Sorulmaması gereken sorular kimliklerin sınırlarını çizer. Bu sorular, iktidar ve birey arasında kendilerinden ne kadar feda etmeye razı olduklarını belirten yazısız sözsüz bir anlaşmadır. Sorabildiğin sorular ise senin kimliğini çizer. Bu sorular iktidarın karşısında onunla hesaplaşılabildiği kadar kimliğimize eklenir. Eğitim bu hesaplaşmanın alanıdır. Her ne kadar iktidarın kontrolünde olsa da eğer şanslıysa birey için eğitimin […]
Sorulmaması gereken sorular kimliklerin sınırlarını çizer. Bu sorular, iktidar ve birey arasında kendilerinden ne kadar feda etmeye razı olduklarını belirten yazısız sözsüz bir anlaşmadır. Sorabildiğin sorular ise senin kimliğini çizer. Bu sorular iktidarın karşısında onunla hesaplaşılabildiği kadar kimliğimize eklenir. Eğitim bu hesaplaşmanın alanıdır. Her ne kadar iktidarın kontrolünde olsa da eğer şanslıysa birey için eğitimin insancıl boyutlarını da bulabileceği ve özgürlüğünü yaratabileceği bir deneyimdir de.
Eğitim sadece tek bir devlet ideolojisinin tek yönlü aktarımından öte bütün iktidar ilişkilerinin içinde yer alan bir yönlendirme, benzetme, ehlileştirme ve tanıma stratejisidir. Eşitsizliğin olduğu her toplum yapısında eğitim yönetme isteğiyle sıkı ilişkiler içerisindedir. Bu bakımdan, günlük yaşamdaki bütün insan ilişkilerinin merkezindeki ortaklaşma duygusu aslında sürekli bir eğitimin sonucudur. İki insanın birbirlerine verdikleri sürekli bir eğitim, sürekli yargılar bütünü, bir insanın diğerine sahip olmasının metodudur. Özgürleştiren, ifadeyi ve anlayışı geliştiren kurumsallaşmış bir eğitim yapısı ancak iki insan arasındaki karşılıklı eğitimin sahiplenme, yönetme mekanizmasına dönüşmesini engelleyebilir.
Kimlik üretimi her şeyden önce farklılaşmaya cesaret edebilmektir. Söylediklerinin acemice ve aptalca, kuşkularla ve yanlışlarla dolu olabileceğini bilerek sahiplenmektir. Kendi öz üretimini sahiplenmektir. Zihinde oluşan renklerin, seslerin, yazıların, dokunuşların bilinçle yeniden yorumlanabilmesi insanın üretiminin özgürleşmesinin yoludur. İmgelerin yeniden yaratımında ustalaşma insanın kendi kimliğini bulması, kendi potansiyeline ulaşmasıdır. Kısaca, ürün farklılaştığı ölçüde, yaratıcılığı ve üreticisinin kimliğini barındırabildiği ölçüde değerlidir.
Şunları çok duyduk: Kürtlere anadilde eğitim hakkı tanınırsa, Çerkezler de, Lazlar da, Ermeniler de, Araplar da, Rumlar da istermiş. Egemenlerin, sistem mühendislerinin boş suratlarında gizlenen cahil bir korku, bir çekince değil bir yönetme erkinin sınanmış, onanmış, kemikleşmiş politikasıdır. Homojenlik her şeyden önce daha kolay yönetilebilirliği sağlar. Bu homojenleştirme bu kontrol mekanizması sadece etnik kimlikler bağlamında uygulanabilir kalmamalı ama bireylere kadar indirilmelidir. İktidar kendi resmini, kendi görünürlüğünü geniş kalıplar içinde inşa eder: milliyet, din, dil gibi, ama kendini en dar kalıplarda gerçekleştirir, etkin kılar: Bireyin özgürlüğünde, isteklerinde, düşündüklerinde, duygularında.
Birey üzerinde hegemonya kurulabilmesi bireyin iyi tanımlanmasına bağlıdır. Ailesi, dini, dili, ırkının ötesinde ilgileri, hisleri, zekası, hırsı, kıskançlığı, sevgisi de ölçülebilir, kategorilenip, tartılabilir olmalıdır. Şiddeti öven toplumda güçsüz çocuklar ama aynı zamanda iyi çocuklar, narin çocuklar, içine kapanıklar, hayalciler hayatlarının ilk yenilgilerini tadarlar. İyilikleri görünmez eller tarafından tartılır, sorgulanır, yargılanır. Şiddet kendini en saf halleriyle var etmenin olanaklarını çocukluğun hoyrat dinamizminde bulurken, şefkat büyüklerin belirlediği ritüellerde var olabilir.
Cinsel eşitsizlikçi aile yapısı, çocukların karşı cinsle ilişkilerinin şekillenmesinde, cinse özgü davranış kalıplarının kazanılmasında rol oynar. Cinsel yakınlaşmanın ve cinsel ifadenin utanılırlığı sonraları agresyonla kendini dışarı vurana kadar bir baskı aracı olarak kalır. Cinsellik de iktidar için kendi üretim çarkına paralel olarak gelişmesi gereken, rol paylaşımlarının yapıldığı ve bu rollere denk düşmeyen cinsel kimliklerin cezalandırıldığı bir alandır. Çocuk ailesine ait olanı korumayı ve kendini riske atacak sistem dışı arayışlardan korunmayı aile içerisinde öğrenir.
“Ali ata bak” bir eğitim sisteminin onlarca yıllık birikiminin sonucu mükemmel öğretici bir cümle midir? Yoksa farklı nesillerin çocukluk yıllarını ortaklaştırabilmiş bir strateji midir? İlkokul öğrencilerinin yaptıkları resimler, yazdıkları hikayeler kendilerine dair en samimi ve basit aktarımlar çoğu kez kağıt yığınlarının arasında kaybolur. Kendi seyircisini, okuyucusunu bulamaz. Sistem kişisel tarih yazımının bu ilkel unsurlarını değersiz bulur. Her değerlendirme, öğretmenin sınıfta yücelmiş varlığı tarafından yapıldığında değerlidir. Yaratıcılık farklı bir dünyanın insanı (öğretmen) tarafından tartılır ve notlanır. Farklılıklar giderilir, giderilemeyenler 0 alır.
Öğrencilerin önlükleri, sıraları, pabuçları, çantaları ve genel olarak tüm tek tiplileşmeleri ve ortaklaşmaları onları farklı olanı kolayca tanıyıp, yargılayan bir mekanizma haline dönüştürmüştür. Abisinden kalma lacivert önlüğü giymek, köyünden yazın getirdiği peyniri beslenmesine koymak hep ötekiyi yaratma potansiyelini taşır. Ve bu ötekileştirme sistemli bir şekilde etnik, ekonomik, cinsel ve psikolojik daha büyük ölçekte bir dışlanmanın tohumudur.
En öne oturmak çalışkanlığın göstergesidir. Ama aynı zamanda en çok göz önünde olmanın, öğretmenin otoritesine en fazla baş eğişin ve kurallara uyacağına dair verilen bir sözün de ifadesidir. Ve bu tutum çalışkanlık maskesi altında özendirilir. Bu özendirme daha büyük iktidarlar karşısında daha büyük disiplinler için bir hazırlıktır. Sınıfın tembelleri en arkada, herkesin sırtını dönmesinin yalnızlığı içinde arkadaşlarına sataşarak kendi özgürlük alanlarının sınırlarını keşfederler. Bir topluluğun içindeki dışlanmışlar için yarattığı bir “suç işleme özgürlüğü alanı” olmalı ne de olsa.
İktidarın elde ettiği homojen toplum eğitimin sadece ilk aşamasıdır. Sınavlar sistemin analitik, istatiksel veri üretimine bireyi doğrudan dahil eder. Birey kendi yatkınlıklarını, kapasitesini, ilgilerini, dalgınlığını işaretlediği kağıda içinde bulunduğu topluluğa göre karşılaştırılabilir konumunu da işaretlemektedir. Bu veri sayesinde birey iktidarın ihtiyaç duyduğu kategoriye yerleştirilecektir. Bu kategoriler sadece sınavlarla yerleşilebilecek memurlukları değil, yankesicileri, orospuları, katilleri, polisleri ve siyasetçileri de kapsar. Hepsi yeni bir iktidar ilişkisi dahilinde disipline olurlar.
Sınav geleceğe dayalı bir güvensizlik perspektifini de ortaya atarak sınıf içerisinde mutlak otoriteyi sağlar. Açık bir şekilde rekabete sevk eder. Tek bir amaçta ortaklaşmış öğrencilerin yaşadıkları süreç sınav sisteminin iktidar açısından mutlak başarısıdır. Ezber de bu sınav sisteminin aracıdır. Farklılaşan yorumlar, kontrol edilemez sonuçlar doğurur.
Bir bilginin birey tarafından sahiplenebilmesinin tek yolu onun yeniden üretimidir. Her test sorusu kendi içinde bilgisel ve zamansal olarak bir bütünlüğü temsil eder. 1 dakkanın içine sıkıştırılmış, kesin, kapsayıcı, ölçücü, eksiksiz bilgi birimidir. Bu bilgi sık işaretlendiğinde tüketilmiş olur, görevini tamamlar. Başka sorular sordurtma cesaretini göstermez.
ÖSS üç saatlik bir bilgi gösterisinin değerlendirilmesi değil, insanın tüm yaşamının değerlendirilmesidir. Yaşamında öğrendiklerinin değil ama bütün sapmalarının değerlendirilmesidir. Normlara uygun olmayan her kimlik öğesinin tespit edilip, tanımlandığı ve cezalandırıldığı bir değerlendirmedir. Bu normlar iktidar yapısının meşruiyetini onaylayan insanı ifade eder. Dışında kalan her türlü etnik kimlik, cinsel kimlik, ekonomik kimlik ve psikolojik kimlik ÖSS’yi kazanamayan kitleyi oluşturur.
Anadilde eğitim hakkına sahip olm
ayan halkların insanları belki ilk gençlik yıllarında öğrendikleri bir dili en ince ve saçma detaylarına kadar öğrenmeye zorlanmaktadır. Tek kültürcü yaklaşım, Türk-İslam tarihine, metropol yaşamına dair sorularla da pekiştirilmektedir. Tarih dersinin bir savaşlar tarihi olması, kadının devlet işleyişini bozan karakterinin kullanılması, satır aralarındaki Türk çekirdek ailesinin mesut hayatı, ÖSS’nin cinsiyetçi yapısına örneklerdir. ÖSS psikolojileri de yargılamaktadır. Dalgın ve hayalci olmak soru başına 1 dakka mantığıyla uyuşmaz. Telaşlı olmak, kötü bir yaşantı, hüzün, aşk bunlar da kaybettirir. Makineleşmiş bir beden ve ruh en az yanlışı çıkarır.
ÖSS bilgiden, birikimden, zekadan, anlayıştan ziyade bir ezber hız ve disiplin sınavı olduğu için dershaneler insanlara bu özellikleri kazandıracak sömürü araçları olarak çıkmışlardır. Ulaşım, kitaplar, sınav ücretleri gibi ayrıca masraflar da eklenince sınava girmek büyük bir gençlik kitlesi için imkansızlaşmakta. Özel okullar, özel hocalar da bu eşitsizliğin tuzu biberi.
Gençlik insanın potansiyelini, yaratıcılığını ortaya koyabileceği, kendi kimliğini özgürce oluşturacağı ve ifade edebileceği, insanlarla daha sağlam anlayışlara, iletişime ulaşabileceği bir eğitimin mücadelesini veriyor. Çocukluğun ve gençliğin yaşamla bağlantısını disiplin ritüellerine, anlamsız bilgi yığıntılarını ezberlemeye indirgeyen bir eğitim istemiyoruz. Egemen güçlerin parayla, yalanlarla dönen üretim çarklarında kimliksizleşmek, araçlaşmak istemiyoruz. Eşit, parasız, demokratik, nitelikli, insanca eğitim için gençlik savaşıyor.