“…O zaman biz soru sormaya Zekeriya Öz’den başlayalım: 2500 sayfa iddianame düzenlediniz 20’ye yakın gizli tanığınız var ama devrimcilerin, Kürt’lerin başına gelen hiçbir şeyi ne kimseye sormuş ne de anlatmamışsınız! Niçin?” Ergenekon Operasyonu/iddianamesi ve AKP’ye açılan kapatma davası ile karakterize süreci anlamak için 5 yıl öncesine dönmemiz gerek: TBMM’de reddedilen 1 Mart Tezkeresi Türkiye’deki iki […]
“…O zaman biz soru sormaya Zekeriya Öz’den başlayalım: 2500 sayfa iddianame düzenlediniz 20’ye yakın gizli tanığınız var ama devrimcilerin, Kürt’lerin başına gelen hiçbir şeyi ne kimseye sormuş ne de anlatmamışsınız! Niçin?”
Ergenekon Operasyonu/iddianamesi ve AKP’ye açılan kapatma davası ile karakterize süreci anlamak için 5 yıl öncesine dönmemiz gerek:
TBMM’de reddedilen 1 Mart Tezkeresi Türkiye’deki iki ana siyasal akım açısından bir dönüm noktası oldu: Tezkere AKP’lilerin İslami ve Kürdi hassasiyetleriyle, Türk Ordusu’nun ulusal hassasiyetlerine çarpmış ve reddedilmişti. Kazadan herkes sorumluydu. Çok geçmeden sorumlular ABD’nin de yardımıyla gereken dersleri çıkardılar:
1-ABD’nin Ortadoğu’daki varlığı geçici değil kalıcıdır. Dolayısıyla Ortadoğu’nun en büyük ordusu da artık ABD ordusudur.
2-ABD’nin dünya hegemonyasıyla yeterince uyumlu olmayan bir TC için hayat zordur. Ortadoğu hegemonyasıyla uyumsuz bir TC içinse hayat çok çok zordur.
Demek ki her iki taraf da ABD’nin Ortadoğu planlarıyla uzlaşacaktı: AKP’nin anlaşması daha kolay oldu: Tek isteği ABD’nin içerdeki İslamcı siyasetine destek olması idi. Buna karşılık her şeyi vermeye hazırdı. Türk Ordusu ise Kürt sorunundaki inkar ve imha politikasına destek istiyordu. TSK ile anlaşmak daha zordu.
Muhtemel TSK-ABD-AKP pazarlıklarının ilk sonuçları geçen yıl alınmaya başlandı: Güney Kürdistan’daki (Kuzey Irak) PKK mevzileri kontrollü de olsa TSK operasyonlarının konusu haline geldi. Fakat hemen ertesi aylarda AKP’ye açılan kapatma davası, ABD tarafından ‘Türkiye’nin iç işi’ olarak nitelendi, Türk demokrasisinin laik niteliğine vurgu yapıldı.
Fakat pazarlık masasında hiçbir şey karşılıksız alınamaz.
Şimdi verme sırası TSK’de: TSK, Ergenekon operasyonu marifetiyle ulusalcı sivriliklerinden arınıyor, kerhen de olsa ABD’nin Kürt tezi’ne yakınlaşmanın yoluna bir taş daha döşeniyor.
Dün Öcalan’ı veren, bugün ‘PKK’lileri Güney Kürdistan’da olsalar bile bombalayın‘ diyen ABD, bırakın TC’nin Kerkük’le ilgili taleplerini Barzani’nin Talabani’nin bir köpeğini dahi TC’ye vermiyor. Çünkü ABD verebileceğinin azamisini zaten vermiş durumda.
TSK ise bu konjonktürde ABD’den alabileceğinin azamisini almış olmanın bilinciyle davranıyor : Ergenekon’a sessiz kalıyor. AKP’ye ve ona yedekli Türk-Kürt liberallere de bu ABD operasyonunu demokratikleşme diye pazarlama gayretkeşliği kalıyor.
Asıl konu şu: ‘TSK’nin asıl derdi PKK. PKK’ye karşı yürütülen/yürütülecek kapsamlı tasfiye hareketleri içinse ABD’yle anlaşmak zorunlu. PKK’den ABD de rahatsız ama anlaşma için TSK’den Irak’taki Federe Kürt Devleti’ne ‘evet’ demesini istiyor. TSK de bu ‘evet’i kerhen ve konjonktürel de olsa demekte olduğu için TSK’nin dolayısıyla da TC’nin ulusalcı sivriliklerinden arınması gerekiyor‘.
Şu anda olan konjonktürel ve kerhen bir arınma.
Bunun adı da AKP’nin ve AKP’ye yedekli liberallerin ağzında demokratikleşmek oluyor! Sakın arınanlar yıllardır halkın kanına zerk ettikleri şovenizm zehrinin Türk Halkı’nın iliğine kemiğine işlemiş olmasına güveniyor olmasın! Türkiye’de tek takiyeci AKP mi?
Türkiye’de düne kadar Kürt sorununda inkâr ve imhaya dayalı geleneksel devlet tezinden milim ödün vermeyen bir ordu, %47 oyun da ivmesiyle İslamcı siyasetini meşrulaştırmak için her yola başvuran bir hükümet vardı.
Ama bugün Türk Ordusu ulusalcı sivriliklerinden dolayısıyla da Kuzey Irak’a dair kırmızı çizgilerinden vazgeçiyor; karşılığında da 1-PKK’yi tasfiye çabalarını derinleştirme izni 2-AKP’nin kapatılmasına ABD nezdinde meşruiyet sağlıyor.
Bunun demokratikleşmeyle ne ilgisi var!?
Türk Ordusu’nun darbe planlaması gayrı meşru da MGK’da politika dikte etmesi meşru mu?
AKP karşıtı operasyonları meşru da sınır ötesi operasyonları meşru mu?
Türk Ordusu ulusalcı sivriliklerinden arınmış ama ABD’nin Ortadoğu planlarına katkı sunmaya daha hazır hale geldiğinde daha mı demokratik olmuş oluyor?
Bugün pek beğendiğiniz Hilmi Özkök daha dün Kürtler için ‘sözde vatandaş’ demiyor muydu? Düşüncesi değişti mi?
PKK’siz bir Kürt sorunumuz olduğunda daha mı demokratik olacağız? Yoksa Barzani PKK’den daha mı demokrat?
Türk liberalleri ‘farklı çözüm’ konseptleri olduğunu iddia ediyorlarsa Zekeriya Öz’ün gizli tanıklarından önce JİTEM’in tetikçisi Abdulkadir Aygan’a ve daha nice benzer ifadeye kulak versinler.
Ergenekon İddianamesinden demokratikleşme ve hukuk umanların gerçek bir demokratikleşmeye kapı aralamaları için önce yukarıdaki ve aşağıdaki sorulara cevap vermeleri ardından da devrimcilere, Kürt’lere çamur atmaktan vazgeçmeleri gerek.
Kuşkusuz herhangi bir karanlık olayın, herhangi bir suikastın, herhangi bir provokasyonun aydınlatılması demokratikleşmeye katkıdır. Ama baştan aşağı aydınlatılıyorsa katkıdır. Aşağısı yarım yamalak aydınlatılır, ‘baş‘ı karanlık hatta gri bırakılırsa bunun adı demokratikleşme değil göz boyamadır.
‘Kimi paşalar darbe planı yapmış‘ gibi bir malumu ilan etmek ne zamandır demokratikleşme oldu? Bütün dünya bilir ki; paşalar 1000 yıldır darbe planları koltukaltlarında gezerler bu ülkede. Malumu ilan edip ardından sadece üç emekli generali tutuklamak ama görevdeki hiçbir generale dokunmamak demokratikleşmek midir? Göz boyamak mıdır?
Susurluk sonrasında da emekli subaylardan polislerden tutuklananlar hatta mahkûm olanlar oldu? Demokratikleşmiş miydik?
Sizce Türk genelkurmayı her zaman ‘darbe planı’ olarak nitelenebilecek kimi planlar yapar mı yapmaz mı? Bu planlar kasalarda mı saklanır, masalarda mı durur?!
Demek ‘darbe planlanmış, planlayanlar da emekli olmuş, halen muvazzaf olanlar hiç işin içinde değilmiş!?‘.
Demek faili meçhul cinayetler işlenmiş, suikastlar yapılmış, kitle eylemlerine provokatif saldırılar düzenlenmiş ama hep emekli subayların işiymiş. Ne muvazzaf subaylardan ne muvazzaf polislerden hiç kimse bu işlerin içinde yokmuş. Emekli polislerden hiç kimse yokmuş?!
Biz zannediyorduk ki karşıda Kürtler ve Komünistler varsa bütün ‘rutin dışı‘ işler asker polis el ele kotarılır. Demek değilmiş, biz yanılıyormuşuz?!
Bu sürecin failinin de mağdurunun da, tüm taraflarının üzerinde uzlaştığı ve sonuna kadar gitmek istediği tek ortak amaç var: PKK’yi silahsızlandırmak ve ardından Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ni tasfiye etmek.
Tutuklu paşalar da AKP karşıtı faaliyetleri nedeniyle tutuklandıkları zehabına kapılıp üzülmesinler. Türkiye’de onları böyle bir nedenle tutuklatabilecek savcı da tutuklayabilecek mahkeme de yoktur. Müsterih olabilirler: Türk Ordusu soğuk savaş döneminde yürüttüğü ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu görevine yeniden dönüyor, ama bu kez Kürt Düşmanı kimliğine ABD nezdinde avantajlar sağlama, bu kimliği konjonktüre uyarlama gayesiyle. Paşaların başına gelenler bunun için ödenen küçük bir diyetten başka bir şey değil.
Tek sorun Barzani ve Talabani’ye bir müddet daha tahammül edecekler, ta ki hava tüm Kürtler için yeniden puslanana kadar.
Şimdiden uyaralım: Kimse üç general ‘AKP’yi devirmeye teşebbüsten yargılandı diye sosyalistleri, Barzani’li Talabani’li ama PKK’siz bir Kürdistan’ın Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlayacağı tezine inandırmaya kalkmasın…”
Tamam, ‘darbelere hayır’ diyorsunuz. Fai
li meçhul cinayetlere, cezaevi katliamlarına, devrimcilerin Kürtlerin sorgusuz sualsiz gözaltına alınmasına, gündüz gözü sokak ortasında işkence edilmesine ne diyorsunuz? Sizin darbe dediğiniz şeylerin tamamı 28 yıldır devrimcilerin Kürt’lerin başında. Biliyorum, bunları da onaylamıyorsunuz.
Biz Türkiye’deki AKP karşıtlığındaki yer yer ciddi antidemokratik niteliği, hatta ABD karşıtlığındaki ciddi şovenist niteliği falan biliyoruz. Biz de bu davaya müdahil olmak ve sormak istiyoruz ama sadece AKP karşıtı işleri değil!
Biz Şener Eruygur, Veli Küçük, Hurşit Tolon ve bilumum muvazzaf, emekli şürekasına ve eski yeni mesai arkadaşları polis şeflerine sadece bir büyük soru sormak istiyoruz:
Bizim arkadaşlarımızı ve Kürt dostlarımızı kimler nasıl katletti? Her birini tek tek isim isim sormak ve her biri için kimlerin emir verdiğinden, bu emirlerden kimlerin haberi olduğuna, 1000 operasyonun, rutin dışı işlerin nerelerde planlanıp, kimler tarafından yürütüldüğüne kadar her şeyi sormak ve öğrenmek istiyoruz.
Em. Albay Ali Öz’e Hrant Dink suikastiyle ilgili soruyorsunuz ya! Ek soru sormak ister misiniz? (Eminim Hrant Dink de yaşasaydı ilk soracağı sorulardan biri olurdu): “26 Eylül 1999’da Ulucanlar cezaevi hamamında kimler vardı, kimden emir aldılar?”
O zaman biz soru sormaya Zekeriya Öz’den başlayalım: 2500 sayfa iddianame düzenlediniz 20’ye yakın gizli tanığınız var ama devrimcilerin, Kürt’lerin başına gelen hiçbir şeyi ne kimseye sormuş ne de anlatmışsınız! Niçin?