Başkan Nicolas Sarkozy, Afganistan’a, bu “gücü tükenmiş devlete”, ek asker göndereceğini açıkladı. Bu tırmanışa kuşkusuz halkın büyük bir çoğunluğu karşı olduğu için, Fransa’da bu konuda herhangi bir reel tartışma açılmadı. Jean-Dominique Merchet, “Secret Défense” internet sayfasında bize gerçek sayıları veriyor: “Fransa Afganistan’a binden fazla asker gönderecek”. Bildirilen 700 kişi. Ama eklenmesi gereken başka sayılar var: […]
Başkan Nicolas Sarkozy, Afganistan’a, bu “gücü tükenmiş devlete”, ek asker göndereceğini açıkladı. Bu tırmanışa kuşkusuz halkın büyük bir çoğunluğu karşı olduğu için, Fransa’da bu konuda herhangi bir reel tartışma açılmadı.
Jean-Dominique Merchet, “Secret Défense” internet sayfasında bize gerçek sayıları veriyor: “Fransa Afganistan’a binden fazla asker gönderecek”. Bildirilen 700 kişi. Ama eklenmesi gereken başka sayılar var:
“Fransa Ağustos ayında ikinci kez Merkez Bölgenin Komutasını (RCC), yani Kabil bölgesinin sorumluluğunu almak zorunda. Bu, üç ülke arasında dönüşümlü olarak sürdürülen bir komuta: Fransa, İtalya ve Türkiye. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi için, destek ve koruma araçlarıyla birlikte bir binbaşı ve bir tabur Kabil’e gönderilecek. Fazladan üç yüz kişi daha. Bu görev yaklaşık bir yıl sürecek.”
“Afgan Silahlı Kuvvetlerine destek çabası çerçevesinde Fransa, Hollandalı askerlere güvenen Oruzgan kırsalına beşinci bir OMLT ekibi (Operationnal Mentoring Liason Team) göndermeyi öngörmüştü. Bu ekip, esas olarak ikinci yabancı piyade alayı (REI) çıkışlı, yaklaşık 80 kişiden oluşacak.”
Bu karar, Cumhurbaşkanının, İttifakın entegre askeri yapılarını, yeniden entegre etmek için uzunca bir süredir duyduğu (ama General De Gaulle’ün 1966’da terk ettiği) arzuyla yazılıyor. Nicolas Sarkozy’e göre Fransa’nın açıkça Batı kampında olması gerek. Peki, hangi düşmana karşı? Çin’in ve Hindistan’ın yükselişinin, Rusya’nın geri dönüşünün, Brezilya’nın olumlanmasının damgasını vurduğu bir dünyada, bizi Birleşik Devletler’e bağlayan şeyin ne olduğunu düşünmek gerekmiyor mu? Pierre Conesa bunu, Le Monde Diplomatique‘te bu ay yayınlanan “Birleşik Devletler Avrupa için bir tehdit midir?” başlıklı makalesinde sormuştu.
Nicolas Sarkozy, ek asker gönderme konusunda haklı olduğunu anlatmak için, Afgan kadınlarını gerekçe gösteriyor: “Talibanların Afganlara, özellikle Afgan kadınlara yaptıklarını bir bilseniz…” (Libération, 4 Nisan, “NATO ve Avrupa Savunması”). Bu konuda, Christine Delphy’nin Le Monde Diplomatique‘in 2002 Mart sayısında yayınlanan “Savaş Kadınlar İçin mi?” başlıklı makalesini hatırlamamız gerek.
“Bakchich” sitesi 3 Nisan’da bu konuya yeniden değinmişti: “Sarkozy, Bulgar hastabakıcılardan sonra Afgan kadınları da mı kurtaracak?” Afganistan’a neden bin yeni asker daha gönderiliyor?
“Hervé Morin’in geçen hafta açıkladığı gibi, ‘Talibanları yok etmek’ için mi? Bush’un ve Sarko’nun uzun süredir savunduğu gibi, “terörizme karşı mücadele etmek” için mi? Yoksa Afgan kadınları özgürleştirecek demokratik bir sistemin kurulacağı, evlerin ve yolların yapılacağı cömert bir ‘gelişme’ misyonunu tamamlamak için mi?”
“Eğer Sarkozy ve Morin’in son açıklamalarına bakılacak olursa, her üç kutsal misyonu da yerine getirmek için! Söylenmek istenilen şey, aslında özel timlerdeki çocuklarımızın, kendileriyle birlikte götürdükleri inanç malzemesiyle, aydınlık bir Afganistan için çırpınacaklarıdır.”
Aydınlık adına yapılan hep aynı sömürgeci girişimler! Le Monde Diplomatique‘in Nisan sayısında, “Kölelikten Avrupa Evrenselciliğine” başlıklı ve konuyla ilgili birçok kitabın analizinden oluşan yazımda bu konuya değinmiştim. Bu kitaplardan biri, Amerikalı bilim adamı Immanuel Wallerstein’ın, Avrupa’da Evrenselcilik. Sömürgeleştirmeden Müdahale Hakkına (Démopolis yayınları) adlı kitabıydı. Wallerstein, yararlı bir tarihsel hatırlatma yapıyor:
“Avrupalı güçlerin sömürgeleştirme hakkı 1550’lerde Juan Ginès de Sepúlveda tarafından kuramsallaştırılmıştı. Sepúlveda, Valladolid tartışması denilen (yerlilerin köleleştirilmesine ilişkin) ünlü tartışmada, Bartolomé de Las Casas’a karşı, İspanya’nın Amerikalı nüfusa egemen olma hakkını savunmuştu.
Wallerstein “Sepúlveda mantığının önemini” hatırlatıyor. “Birinci argüman, Amerikalı yerliler ‘barbar, basit, cahil, eğitimsiz, (…), hatalı ve zalimdirler ve başkaları tarafından yönetilmeleri daha iyi olacaktır’; ayrıca İspanyol boyunduruğu, ‘kutsal ve doğal yasalara karşı işlenen suçların düzeltilmesi ve cezalandırılması sıfatıyla’ gereklidir; zaten İspanyolları da, yerlilerin ‘çok sayıda masum insana’ zarar verdiği kötülük ve felaketleri önlemek zorunda bırakan şey, bu kutsal yasadır; ve sonuncu tez, İspanyol egemenliği Hıristiyanlık öğretisinin yayılmasını kolaylaştıracaktır.” Wallerstein şöyle yazıyor: “Modern dünyanın ‘uygarlarının’, ‘ uygarlaşmamış’ bölgelere ‘ müdahalelerini’ haklı göstermeye yarayan dört temel argüman vardır: Başkalarının barbarlığı, evrensel değerleri ihlal eden uygulamalara son verme görevi, başkalarının zulmüne karşı mazlumları savunma, evrensel düşüncelerin yayılmasını kolaylaştırma zorunluluğu.”
Bu mantık tam da Bay Sarkozy’nin Afganistan mantığı. Ve uygarlık adına NATO’nun bombardımanları ve sivil kurbanları giderek artıyor.
5 Nisan 2008
[Le Monde Diplomatique’teki Fransızca orijinalinden Şule Ünsaldı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]