Azla yetinmesini bilen bir toplumuz. Azla doyar, azla mutlu oluruz. Bunun nedeni ise akilliğimiz değil, fukaralığımız. O kadar yokluk çekmişiz ve çekiyoruz ki en ufak bir varlık kırıntısı bile zifiri karanlıkta parlayan bir kibrit çöpünün yaydığı aydınlık gibi gelir gözümüze. Düşünün hele; hem bizim bugünkü hayatımızı hem de çocuklarımızın geleceğini olumsuz etkileyecek onca kanun gözlerimizin […]
Azla yetinmesini bilen bir toplumuz. Azla doyar, azla mutlu oluruz. Bunun nedeni ise akilliğimiz değil, fukaralığımız. O kadar yokluk çekmişiz ve çekiyoruz ki en ufak bir varlık kırıntısı bile zifiri karanlıkta parlayan bir kibrit çöpünün yaydığı aydınlık gibi gelir gözümüze.
Düşünün hele; hem bizim bugünkü hayatımızı hem de çocuklarımızın geleceğini olumsuz etkileyecek onca kanun gözlerimizin önünde ardı sıra çıkarken yasama denen meclisten; yaşamı eziyete dönüştürecek uygulamalara mahkûm ederlerken bizi; zaten ancak tadımlık alabildiğimiz birçok ürüne zam üstüne zam yağdırılıp bizden tümden uzaklaştırılırken yeterince sesimizi çıkarmayıp ekmek zammında ise kıyametleri koparışımızı. Düşünmesin boşuna varsıllar, anlamaz elbet bunu. Ya biz yoksullar?
Ekmeği nimet bellemişiz. Ekmek parasına gün boyu ter akıtırız. Ekmek kavgasına sevdiklerimizi bırakıp sılada, gurbet ele çıkarız bir başımıza. Sokakta atılmış bir parça ekmeği görsek hemen onu yerden kaldırır, mikroplu olup olmadığına aldırmaksızın öper, alnımıza koyar yüksek bir yere kaldırırız. Soframızın tahtını da hep ona ayırmışız. Ve ne bulunursa bulunsun soframızda ilk önce ona gider elimiz. Zira varsılların aksine soframızın temel gıdasıdır ekmek. Diğerleri ise ekmeğe tat vermek için ona sürülen ya da arasına konulan tali gıdalardır bizim için. Bunların tali olmalarının nedeni ise damak tadımızdan değil, onları yeterince bulamayışımızdandır. Bu yüzden en zengin ve en leziz sofralarımız ekmek arası yediklerimizdir: Ekmek arası bal, ekmek arası tereyağı, bol zerzevatlı az katkılı ekmek arası kavurma, ekmek arası balık…
Bu yokluktan kaynaklı ekmek arası sofra kültürü öyle bir alışkanlık yaratmış ki bizde yaşamı da yaşama dair taleplerimizi de ekmek arasına sokar olmuşuz. Ekmek arası düşünür, ekmek arası düşler kurarız. Ekmek arası okur, ekmek arası değerlendirmeler yapar, ekmek arası yazarız. Ekmek arası aşklar yaşar, ekmek arası sevişiriz. Ekmek arası başarılar bizi mutluluktan uçurur; ekmek arası sevgi ve ilgi bizi başka dünyalara götürür; maaşlarımıza yapılan ekmek arası zamla avunur; ekmek arası demokrasiye kuyruk bile oluruz.
Elbette ki mukadderat değil bu yoksulluk, siyasal tercihlerimizin bir sonucu. Ve bu yoksul çoğunluk olan bizler kendi iktidarımızı kurmak yerine hep bin bir umutla varsıl temsilcileri seçip başa getirdik. Bu şekilde ülke yönetiminin kendi ellerimizde, moda değimle “egemenliğin şartsız koşulsuz kendimizde olduğu” yanılsamasına kaptırdık kendimizi ve hala kaptırmaktayız yazık ki. Seçilenler de biz yoksulların dertlerine derman olmak yerine -ki böyle bir dertleri zaten hiçbir zaman olmadı- hep umut aşıladılar bize. Aldıkları kararlarla ve yaptıkları uygulamalarla her geçen gün daha da küçülttüler ekmeğimizi. Küçüldükçe ekmeğimiz, onlardan hesap soracağımıza sadakalarına mahkûm olduk. Sadakalara sarıldıkça daha da bir sadık olduk bize sadık kalmayanlara. Aynı filmi değişik sinemalarda defalarca seyretmemize rağmen gittiğimiz her sinemada tekrar tekrar seyrettiğimiz bu filmin sonunun değişmesini bekledik bin bir umutla. Ama nafile.
Nafile çünkü kilo yapar kaygısıyla sofralarına ekmek koymayanlar, ekmek parasına ter akıtmayanlar anlamaz kavgamızı. Ne türban doyuruyor bizi oysa ne laiklik. Ne muhalefetin hamasi nutuklar ne iktidarın alayımsı konuşmaları… Ne Ergenekon ne AKP davası bizim kavgamız. Bizim kavgamız hepsinin ötesinde ekmek kavgası. Ve ancak biz ve bizim gibiler anlar bunu. Ve şimdi titreyip kendimize gelme zamanı. Şunun bunun taraftarı olmayı bir kenara bırakıp ekmeğimizi büyütmenin kavgasını vermeliğiz. Dağıtılan sadakaları elimizin tersiyle itip bir kenara kendi göbek bağımızı taşla da olsa kesmeye kendimiz talip olmalıyız. Kendimizle ilgili ilk ve son sözü kendimiz söylemeliyiz. Bunun için ne mi gerekiyor? Birbirimizden haberdar olmak ve kenetlenmek. Sinema salonlarını değil, filmi değiştirmek. Kendi filmimizde kendimiz oynamak ve kendi filmimizi kendimiz çekmek.