Kamu emekçileri adına toplu görüşmelerin yapıldığı şu günlerde sendikacıların “grev” sözcüğünü hiç hatırlamamaları oldukça düşündürücüdür. Sendikacılığın, sendikal hakkın kullanımının gereği olan grev gibi bir eylem yerine sendikacılarımız daha kolay, sorunsuz, pasif eylemlere yönelerek sorunları dile getirip, kamuoyunu etkileyip sonuç almak istemektedirler. Emek tarihi bize göstermektedir ki bu tür çabalar genelde beyhudedir. Bu tür pasif ve […]
Kamu emekçileri adına toplu görüşmelerin yapıldığı şu günlerde sendikacıların “grev” sözcüğünü hiç hatırlamamaları oldukça düşündürücüdür. Sendikacılığın, sendikal hakkın kullanımının gereği olan grev gibi bir eylem yerine sendikacılarımız daha kolay, sorunsuz, pasif eylemlere yönelerek sorunları dile getirip, kamuoyunu etkileyip sonuç almak istemektedirler. Emek tarihi bize göstermektedir ki bu tür çabalar genelde beyhudedir. Bu tür pasif ve etkisiz eylemler beyhude olduğu için sendikal örgütlenmenin ayrılmaz sonucu olan bir felsefeyi hatırlamakta yarar var: sendika hakkı, toplu sözleşme ve grevi de içeren toplu eylem haklarını kapsar. Yani, sendika denince, kaçınılmaz olarak toplu sözleşme ve grev hakkı akla gelmelidir. Ne yazık ki, sendikacılarımız sendikacının “daniskası” olmak istemediklerinden bu temel felsefi yaklaşımdan kaçınıp, kendilerini çok kurnazca adeta pozitif hukukun katı savunucularına dönüştürmektedirler. Kuşkusuz, bu tarzın, tutumun kamu emekçilerinin 1990’lı yıllarının başındaki tutum ve tarzı ile yakından, uzaktan ilgisi yoktur. Bu tarz ve tutum, muhafazakar kamu yöneticileri ile hukukçuların tutumudur, sendikacılara hiç ama hiç uymaz! Üstelik, uluslararası sözleşmelerde, mahkeme kararlarında sendikal hakların bölünmezliği temel ilke olarak benimsenmişken…
Uzun yazıların okunmayacağı kaygısından hareketle, biz bu yazıda, geçen yıl Sosyal Bilimler Kongresi’ne sunulmuş olan tebliğin Çalışma ve Toplum dergisinin 18. sayısında yayınlanmış halinden yararlanarak, sendika hakkı denince toplu sözleşme ve grev hakkının anlaşılması gerektiğini, bunun da mahkemelerce de güvence altına alınmış olduğunu ortaya koyacağız.[1]
“Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (UÇÖ) tüm sözleşmelerinin ‘üye’ ve ‘onaylayan’ devletlerce uygulanmasının denetimi konusunda yetkili olan organları, Sendika Özgürlüğü Komitesi [SÖK] ve Uzmanlar Komisyonu [UK] ile BM’nin İkiz Sözleşmelerinin uygulanmasını denetleyen organlarının [İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesinin] yanı sıra, 2007’de onayladığımız Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartının -ve aynı zamanda 1961 Sosyal Şartı’nın- denetim organı olan Sosyal Haklar Avrupa Komitesi de, yerleşik kararlarıyla pozitif hukukun dar ve sözel sınırlarını aşan ve sendikal hakların bölünmezliği tarihsel gerçeğini ve temel ilkesini doğrulayan bir yaklaşım benimsemişlerdir” (s.140-141). Kanıt diyecek sendikacı adayları için SÖK kararı: grev hakkı, sendika hakkının temel öğelerinden biridir”.[2] İkna olmayacaklar için Zimbabwe ile ilgili raporu hazırlayan Komite “taraf devletin, sözleşmenin 8. maddesine uygun olarak, kamu görevlilerine, öğretmenlere ve hasta bakıcılara sendikalaşma, toplu pazarlıklar ve grev yapmalarına olanak tanıyacak biçimde bir anayasal reform yapmasını tavsiye etmiştir”.[3] Hâlâ ikna olmayanlar ise belirtilen makaledeki zengin örneklere bakabilir. Kuşkusuz, bunu uzmanlarına bırakarak, “hele şunu okuyup, bana bir anlatın” şeklinde değil.[4]
Strazburg’daki İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) son dönemde aldığı kararlar ile sendika hakkının en anlama geldiğini açıkça ortaya koymuştur. Kamu çalışanlarının iç hukukta grev hakkı bulunan Birleşik Krallık’taki bir sorun nedeni ile şöyle bir vurgu yapma gereği duymuştur: “Mahkeme, hükümetle birlikte, gönüllü bir toplu pazarlık sisteminin özünün, işverence tanınmayan bir sendika için, kendisiyle sendikanın üyelerinin çıkarları için önemli olduğu kanısını taşıdığı sorunlar konusunda işvereni toplu pazarlığa oturmaya ikna etmek amacıyla, gerektiğinde grev eylemlerini de kapsamak üzere eylemler yapma olanağının bulunması olduğu düşüncesindedir. Üstelik, ücretlilerin çıkarlarını korumak için bir sendikaya üye olma hakkının özü, onların sendikalardan hak istemlerini işverenlerine iletmelerini ya da çıkarlarını koruma için kendi adlarına (toplu) eylemlere başvurmasını istemekte özgür olmalarını içerir. Eğer ücretliler bu olanaklardan yoksunsa, onların çıkarlarını savunması için bir sendikaya üye olma özgürlükleri aldatıcıdır.”[5]
Aslında Mahkemenin yukarıdaki görüşünden sona tartışılacak çok şey kalmamaktadır. Ancak pozitif hukukun sığlığı ve sözel yanının darlığına sığınanlar için bir de Türkiye’ye bakmak gerekmektedir. Karaçay Kararı ile Satılmış ve Diğerleri Kararı “toplu eylemler” ve “işi yavaşlatma toplu eylemi” ile ilgili olup, önemli bir kararlardır. Mesut Gülmez’in oldukça ayrıntılı olarak değerlendirdiği bu kararları burada özetlemek yeterli olamayacağından, önerimiz belirtilen makalenin satır satır okunması yönündedir.
“Toplu görüşme” orta oyununun sendikal haklar ve özgürlükler ile dalga geçmeğe dönüştüğü, farklı tepkileri dile getirenlerin argo konuşmadaki yeteneği ile bilinen Başbakan tarafından azarlandığı bir ortamda önerimiz, Başbakana uyup kendi işimizin daniskası olmaktır. Yani, sendikal örgütlenme özgürlüğünün, sendikal hakkın kullanılmasıdır, toplu görüşme orta oyununa son verilmesidir; kuşkusuz en önemlisi artık sendika kimliğine kavuşmasıdır. Elbette bu mücadeleci tarz, tutum emek tarihindeki saygın yerimizi almak için de gereklidir.
Dipnotlar:
1. Mesut Gülmez, “Sendika hakkı, Toplu Sözleşme ve Grevi de İçeren Toplu Eylem Haklarını Kapsar mı?” Çalışma ve Toplum, Sayı 18, 2008/3, s. 137-170. Kamu emekçilerinin sendika hakkını ilk kez dile getiren Prof. Dr. Mesut Gülmez, bir kez daha, kamu emekçilerine etkili mücadele yolu açıyor. Umarız, unutulmuş olan bu bilim emekçisi, bu vesile ile yeniden hatırlanır, sendikacılığın daniskasını yapmak için bir kez daha “baş tacı” edilir.
2. Kaynak: a.g.m.’deki 9 nolu dipnot.
3. Kaynak: a.g.m.’deki 14 nolu dipnot.
4. Sendika uzmanları meselesi başka bir yazının konusu olmak ile birlikte, özellikle kamu emekçileri sendikalarındaki sendika yöneticisi ile uzman arasındaki ilişki de sendikacılık açısından sorgulanmaya muhtaçtır. Çalışanın hakkını korumak için sendika yöneticisi olanlar, ne yazık ki bu temel ilkeyi unutup uzmanların çalışma koşulları konusunda oldukça “zalim” davranabilmektedirler. Uzmanlar neredeyse her şeyi yapan, 24 saat yöneticinin emrine amade çalışanlara dönüştürülmüştür. Bir başka yazıda sendika uzmanlarının çalışma koşulları ile uzmanların sendikadaki işlevlerine değineceğimizden şimdilik bu kısa not ile yetinmiş olalım.
5. Kaynak: a.g.m.’deki 31 nolu dipnot.