Doğruyu söylediklerini, gerçekleri yansıttıklarına ilişkin yemin etseler günaha girmezler. Gözleri bağlı filin bir yerlerini tutup dokundukları yere göre doğruyu tanımlayan insanlar gibiler. Bilim adına, gazetecilik adına, insanlık adına utanç verici, toplumu yanıltıcı, gerçekleri çarpıtıcı, en acısı toplumsal gelişmeye bile bile zarar vermek oluyor. Kirli çıkarlar, popüler olma adına aydın geçinen insana hiç mi hiç yakışmıyor… […]
Doğruyu söylediklerini, gerçekleri yansıttıklarına ilişkin yemin etseler günaha girmezler. Gözleri bağlı filin bir yerlerini tutup dokundukları yere göre doğruyu tanımlayan insanlar gibiler. Bilim adına, gazetecilik adına, insanlık adına utanç verici, toplumu yanıltıcı, gerçekleri çarpıtıcı, en acısı toplumsal gelişmeye bile bile zarar vermek oluyor. Kirli çıkarlar, popüler olma adına aydın geçinen insana hiç mi hiç yakışmıyor…
Türkiye’de eğitim düzeyi ortalaması 3.5 yılda kalmışken, eğitimde kalite geriye giderken, işsizlik, kayıt dışı üretim patlarken, yatırımlar nüfus patlaması ile ters orantılı azalırken, yoksullaşma, yoksunlaşma, gelir paylaşımında eşitsizlik patlamışken.. bilimsel gerçeklik adına gerçekleri tersyüz etme hak olabilir mi? Neymiş efendim; Türkiye ekonomik olarak büyüyor, orta sınıf gelişiyor, fırsat eşitliği yaygınlaşıyor, köyden kente göçle birlikte halk çoğunluğu egemen kültürü ile görünür oluyor, devleti, iktidar çarklarını ellerinde tutan burjuvalar ve aydınlar da ayakların baş olmasından, halkın toplumsal, siyasal yaşama el koymasından rahatsız oluyorlarmış..
Türkiye’deki cepheleşmenin, laikler-AKP iktidarı, türban-derin devlet çatışmasının özeti buymuş. Bir adım ileriye halkın demokrasi çarklarını ele geçirmesi, demokratik olmayan Kemalistleri, tutucu aydınları çıldırtıyormuş. Savaş, halk adına siyaseti ele geçirenler, onlara oy veren çoğunluk ile demokratik olmayan, laikliğe sığınmış askerler, bürokratlar arasındaymış.. Türkiye’nin gelişmesi darbeler, bazen de onlar kadar etkin derin devlet projeleri, yargı kararları ile kesilip duruyormuş..
Sorosçu, Fethullahçı fonlardan beslenen örgütlenmeler, aydın geçinen bireyler, AKP’ci kadroların ortak korosundan çıkan seslerin elbette çok doğru saptamaları da var; Türkiye, köyden kente çok hızlı göçle bağlantılı çok hızlı değişim yaşadı. Terör eksenli savaş, tarımın emperyalist odaklar bağlantılı çökertilmesinin, köylerde ölüm ya da açlık tehdidi altında yaşanamamasının ürünü bu hızlandırılmış göç, keşke olumlu yönlendirilebilseydi. Siyaset, keşke gecekondulaşmadan da çok daha vahşi koşullarda gerçekleşen varoşların oluşumunda insan eksenli politikalar üretebilseydi. Keşke işvereni bile kayıt dışı ekonomide odaklanmış bu nüfus patlaması, düzenli işi olan sigortalı, sendikalı işçiyi üretebilseydi..
***
Yere göğe koyamadıkları Özalizm, şimdilerde Erdoğanizmin serbest piyasa düzeni kutsamasında, insan için ekonomiye, yatırımlara sırt çevrilince, emperyalizm çıkarları, örgütlerinin emrinde ülke kaynakları tüketilip her değer, her şey satılık olunca.. Patlama, işsizlik, kölelik, sosyal damping, sadaka düzeninde, açlıkla terbiye koşullarında yaşandı. Bir zamanların sendikalı işçileri ekseninde sınırlı da olsa gelişmekte olan gecekondu yaşamı ayakta tutulabilseydi. Varoşlarda toplumsal gelişme, sosyal arayışlar, sol örgütlenmeler de olabilirdi. Varoşlarda sadece ve sadece, ırk ve din, yetmedi aşiret, tarikat, hemşerilik, mafya ekseninde örgütlenmeler, cepheleşmeler, ayrımcılıklar kol geziyor.. Önünü görebilen gerçek, dürüst aydınlar, sosyal bilimcilerin de altını çizdikleri gibi AKP varoşlarda işte bu yoksulluk ve yoksunluk, sadaka düzeninde, aşiret, tarikat sarmalında din üzerinden yaptığı siyasetle oy toplayıp duruyor..
Ne büyük trajedi ve çelişkidir ki, kültürler çatışması, yaşam pratiğinde İslam düşmanlığı üzerine, teoride radikal İslama, teröre karşı oturtulmuş emperyal çıkarlar savaşlarında, işgallerde, en ağır bedeli İslam dünyası öderken kanlı petrolün önlenemez fiyat yükselişi üzerine oturtulmuş bugünkü piyasa düzeninin çıkarlarında, yine Türkiye’ye yeni bir rol biçiliyor. İslam dünyasında laik, demokratik Cumhuriyetin tek örneği olan rejim, sivil darbe ile ılımlı İslam cumhuriyetine dönüştürülmek isteniyor..
Çok doğru; 12 Mart, hele de 12 Eylül askeri darbeleri, emperyal çıkarlar düzeninin Türkiye’ye biçtikleri rolün oynatılmasında, çağdaşlaşma, demokratikleşme yolunda kırılma noktalarını oluşturdular. 1961 Anayasası, 63 yasaları ile gelen çağdaş demokratik açılımların, örgütlenmelerin yolunu kesmek, solu silindir gibi ezmek işlevleri ile de yetinilmedi. 24 Ocak kararları benzeri sayısız Dünya Bankası, IMF reçetleri ile Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal gelişimi geriye püskürtüldü.
Temel hak ve özgürlükleri, insan haklarını ayaklar altına alan 12 Eylül düzeni, ne ilginçtir ki, Türkiye’de ılımlısı-radikali, dinci-ırkçı ayrımcılıkların siyasal yapılanmaları, örgütlenmelerinin önünü açtı.. Şimdi birileri, bilim adına karşımıza çıkıp türban üzerinden yapılan cepheleşme, Türkiye’nin rejimini değiştirme savaşımının, halkın demokrasiyi öğrenmesi, kullanması, siyasallaşması olduğunu utanmadan savunabiliyorlar. Tapındıkları emperyal güç sözcüleri, ABD, AB’liler onlardan daha dürüst ve cesur olarak Türkiye’ye radikal İslam karşısında ılımlı İslam donunu biçtiklerini söyleyebiliyorlar..