Kapitalizmin krizi, kriz içindeki Türk soluna ne kadar da iyi gelmişti. Teori, çifte su verilmiş çelik gibi parlamaya başlamış, kınından çıkartılan kavramların pası aceleyle alınmış ve… Ve daha “en sonuncu kavgamızdır” türküsü eşliğinde “haydi bre” demeye kalmadan – kara bahtım kör talihim işte- makara yeniden başa sarmasın mı? Ermeni açılımı, Kürt açılımı, Alevi açılımı ve […]
Kapitalizmin krizi, kriz içindeki Türk soluna ne kadar da iyi gelmişti. Teori, çifte su verilmiş çelik gibi parlamaya başlamış, kınından çıkartılan kavramların pası aceleyle alınmış ve… Ve daha “en sonuncu kavgamızdır” türküsü eşliğinde “haydi bre” demeye kalmadan – kara bahtım kör talihim işte- makara yeniden başa sarmasın mı? Ermeni açılımı, Kürt açılımı, Alevi açılımı ve tabi ki Ergenekon saçılımı derken, Türk solu gene eli böğründe kalakalmasın mı?
Siz bakmayın “eli böğründe” teriminin imlediği çaresizlik haline. Birbirini yeme noktasında sarf edilen enerjiye bakar mısınız? Açıla saçıla demokrasi mücadelesi verildiğini düşünen solcular yine sol içinde ırkçı, inkârcı, laikçi ve darbeci keşfine çıktılar. Bu keşifte yine arka plan dekoru dinci-liberal ittifak döşedi; üstelik bu kez salt analitik düzlemde de kalmadılar, solun “derin devlet” bağlantısına flaş haberlerle “kanıtlar” sundular. Zemin müsaittir diyerek birçok sol örgütü Ergenekon’a kurdurttular; yetmedi, Maraş ve Madımak “kıyam”ını da sola yıktılar. Gidişata bakılırsa 1977 1 Mayıs Katliamının da sola yazılması yakındır.
Arkadaşlar; siz birbirinizi yiye dururken bu topraklarda bir bütün olarak solun varlığı hedef tahtasına yatırılıyor, mazlumların başkaldırı tarihi, zorba dişlisinin tarihi olarak yeniden yazılıyor. “Ben değil dişli o!” diye yanınızdaki her işaret ettiğinizde, bu kalleş tarih yazımına iradeniz dışında katkıda bulunduğunuzu göremiyor musunuz?
…
Kapitalizmin krizine “2008 Sonbahar gündemiydi, geçti” muamelesi nasıl yapılır? Bu ne biçim Marksistlik? Son iki ayda işinden olan 250 bin işsize ve onların ev küfletine varıp soralım; gündemlerinde bu ay ne var? Sofralarında ne varsa o var! Adaletsizliğe duydukları öfke kendisine patlamalı akacak yol arıyor; göremiyor musunuz? Kolları sıvayıp o yolu emek-sermaye çelişkisinin terimleriyle döşemekten imtina et, sonra da geç karşılarına “emekçi sınıfları mobilize eden ırkçı gerici damardan” söz et.
…
Sola sınıflar mücadelesini unutturacak ne oluyor ki bu ülkede? Etnik ve dini kimliklere kamusal temsil alanı açılıyor! Bravo, bu kadar mı? Solcu sormaz mı, etnik ve dini kimliklere temsil alanı açılan kamudan son 30 yıldır ne çalınıyor, diye. Kamudan çalınanla kamuya açılanlar arasındaki bağı kurmaz mı? “Tamam, ama hiç yoktan iyidir” solculuğu olur mu? Sen emekçilerin yurttaşlık statüsünü elinden al, emekçileri kamusal alandan kov, sonra da Alevi olarak, Kürt olarak, (şimdilik sotede olsa da) tarz-ı İslami yaşam olarak, onları yeniden kamusal alana davet et. Solcular da “vay anasına, nasıl da demokratikleşiyoruz” diye size tempo tutsunlar. Böyle solculuk mu olur?
…
Yoksa bu heyecanın asıl sebebi Ergenekon hadisesi mi? Askeri vesayet rejiminde sona yaklaşıldığını mı düşünüyorsunuz? Profesör Baskı Oran’ın “demokrasi ihracı” kuramı sizi de mi ikna etti? Gerçi o kuramın “ihraççı ülke” adresinde ufak bir karışıklık meydana geldi, “temiz” eller AB yerine ABD’yi işaret etti, ama olsun, kendi içinde tutarlı vesselam. Öyle de, bunun solla ne alakası var? “Yerli egemenimle baş edemedim, gelip tepelesinler” diye el ovuşturmak solculuk ise Paris Komüncüleri -kaba kaçacak ama- keriz miydi?