“Bir savaş 25 yıl sürer mi?”. Aktütün karakolu baskınının ardından bu soru Türkiye’deki daha çok insanın aklını kurcalar hale geldi. Çok değil, 10 ay önce, Aralık ayında “inlerini başlarına işte böyle yıktık” diyerek filmleri dağıtılan “Sınır ötesi hava harekatı”nın ardından PKK’nin “Kuzey Irak”ta artık hareket edemeyecek hale getirildiği, bir “Büyükanıt” tarafından iddia edilmişken, 300-400 kişilik […]
“Bir savaş 25 yıl sürer mi?”.
Aktütün karakolu baskınının ardından bu soru Türkiye’deki daha çok insanın aklını kurcalar hale geldi.
Çok değil, 10 ay önce, Aralık ayında “inlerini başlarına işte böyle yıktık” diyerek filmleri dağıtılan “Sınır ötesi hava harekatı”nın ardından PKK’nin “Kuzey Irak”ta artık hareket edemeyecek hale getirildiği, bir “Büyükanıt” tarafından iddia edilmişken, 300-400 kişilik bir grubun, Türkiye sınırları içindeki bir noktayı neredeyse bir tam gün boyunca ateş altında tutabilecek bir saldırıyı gerçekleştirebilmesi, “asker sözüne” kayıtsız şartsız inanan “etrak-ı bila idrak”ı derinden sarstı.
Saldırıların ardından gündeme getirilen “önlem paketleri”, “bölge siyasetleri”nin hiçbir şeye yaramayacağını herkes biliyor.
20 yıldır ilk defa batının kahvehanelerinde, savaş politikalarını sorgulayan “emekli sohbetleri”ne kulak misafiri oluyorum.
Türkiye tarihinde 25 yıl süren bir savaş var mı?
Türkiye tarihinin benim bildiğim en uzun savaşı 1683’de başlayıp 1699’da Karlofça Anlaşması ile sona eren Osmanlı-Kutsal İttifak savaşı.
Türkiye tarihinde 25 yıl süren bir isyan var mı?
En uzun isyanlar, Sırp İsyanı (1804-15) ve Yunan İsyanı (1821-1829) 9-10 yıl sürmüş.
Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere 3 yıldan uzun süren bir Kürt isyanı da yok.
38. Kürt isyanı 24 yıldır sürüyor.
Tarihte sonsuza kadar süren bir savaş da yok; sonsuza kadar dinmeyen bir isyan da…
Savaş ve isyan “aklın bittiği yerde” başlar ama uzadıkça insanların aklını başına da getirir.
Bir savaş, savaşan taraflardan birinin savaşma iradesi ortadan kaldırılamıyorsa “barış”la sonuçlandırılır.
Bir isyan, isyancı güçlere boyun eğdirilemiyorsa “uzlaşma” ile sonuçlandırılır.
24 yıldır yaşadığımız kanlı çatışmaya ister “Kürt savaşı” adını verin ister “Kürt isyanı”, çözüme giden yolun “barış” ve “uzlaşma” kavramlarından geçmek zorunda olduğu ortada. Barış ve uzlaşma kavramlarına hakkını veren bir politik açılım geliştirmeksizin bu “kanlı çatışma”nın bitirilemeyeceği artık kabul edilmeli.
Evet, bu savaşta çok çocuğumuzu “şehit” verdik… Daha da çoğu “gazi” oldu; bedenen ve ruhen sakatlandı… Yaralandık…
Peki ama “biz” (Türkler) şehit verdiğimiz her savaşı “düşmanı bire kadar kırarak” mı sonuçlandırdık. Şehidimiz çok diye savaştığımız her “iç ve dış düşman”la sonsuza kadar düşman mı kaldık? “Dostumuz ve müttefikimiz İngiltere”nin donanma güçleri 16 Mart 1918’de İstanbul’da çay mı içiyorlardı? “Din kardeşlerimiz Araplar” 1916’da Fransızlara karşı mı isyan etmişlerdi?
İngiltere ile nasıl “barıştık”, İngiltere bizimle nasıl “barıştı”? Araplarla nasıl yeniden “kardeş” olduk; Araplar bizimle nasıl “kardeşleştiler”?
Rumlarla ve Ermenilerle bir türlü “kardeşleşememek”ten rahatsız olmayan aklı başında tek insan kaldı mı?
Barışmak için “kabul” etmemiz; uzlaşmak için “anlamamız” gerektiği ortada değil mi?
İster “Kürt savaşı” diyelim, ister “Kürt isyanı”… PKK’ye ister “milliyetçi-terör örgütü” diyelim, ister “ulusal kurtuluş savaşçısı”… Savaşın da isyanın da merkezindeki isim PKK’dir. Savaşan Kürdü “kabul” etmek “PKK gerçeğini” kabul etmeyi gerektirir; isyan eden Kürdü “anlamak” PKK gerçeğini anlamayı…
Barış veya uzlaşma ne derseniz deyin, bu kanlı çatışmaya son vermek için gerçeği gerçekten kabul etmeye, gerçeği gerçekten anlamaya ihtiyacımız var.
12 Ekim 2008