsa, ‘Kürdistan’a bir devlet meşruluğu katabilirdi.
Kaldı ki ‘Kürdistan’ lafı AKP’yi destekleyen medyayı nasıl da bahtiyar etmiş, Bölge’de dibe vuran AKP’nin şansını seçimde bir nebze de olsa arttıracağı umut edilmişti.
Ama ne oldu?
Gül çıktı ve ‘Ben o ifadeyi kullanmadım’ deyiverdi! Onunla olan gazetecilerse dediğinde ısrarlı.
Peki ne oldu da Gül söyleminin inkarcısı oldu? Gül neden çark etti?
Korktu mu, yoksa hakikaten böyle bir şey demedi mi? Yoksa bu çözümsüzlüğü benimseyen bir politik geleneğin tanıdık bir ikrarı mı?
Korktuğunu sanmıyoruz, zira Türkiye’de Kürtçe meselesinde olduğu gibi Kürtlere ait olanın iktidara yasal, Kürde yasak olduğunu gösteren yeni bir gelenek var ortada. Tepkilerden hatırladığımız kadarı ile Gül söylemi nedeni ile herhangi bir siyasi lince de uğramadı.
Hakikaten böyle bir kavram kullanmadı mı? Biz yanındaki yazarların yalancısıyız: Kullandı!
O halde geriye tanıdık bir politik gelenek kalıyor. Bu gelenek hangisi acaba?
2005’in 12 Ağustosu’nda bir Diyarbakır gününü hatırlayın Lütfen. O gün Başbakan Tayyip Erdoğan, karşısındaki kitleye ‘Kürt sorunu vardır, bu sorun benim de sorunumdur, devlet hata yapmıştır’ diyordu. Bu söylem Türkiye’de ve Kürtler arasında çokça yankılandı ve çözüm adına güçlü bir başlangıç sayıldı. ‘Kürt realitesini tanıyorum’ diyen Demirel’den sonra Kürt sorununda çözüm umudu taşıyan ikinci kritik dönemeç sayıldı bu sözler. Kürtler o gün kendi aralarında ’10 yıl savaşıldı ‘Kürtler var’ dendi, 10 yıldan fazla savaşıldı ancak ‘Kürt sorunu var’ dendi, inşallah bir 10 yıl daha savaşılmadan bu sorunun bir de çözümü var denir’ biçiminde tartıştı. Erdoğan Kürtlerde yarattığı bu çözüm beklentisinin karşılığını, 22 temmuz 2007 seçimlerinde de ziyadesi ile aldı.
O gün Erdoğan’a çözüm için oy verenlerin bilmediği bir gerçek ise sonrasındaki hayal kırıklığının kaynağını oluşturdu.
O gerçeği dilerseniz biz hemen açıklayalım:
Erdoğan Diyarbakır meydanında yaptığı o konuşmadan kısa bir süre sonra ‘pişman’ oldu!
Evet yanlış duymadınız, Erdoğan, o gün sorunun adını ‘Kürt sorunu’ koyarak hata yaptığına inandı. Bu inancınıda Türkiye’nin ünlü gazetecilerinden biriyle paylaştı.
Ünlü konuşmasının üzerinden üç ay geçtikten sonra bu gazeteci arkadaşımıza Erdoğan ‘Biz o gün yanlış yaptık. Bu sorun, ekonomik, kültürel, sosyal bir sorundur’ dedi. Bu sözler karşısında şaşıran meslektaşımız, ‘ Sayın Başbakan işte Kürt sorunu, tam olarak şu anda sizin ifade ettiğiniz haldir. Buna açıkça ‘Kürt sorunu’ diyememe hali, sorunun kendisidir’ dedi!
Yani Erdoğan’ın sorunu adıyla sanıyla sahiplendiği ama asker korkusu ile bir daha dile almadığı tezinin hakikatle bir bağı bulunmuyor. Çünkü Erdoğan Diyarbakır’da söylediği sözden kendisi pişmanlık duydu!
Şimdi de Gül aynı şeyi yapıyor. Gül, ‘Kürt realitesi vardır’, ‘Kürt sorunu vardır’ diyenlerin sözlerinden dönme halinin tipik bir örneği olarak karşımızda duruyor. Kürt sorununda üçüncü önemli itiraf ve dönemeç böylece kaybedilmeye yakın duruyor. Kürt sorunu, itiraflarının inkarcısı olmayı tercih eden, sözlerinden çark eden siyasetçilerin eliyle çözümsüzlüğe zorlanıyor.